2. Kulaç

524 63 21
                                    

Jooheon sonunda ailesi ile beraber bir tatile çıkabilmişti. Fakat onun bu parayı ne kadar zor kazandığını bilen ailesi kesin bir şekilde tatili kendilerinin planlayacağını belirtmişlerdi. Jooheon'a kalsa iki telefon görüşmesiyle bütün bir yaz tatilini ayarlardı. Ne de olsa izinliydi.

Jooheon sadece kartını bıraktığına pişman olmuştu. Ailesi deniz kenarı bir yer seçecek sanarken su birikintisi bile olmayan bir şehri seçmişlerdi. Kardeş Ülke Başkenti... söylemesi şirin ama yaz tatili için pek de parlak bir seçim değildi. Uçaktan indikten sonra ilk iş önemli yerleri ziyaret etmişler, sonra da kalacakları pansiyona varmışlardı.

Annesi yeminler ediyordu havuz olduğuna. Jooheon elbette annesine kızamazdı ama kıyamazdı da. En güzel tatillere layıktı anneciği... 

Taksiyle ilerlerken saçları kızıla çalan hüzünlü bir kız gördü Jooheon. Sanki hayatın yükünü bu kız çekiyormuş gibi düşmüştü omuzları. Aksi gibi de pek güzeldi, Jooheon'ın çalıştığı şirket onu görse havada karada kapardı. Gördüğü tüm idollerden daha güzeldi. Hüznü bile yakışıyordu ona. Sonra birden taksi durdu ve diğer bir taksiye ansızın korna çaldı. Güzel kız irkilmiş ve taksicilerden yana ters ters bakmıştı. 

O an Jooheon çok üzüldü. Kızcağız belki de günlük totemini yapıyordu bu hayata katlanmak için. Fakat şu kaba araç sürücüleri bunu bozmuştu. Gidip kıza sarılmak istemişti nedensizce. Kendisini görmüştü onda. O da stajerken aynen böyleydi sabahları. Belki müzik iyi gelirdi kıza, acaba bir kulaklık falan mı alsaydı? "Neler düşünüyorsun Jooheon!" dedi kendi kendine.

Araç durdu, Jooheon ve ailesi araçtan indi. Köşedeki pansiyona girdiler. Havanın sıcağı bir beter, nemi bir ayrı beterdi. Jooheon, kızın girdiği binaya baktı. Bu dili de bilmiyordu ki! Telefonunu çıkardı, en çok yıldız almış çeviri programını indirdi. Çevirinin sonucuna baktı. Kız demek ki sporcuydu. Jooheon gülümsedi, sağlıklı kızları severdi. Babası bu üke dilini biliyordu biraz. Pansiyona yerleşme işlerini kolayca hallettiler. Ailesi biraz odalara çekilmek istemişti. Jooheon'da biraz çarşıda dolandı. Çok uzaklaşmaya cesaret edemediği için de hemen geri dönmüştü pansiyon çevresine. 

Köşe başındaki banklarda oturmuş akşamüstünün hafif esintisine bırakmıştı kendini.

Sonra birden O'nun sesini duydu. Yani.. az sonra o tarafa baktığında, bunun o hüzünlü kızın sesi olduğunu anladı. Kız peşindeki birinden kaçıyordu. Mayosu ve ıslak saçlarıyla bir havluya sarınmış halde koşalıyordu kız. Ardından gelip zorla onu durdurmaya çalışan gence bağırıyordu. Kız onun elinden kurtulduğunda Jooheon bir içgüdü ile yerinden fırlayıp çocuğa girişti.

Sol yumruk, sağ yumruk...

Kız şaşkınlıkla arkasını döndüğünde Jooheon'ın dövmekte olduğu çocuk kıza seslendi. Jooheon kızın adını duymuştu galiba. Kız koşarak geldi. Genci Jooheon'ın elinden almaya niyetlendi. Fakat Jooheon'a bakınca yerdeki çocuğa bir tekme de o savurdu. Ardından kız birden dengesini kaybeder gibi oldu. Jooheon'ın omzuna tutundu. Kız yavaşça bilincini kaybederken Jooheon onu kucakladı. Taksiye doğru ilerledi.

Kızı tanımıyordu

Olsun.

Dil bilmiyordu.

Olsun.

Kız birden bayılıvermişti ve onu az önce kızı bu seviyeye dek üzen çocuğun yanında bırakamazdı.

***

Gözlerini açtığında yanıbaşında endişeyle beklemekte olan çekik gözlü, tontiş yanaklı genci gördün. Sen kendine gelince sevinçle yanına geldi. Sana birşey deyip duruyordu.

"Yoora... iyi misin?" 

Beşinci tekrarda ismini ancak bu şekilde telaffuz edebildiğini anladın. Gülümsediğinde o da gülümsedi. Yanaklarında iki adet karadelik elirmişti. Seni kendine çeken karadelikler. Seni gerizekalı Brat'ten kurtaran çocuktu bu. Hareket ettiğinde kolundaki acıyla irkildin. Serum takılmıştı sana. Baş ağrın geçmişti. 

Bu ponçik tanesi sana böyle bakarken ölüysen bile dirilirdin sanki.

Ancak çok utandın onun yakışıklılığından. Kaçmak istedin anlamsızca. Panik olduğunu görünce uzanıp saçlarını okşadı. Sanki saçlarını değil de deli gibi atmaktan patlayacak düzeye gelmiş kalbini okşayıp sakinleştirmişti. Çekimser bir şekilde ona baktın. Hala daha ufaktan sıvışma niyetindeydin. Ve sonra o dolgun dudaklar ve o pembecik dil sana birşey söyledi.

"Güvendesin, Jooheon burda."

Jooheon derken kendini kast ediyordu galiba. Bu ponçikella suratın Brat'e nasıl vurduğunu hatırladın. Bu  baya gömerdi tüm şehri ama sonra sana döner gülümser, aegyo yapardı. Sen de yanaklarını sıkar eline bir bardak süt verirdin.

Kaynağı belirsiz bir güven hissiyle sakinleştin. Kafanı yukarı aşağı şirince salladın. Jooheon seni sakin görünce pek mutlu oldu. Tekrar saçlarını okşadı. Doktor gelip seni kontrol etmişti. Taburcu edildin. Birlikte hastaneden çıktınız. Yakındı aslında işyerin buraya. 

Sen öyle mayoyla dan dan dan yürürken Jooheon elindeki havluyla sana yetişti. Havluyu sana sardı. Gözgöze gelince gülümsediniz. Pek kibardı bu çocuk. Şirin yüzüne rağmen birebirde sağlam bir maskülen havası vardı. Dönercinin önünden geçerken koluna dokundu. Zarifçe döneri işaret etti. Sen ona boş boş bakınca cebinden telefonu çıkardı.

Telefona konuştu. Yabancı bir dildi bu. İngilizcen biraz vardı da, neceydi ki bu dil?

Telefonu sana uzattığında birden metalik ya da robotik bir kadın sesi çeviriyi sana iletti:

"Sen yemek yemelisin."

**

Açıkçası ben de yemek yemeliyim. Deli gibi açım bunu yazarken. Bizim binayı yalıtımcı abiler sardı koza gibi. Her yer iskele oldu. Güneşliker kapalı halde yaşamak zor. Ev zaten yeterince ışık almıyordu. Pff...

O değil de... Döner olsaydı ya şimdi. Hep beraber yeseydik. Hikaye benden kaçtı. Şimdi siz ikinci bölümde yemek işine girdiniz ama ben öyle hemen evermem sizi. Zaten... şu utangaçlık mevzusuna illa bir işler olur.... 

Fakat cuhanın gamzeleri.....

Sağlık, huzur, sevgi ve macera dileklerimle,

D.

Poolside |  (Jooheon OC)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin