5. Kulaç

408 44 21
                                    

"Çok acı." 

Jooheon'ı meşguliyetini izlerken o akşamki yemeğinizi düşünüyordun. Yemekten lokma almadan yaptığı yorumu ancak anlamıştın.

"Nesi acı? Senin kimçi çok daha acı!"

"Yoora... şu kahveciye gidelim mi?"

"Gidelim!" dedin ağzının kenarında sos iziyle.

***

Jooheon yol boyu sana baktı. Sonunda elini tutmaya cesaret etti. Sessizce sen de onun elini tuttun. Heyecandan ölecek gibiydin. Ama herşey çok güzeldi. Hava, yemek, kahve, tatlı, Jooheon... elleriniz.

Jooheon tüm gece sana acıklı acıklı bakmıştı. İçin eziliyordu o sana öyle baktıkça.

"Jooheon, neyin var?"

"Yoora... sana bir haber vermem gerek."

Sokak satıcısından aldığınız kestaneyi tırtıklarken umursamazca sordun. "Nedir?" Gözlerin hala kestanedeydi.

"Ben... şey... benim..."

"Jooheon!"

"Tamam ya ... ımmm... şey.."

"Bu kestaneler beni çıldırtacak!"

"Benim bir iki güne ülkeme dönmem gerek." dedi Jooheon birden. Birlikte yürürken birden donakaldın. Kestaneden çıkan ölüp gitmiş kurtçuğa baktın. Kestaneyi fırlattın.

İçine çöken ağırlık gözlerini dolu dolu bir hale getirse de ağlamana izin de vermiyordu. Nefes alamadın. Birden buz gibi esti hava. Belki de başından beri soğuk esmişti bu hava. Sen hissetmemiştin. Belki de üşüyeceğini unutmak istemiştin bir süre.

Jooheon birden polarını çıkarıp senin omuzlarına koydu. Omuzlarından geriye ittin. Ona baktın. O yerden polarını alırken yüzündeki ifadeye baktı.

"Yoora... ben.."

"Hani daha uzun süre burada kalacaktın?"

"İş yerimden aradılar. Dönmek zorundayım. Ailem biraz daha burada kalacak. Ama benim gitmem gerek."

"Neden...."

"Çünkü işim--"

"Hayır.. neden... yani.. nasıl desem.. Jooheon?"

"Efendim güzelim?"

"Madem doya doya elele tutuşamayacaktık, neden bu gece elimi tuttun?"

Jooheon sustu. Haklıydın. 

Birden yere çöküp sessiz sessiz ağlamaya başladın. Jooheon ise tam karşında çöküp sana bakıyordu. Ağlama hakkı olmadığını düşünüyordu. Oysa ki deli gibi ağlamak isterdi. Kafanı kaldırıp ona baktığında bir elini uzatıp yüzünü avuçladı.

Birden olduğun yerde ona hamle yaptın ve onu öptün. Yere yuvarlanmıştınız. Parkın ortasında, bir gece vakti.

Jooheon'ı nasıl aşkla öpüyorsan, o da aynı aşkla karşılık veriyordu. Elleri yüzünde ve omuzlarında dolansa da seni hafifçe itti.

"Yoora... ben seni ağlattım. Sana dokunmaya hakkım yok."

"Jooheon... gitme."

"İstemiyorum ki... ama zorundayım."

"İstifa et? Çift vardiya çalışır bakarım sana."

"Niye? Dönerci amca bana iş vermez mi diyorsun?"

"Verir de orada fazla küfür duyarsın."

"Olsun..."

Gözlerine baktığında cidden kalamayacağını anladın. 

"Cidden kalamazsın yani?"

"Üzgünüm. İmzaladığım anlaşmayı iptal etmeye gücüm yok."

"Anlıyorum..."

Jooheon bir süre daha parktaki çimlere uzanışınızın tadını çıkardı. Seni göğsüne yasladı ve gökyüzünü izledi. Saçlarını usul usul okşadığı anlarda sen sessizce ağlıyorve dilek diliyordun.

Jooheon ise minicik gözlerini ıslatan yaşları koyvermişti. Saçlarının yumuşaklığını, yanağının onun göğsündeki baskısını, kokunu ezberlemeye çalışıyordu. Gittiğinde uzun bir süre meşgul olacaktı. Değil senin yanına, belki de tuvalete gitmeye imkanı olmayacaktı.

***

Jooheon, eşyalarını taksiye yüklerken onu izledin. Annesi onu şirin şirin tembihliyordu. Bu tembihlemeyi nece olsa anlardın. Annelerin vücut lisanı hep aynıydı. Babası Jooheon'ın sırtına pat patlarken O, gözlerine baktı. Babası oğlunun baktığı istikamette seni görünce annesini de alıp pansiyonun içine geri döndü.

Jooheon sana yaklaşıp seni nazikçe selamladı. Sen de onu selamladığında gülümsedi. Öğreniyordun bu işleri hızlıca. Sonra bir an dudağını büktün. O an ikinizin de kopma noktasıydı. Jooheon sana sıkıca sarıldığında sen de ona sıkıca sarılmıştın. Kokusunu ezberlemek için çabalıyordun. Teninin hissini, gamzesinin derinliğini...

Yüzünü tutup öpecek gibi eğildi yüzüne. Deli gibi öpmek istiyordu. Sanki ihtiyaç gibiydi bu istek. Ama senin öpücüğüne değen biri gibi hissetmiyordu. Sana düzgün bir sevgili olamazdı. Bu sebeple mahalle arasında laf çıkmasın diye seni burnunun ucundan öptü ve taksiye bindi.

Bencilce, bir hayatı altüst ettiği için üzülüyordu.

Sen ise taksi köşeyi dönüp de gözden kaybolunca yere oturup bir bebek gibi ağladın. Haykırdın. Onun centilmenliği, sesi, gülümseyişi, nefesi, sana bakışı herşeyi değiştirmişti senin için. Bambaşka bakıyordun artık hayata. Arzuların, hayallerin bir revizyondan geçmişti.

Koçun seni penceresinden görür görmez koşarak geldi ve seni odasına götürdü. Senin sessizlik haftan işte böyle başlayacaktı.

***

Jooheon 14 saatlik yolculuğu boyunca seni düşündü. Hayallerin vardı. Tüm ufuklar tükenene dek gezmek istiyordun. Dünyayı gezmek. Yeni şeylerle karşılaşmak...

İyi bir yüzücüydün de. Yarışmalara katılacaktın.

Madalya aldığında seni ilk kutlayan olmak için devamlı spor haberlerini seyredeceğine söz verdi kendi kendine. Ya da belki, sana isimsiz kocaman bir kutu en sevdiğin bisküviden yollatırdı. Seni gülümsetecek herhangi bir şey işte...

***

"Yoora... demiyim demiyim diyorum ama... zaten senin yurtdışına çıkman gereken dönem geldiğinde ayrılmak zorunda kalacaktınız. Çocuk kalsaydı da ayrılacaktınız yani..."

Üç yıldır sadece olimpiyatlara hazırlanmaya yoğunlaşmıştın. Aklında hep o vardı. Aklına her geldiğinde de böyle dertleşiyordunuz.

"Aaa... ya şey, spor haberlerine de çıkacak mıyım gideceğimiz yerde?"

"Kızım, sen burnunu sümkürürken beynini de mendilde unuttun sanırım. Bu yarışın bir tık üstü olimpiyat?"

Aklına gelen düşüncelerle tekrar gülümsemiştin evin yolunda. Sekmiştin bile. Koçun.. Kıvırcık Ablan sana öyle büyük bir fırsat sunmuştu ki.....

Bir hafta sonra Kıvırcık Koç ile uçaktaki koltuklarınızdayken kocaman gülümseyecektin. Gideceğin ilk yabancı ülke, belki de sana Jooheon'dan ilk haberi getirirdi.

**

Ben nasıl buraya bölüm atmamışım yahu!!

Sizi seviyorum.

Sağlık, huzur, sevgi ve macera dileklerimle,

D.

Poolside |  (Jooheon OC)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin