''Altın gibi parlayan polisin gözlerinin içine baktım. Çıplak ve kimsesiz kalmış gibiydim. Üzerime zimmetli eller ve karartılı insanlar beni olduğumdan daha zavallı bir duruma düşürüyordu. Kimseye ait değildim ben, hiçbir yere ait değildim. Ben oradan oraya savrulmuş bir korkak, duvarlara doğru fırlatılmış bir kağıt parçasıydım. Bir benliğim hiçbir zaman olmamıştı. Belki de bu yüzden tuzaklara düşmüş, kötü insanlara yem olmuştum. Bazen kocaman bir güç savaşının içerisinde çırpınırken bazen kenarda kalmış ürkek bir izleyiciyi andırıyordum. İşte bu yüzden, bir yabancıydım ben. Dünyaya, insanlara,fikirlere savaş açmış bir yabancı... Artık, bağlanmış gibiydim ya da gerçekten bağlıydım. Kötü insanlar sadece düşüncelerimi değil beni de bağlamak istiyorlar ve bu kadını daha hırçın daha savunmasız bir kimseye bürüyorlardı. Neden kendimi duyuramıyorum, neden beni anlamıyorsunuz, neden bana boş gözler ile bakıp beni daha çok eziyorsunuz ? Hayır, ben iyiyim. Hasta olan sizin hastalıklı beyinleriniz. Şimdi de ben sizi duymuyorum, şimdi de ben sizi anlamıyorum. Sizler yalan dünyanın piyonları, gerçek dünyanın düşmanları, ben ise, sizlerin düşmanı ve satırlarınızın kabusuyum. Şimdi gerçekten ağlıyordum yara alan ruhumun izleri artık yanaklarımdan sıcak bir şekilde kayıyor ve beni, daha savunmasız ve zavallı birisi haline getiriyordu. Bana söylenen sözde gerçeklere kulak tıkamak ve herkese ''yalancısın'' diyerek haykırmak istiyordum. Hayatım bir yalandan ibaret değildi. Hatta yaşadıklarımdan çok daha gerçekti.
Nefes alıp vermek sancılı ciğerlerimi mahvederken, kulaklarımı tüm yalan yanlış şeylere doğru tıkarken, kopmak üzere olan hatta kesik bir ipin üstünde tutunmaya çalışarak aşağı doğru kayıyordum. Sesim, tüm küskün duvarlarda sessiz bir çığlık misali yankılanırken, tutunduğum her şey ellerimden kayıp gidiyordu. Karşımda biraz arsız biraz mahcupça dikilmiş var ile yok arası insanlar dumanlarını daima bu savunmasız kadına doğru tüttürürken, cehennem, alevlerini müthiş bir sanat edasıyla kadına doğru savuruyor ve sıcaklığın verdiği hissiyatla etrafta bir ruh buhranı yaratıyordu. Yukarıdan aşağıya ağlamaklı bir şekilde okunan ölüm ninnileri, avuçların içerisinden damlayan kan lekesi gibi sessiz bir ölümün yansıması hatta işaretiydi.
Ama kadın kana bulanmış elleriyle hala kesik, kaygan ipi tutuyor ve felaketine karşı sebepsiz yere direniyordu. Kadının kulaklarını, yaydığı sessiz çığlıkların yanında gerçeklerini inkar eden dehşet bir ses dolduruyordu. Şimdi, küskün duvarlar, yalnızlığın arkadaşı iniltili sesler kadının zihninde daha da karmaşık bir hal alıyor ve ölüm ninnisi yavaş yavaş duvarların ardına kayarak uzaklaşıyor ve kayboluyordu. Artık gök, mavi ile kırmızı arası renginde araya serpiştirdiği parlaklıklarını cehennem çukuruna karşı göndererek serenat yapan alevlere meydan okuyordu. Kadın şimdi daha huzurlu, daha dirençliydi. Yüzüne yansıyan ay ışığına doğru gözlerini kapattı ve uzun bir düşünme karmaşasına doğru gömüldü. Kesik ipi tutmaktan yara almış elleri artık acımıyor kızarmış avuçları hiçbir şey hissetmiyordu. Aksine yaralanmış elleri dışarıya doğru açılıyordu. Bu, zavallı kadının yüzüne yayılan aptal gülümseme belki de korkunç bir sitem matemini bastıran geçici bir yalanın ifadesiydi.
Avuçlarımın içinden cehenneme doğru kayan sert ve saçakları dağılmış ipler, yüzüme doğru yansıyan ay ışığı, aşağıdan yukarıya doğru alevlenen sarımsı-turuncu ateş bu kadına sessiz bir ölümün mesajını belki de verebileceği en gerçekçi ve güzel bir tutumla veriyordu. Artık bağlandığım tüm bağlar yok olmak üzere olan silik noktalar kadar kopuk ve bağımsız bir şekilde bu kadını simgeliyor ve edebi sonsuzluğa doğru ufak bir ışık yakıyordu. Ama bu ışık, sonu olmayan bir ışıktı. Edebi yolda, gamsızca birbirine karışan dumanlar ve her nefes alışında etrafa yayılan arsız sesler, erken bir ölüm masasında kendini unutan zavallı bir insanı gösterirken, ölümün, bir zavallıyı düşüncelerinden sıyırıp kendisini satırlarında ki boşluğa bırakması kadar kolaydı. Kadının ensesinde hiç eksilmeyen sıcak ve kesik nefes, tenine dokunan ılık ve yumuşak dokunuşlar, gökyüzünden yere doğru çöken yalnızlık ve tehlike kasveti takipçinin arkamdan hiçbir zaman ayrılmadığının soyut yansımalarıydı. Beynimde yankılanan fısıltılı sesler ve hepsini inkar etmem gerektiğini gösteren karanlık, uzun gölge evrende yer edinmiş tüm gecelerin üstüme sinmesi kadar korkunç ama usulca yaklaşan bir ağırlık kadar gerçekti. İnkar zamanı, bu kadın için son bulmuştu. Ortaya döktüğüm, gerçek sandığım yalanlarım, yerini kirli bir toz bulutuna çevirmiş ve gecelerime doğru bir balon gibi patlamıştı. Şimdi, bana bakan acınası gözler ve onların altında yatan bıkkınlık tohumları bu kadının içinde kalmış tüm kötülükleri filizlendirecek, gece yarısı kadar kasvetli ve korkunç görünmeyen, kendi ellerimle parlattığım güneşimi güçlü bir ihtirasla kapatacak ve bu korkak kadını çamur yığınına doğru ısrarlı bir şekilde çekecekti. Tabi, bu kadın hapsolmuş cümlelerin, serpilmiş duyguları arasına doğru sıkışmış ve batmamak için uğraşan bir hizmetkardı. Kendisi çamur bataklarında hapsedilmiş ve bütünleşmiş ruhunu parçalara ayırıp kötülüklerin arasına serpiştirmişti. Artık kaçacak son noktası tehlikeli izlerin karartıları arasında bütünleşmek ona ait olmayan bedenini yabancılara teslim etmekti. Kendisine bile ait olmamış bu vücut yabancı ellerin arasında önce parçalanacak daha sonra yok olacaktı. Kendi içinde yaşadığı ruh karmaşası ise, etrafta gizli bir gerçeklikle dolaşıyordu. Kadın ise, tüm benliğini umutsuzluk kuyusuna bırakmak ve teslimiyetini ilan etmek üzereydi. Kısırlaşmış satırların ardından bakan gizemli çift gözler belki de kocaman bir ruh buhranının, kadının gölgesi altında bile ezilmesi demekti. Şimdi gizemli çift gözler kadının tüm gerçeklerine bir tokat gibi kapanmıştı. Onların kulakları artık kadının doğrularına değil de, kendi yalan gerçeklerine açılmıştı. Artık cehenneme düşmek kaçınılmazdı. Kadın, cenneti sandığı dünyasına bir tokat misali çakılmıştı. Şimdi ölümsüzlük kuyusuna doğru düşme vaktiydi. Kadın bir yandan cehennemine adım adım ilerlerken bir yandan onun için açılmış ölümsüzlük kuyusuna doğru batıyor ve sesini küsmüş taşlara duyuramıyordu. Kadın biliyordu; kaybetmişti. Ela gözlerinin altından başlayıp yüz çizgilerine kadar yerleşmiş bu biçimsiz kadere karşı kaybetmişti. Artık kadın için yok olma zamanıydı. Kısık gözlere karşı cehennem kapıları kadına doğru aralanmıştı. Şimdi, kadın acılar içinde alevlerin arasına doğru düşerken aynı zamanda ölümsüzlük kuyusunun dibine kadar çekiliyordu. Tüm bunlara dayanamayan sitem, boğazda düğümleniyor ve çözülemiyordu. Belki de bu savaş susmasını gerektiren bir ateşkesten ibaretti. Tüm düğümlenmiş satırlar birbiri ardınca karışmış kelimeler ancak bu yolla çözülebilirdi. Şimdi, seçim vaktiydi. Kadın bölünmüş bedeninde ve ona eşlik eden bölünmüş ruhuyla aşağılara doğru kayarken, bilmediği bir kuyunun içine hapsedilmek üzereydi. Tamamen yok olacaktı. Ya ölümsüz bir kuyunun içinde çığlık çığlığa nemli yaşlarını akıtırken ya da cehennem çukuruna doğru, kendisiyle savaşan alevlere meydan okurken... Kadın biliyordu ki; Düşecekti, düştükçe kızgın bir demirin derisine temas etmesi gibi, gömüldüğü alevlerin içerisinde yavaş yavaş eriyecekti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYBALA
Teen Fiction''Bir fikrim yoktu ya da vardı. Aslında belirsizdi. Sürekli konuşan insanlar ve bana yöneltilen, manasını bilmediğim bakışlar... Hepsi bir köşede beni izliyor, zaman zaman beni seyrediyor hatta dinliyordu.''