Aylar okunmuş kitap sayfaları kadar birikmiş birbirlerinin üstüne bir enkaz misali yığılmıştı. Ocak ayı geldiğini gökyüzünden kaybolurcasına düşen, yere gölgesini bırakan kar taneleriyle haber veriyordu. Bazen bu eşsiz duruluğa gökyüzünün en sert ve belirgin yaşları eşlik ediyor ve ikisi kararmış gökyüzünün etrafında dans ediyor daha sonra yeryüzüne doğru süzülüp bir toz bulutu gibi etrafa dağılıyor ya da kayboluyorlardı. Bu güzelliği bazen kararmış havanın yansıttığı sanatsal kavgalar bozarken bazen ise kulağa gelen uğultulu sesler bozuyordu. Zeminde yer edinmiş yağmur sularından kurtulmak için basılan ayaklar, gökyüzündeki yağmur sularından kurtulmak için verilen çabalar, bunların hepsi kararmış gökyüzünün yansıttığı sanatsal kavgalardı. İnsanı denizin kıyıya vurduğu dalgalar misali yoruyor ama arındırıyordu. Uğuldayan rüzgar ve onu tamamlayan karın yarattığı boşluk sesi huzur verici olmasının yanı sıra uyarıcı ve hatırlatıcı bir tondaydı. Sanki ıslak ve karlı zeminden geçen insanların bıraktığı izler misali havaya doğru bir gölge yuvarlanıyor ve tanıdık yüz saatlerdir bankta oturan kadına gülümsüyordu. Bazen o, gülümseyen yüz, kızgın bir surat ifadesine bürünüyor ve toz bulutu gibi etrafa dağılıyordu. Kadının saatlerdir oturup izlediği insanlar, doğa olayları, ıslak zemin ve ara sıra salladığı sağ bacağı.. hepsi yaptıklarının aynasıydı. Kadın korkmuyor, vicdan azabı çekmiyordu. Sadece kendine sorduğu ''Neden?'' sorusuna bir cevap bulmaya çalışıyordu. Zihni, birbiri ardınca uzanan birçok cevap veriyordu ama kadının gerçeklere ihtiyacı vardı. Uzun zamandır görmek istediği gerçekler tüm çıplaklığı ile ortaya dökülsün ve kadının zihnini bulandıran tüm sorulara cevap olsun istiyordu. Şimdi kadın gökyüzüne bakıyor yüzünü ıslatan damlalarla gözlerinin içersine kadar girmek isteyen kar taneleri ile savaşmıyor aksine onları arsız suçuna ortak ediyor ve karışan düşüncelerini daha da bulandırıyordu. Ocak ayının durgun ve karanlık akşamları bu kadını daha ne kadar boğabilirdi ki? Zaman zaman kadına eşlik eden uğultulu ve sakin rüzgarlar bunun yanı sıra havada tutunmaya çalışan kar taneleri... İşte, bunlar tam olarak suçlu bir kadının yansımasını gözler önüne seren gerçeklerdi. Hepsi derinden derine eriyen beyaz, duru taneler gibi yok olacak belki kadını da katran rengi havaya doğru yuvarlayacak, gökyüzünün feryatları arasında ıstıraplı bir şekilde bazen yeryüzünün kalın tabakalarına, herhangi bir arabanın buharlaşmış camına, ak düşmüş şakaklara, ak ve kara karışımı dağınık saçlara, soğumuş buğday ya da beyaz tenlerde yavaş yavaş eritecekti.
Ertesi gün, kadın için tekrar bir düşünme günüydü. Hava neredeyse kararmak üzereydi ve sokak lambaları yanmıştı. Havanın yaydığı kasvet her insanda görülebilecek kadar yoğundu. Kadın siyah paltosuna iyice sarılmış, dizlerine kadar çekilmiş uzun, siyah süet botlarını zemine çalarak yürüyordu. Adımlarının hızı düşüncelerinin karmaşasına göre şekil alıyordu. Kadın bazen işlek caddelerden geçerken bazen girdili çıktılı sokaklara imzasını atıyor ve tıpkı kendi gibi duman ve sis karışımı yerlerden geçiyordu. Zaman zaman küçük, iki katlı binalara göz gezdiriyor ama camları kapatmış beyaz perdeleri görünce soğuktan kısılmış gözleri tekrardan ayak hizasına erişiyordu. Girebileceği birçok yer vardı ama kadın ısınırsa daha çok düşünecek, düşündükçe daha kötü olacağını hissediyordu. Issız sokaklarda karşısına çıkan insanlar bile onun için endişe teşkil ediyordu. Bazen arkası dönük bir simitçiden bile ürküyor, çöpü karıştıran ihtiyaç sahibini görünce yolunu değiştiriyordu. Bazen sokaklarda karşılaştığı siyah takım elbiseli, paltolu adamlar belki evlerine gidecek ya da bir davete katılacakken kadının aklında tamamen uyarıcılar olarak yer ediniyordu. O adamlar sanki ''artık buradan git!'' mesajı veriyor ve kadını daha dibe daha derine itiyorlardı. İşlek caddelerde ona bakan insanlar normal bir yüz ifadesinden, öfkeli, kırpkırmızı bir ifadeye bürünüyor sanki onu yakından tanıyan ve kim olduğunu bilen yakın bir insana dönüşüyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYBALA
Teen Fiction''Bir fikrim yoktu ya da vardı. Aslında belirsizdi. Sürekli konuşan insanlar ve bana yöneltilen, manasını bilmediğim bakışlar... Hepsi bir köşede beni izliyor, zaman zaman beni seyrediyor hatta dinliyordu.''