4.BÖLÜM

19 7 1
                                    

  Sessizliği gecelerde aramıyordum, ben zaten sessizliğin ta kendisiydim. Etrafım, sadece uyuyan zihnimin bir parçası hatta devamıydı. Konuşmam veya susmam tamamen yalnız bir kadının sessizliğiydi bu yüzden güçlü olmak zorundaydım. Hayatımın esmeyen rüzgarları ve bana doğru oynanan oyunlar kocaman bir uğultuya aitti. Şimdi, küçük bir odada ölümü beklemiyordum ama sonumu hazırlıyordum ya da gömülmüş suskunluğuma küçük bir kürek çekiyordum. Ne yaptığımı tam olarak bilmeyen bir kadındım. Zihnim sis bulutu, gözlerim zihnime doğrultulmuş bir aynaydı. Her gözümü kapattığımda, ellerimle, kendime doğru bir duvar örüyor ve kendimi oraya doğru sıkıştırıyordum. Belki saçma belki anlamsız ama ıssızlığın simgesi olan renkler sırrımı bozuyor ve bana kim olduğumu unutturuyordu. Oysa yalnız kadın, korkak kadın hayallerinde kızıl denizi bile aşmış sessizliğin annesi olmuştu. Bu, öyle bir suskunluk öyle bir sessizlikti ki; içi çığlık, dışı vahşet. Omuzlardan aşağı dökülen gürültülü kızgınlık ama hepsini örmüş kocaman bir duvar... Küçük kız çocuğu dokunsa yıkılacak... Ama korkmuyordum. İnsan kendi aynasından nasıl korkardı? İnsan kendi parçasından nasıl ürkerdi ? Cevabı olmayan sorulardı bunlar. Kimsesizliğin özetiydi. Etrafta kimse yoktu. Belki sokakta, odada vardı ama yalnız kadının etrafında kimse yoktu. Yalnız kadın, kimsesizliğin ablasıydı yalnızlığın arkadaşıydı. Bazen siyahın düşmanı, mavinin arkadaşıydı. Maviler ve siyahların arasında kalmış bir araftı. Nefesinden çıkan dumanın gölgesi olan bir hizmetkar, satırların arkasında kalmış gizli bir patrondu. Kadın aslında hiç kimseydi. Belli bir yere ait olmayan, kim olduğu kesinleşmeyen sadece duygularının yarattığı boşlukta yer edinmiş, duvarların arasına saklanmış, kim olduğunu unutmuş, gözlerini gerçeklere kapatmış bir hiç kimse.

  Satırların kesilmiş kelimeleri gibi yarım kalmış, hislerimi köreltmiştim. Ya da öyle zannediyordum... Bir katil bile hislerini köreltemezdi. Bir insanı öldürdükten sonra oluşan iyi ya da kötü bir his aslında körelemeyen duyguların kanıtlı zarfıydı. Zarfı açamazdık ama içinde gizli kalmış bir şeyler olduğunu anlayabilirdik. Bu yüzden duygularımın hala yaşadığına ama kapalı bir zarfın içerisinde kaldığına inanıyordum. Kendimde bastırdığım öfkem, hislerim beni buz gibi bir insan yapmıştı belki de bu yüzden sürekli değişik ruh hallerine bürünüyor bazen pişmanlık yaşarken bazen donuk bir varlığa dönüşüyordum. Yaşadıklarımın akışına ya da onların bende yarattığı dalgalara ise kapılmıyordum dışarıdan kolay gibi görünen ama aslında dalgalı bir denizde çırpınarak boğulma savaşıydı bu. Zaman zaman durmayan bir fırtına ya da zamansız ortaya çıkan bir kaos. İçimde var olmuş korku tüm bunları sindirmem için bir bahane değildi sadece ayak uyduruyordum. Belki insanlık gibi karmaşık, doğa kadar sakindi ama duyguların seline kapılmış düşüncelerim kadar da gerçekti. Ruhumun bulduğu sakinlik ya da öfke korkak bir kadını daha ne kadar yıkabilirdi ? O kadın, her baktığı insanda kendisini görüyor, baktığı aynada başkasını görüyor, çırpındığı dalgaların arasından ufak bir el uzatıyor ve kocaman bir kaosa doğru çekiliyordu. Bu, kurtuluş değil siyahtan, zifiri karanlığa doğru çekilmekti. Kim olduğum satırlar kadar gerçek ama ne hissettiğim göründüğü kadar yalandı. Ne hissettiğimi bilemezdiniz ne düşündüğümü anlayamazdınız ta ki o geceye kadar. Siz beni odamda başucumda bulup bana kim olduğumu söylene ve bana kim olduğumu hatırlatana kadar...

  Şimdi, tüm günahları kutunun arkasına atma zamanıydı. Bana bakan bir patron ve karşımda dikilmiş ona yakın piyon sürüsü. Kulaklarını dolduran o itiraflar artık duyulmuyordu. Patronun yüzünde yer edinmiş memnuniyet, çukurlaşmış gözlerinin altında kalan koca bir mazi, dudaklarının kenarlarında saklı ve gerçek arası çizilmiş çizgiler, çukurlaşmış yanaklar yüzde ki tüm duyguları saklıyor, memnuniyeti kapatıyordu. Odada süre boyunca gelen bir sessizlik oluştu sanki yaşam kadar uzun ama bir kesit kadar kısaydı. Az sonra sessizliği bozan bir çıtırtı yükseldi ve kapı açıldı. Elinde büyük bir tepsi ve onun ortasında duran büyük fincanda kahve hizmetli ile birlikte geliyordu. Hizmetli biraz ürkek, biraz savunmasızdı. Bu haline istemeden de olsa sırıttım ama eski ciddiyetime dönmem zor olmamıştı. Hizmetli odadan çıktıktan sonra patron kahvesinden bir yudum aldı ve ifadesiz gözlerini bana doğrulttu. Sanki gözleri namlu ben ise hedeftim ama duruşumu yine de bozmadım. ''Bir insanın güvenini kazanmak, bir insanı öldürmekten daha zordur. Sen benim güvenimi kazandın.'' Patronun dudaklarından dökülen cümleler beni birazda olsa rahatlatmıştı. Yerimden kalktım ve üstümü düzelttim. Benim için can alıcı olan o soruyu artık yöneltmem gerekiyordu. ''Artık özgür müyüm?'' Patron histerik bir gülüşle buruşmuş elini fincanı tutarak kavradı ve kahvesinden bir yudum aldı. ''Bir daha ki sefere kadar özgürsün Aybüke.'' Daha fazla konuşmanın anlamı yoktu. Beni eğer yakalayacaklarını sanıyorlarsa onların dediklerini yapabilirdim ama beni bulamayacaklardı. Bu kadın yarından itibaren bu caddelerden ve bu sokaklardan silinecekti. Sadece gülümsemekle yetindim ve koltuğun üstüne duran çantamı kavradım. ''Görüşmek üzere.''

AYBALAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin