Sonrası küçük çocuğun kaldırabileceğinden çok daha fazla acı içeriyordu. O gün bu iki kaybın yarası o kadar acıtmıştı ki canını, Eren o evden iki hafta boyunca dışarı çıkmadı. Kendisini çıkarmaya gelenlere karşı o kadar asileşiyordu ki âdeta saldırıyordu insanlara. Bu yüzden, iki hafta boyunca kimse Eren'e dokunamadı. Yutkunamıyordu, çığlıkları boğazına dizildi.
İki haftanın sonunda, eve gelen beyaz yakalı maskeli adamları görünce çok korktu. Küçük bedeni korkuyla titreyerek annesinin her zaman ona oturarak şarkılar söylediği tekli koltuğa yapıştı. Tırnaklarını geçirdi. Ama maskeli adamlar onun feryatlarını dinlememişlerdi. Tenine batırdıkları can yakıcı şeyden sonra bedenini artık hissetmediğini fark etti Eren. Bu son diye düşündü. Kış bitti, yanına geliyorum anne. Bana demiştin, ölene kadar sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden, diye. Sen sorumlu değil miydin peki?
Keşke kalbim olmasaydı anneciğim, o kadar acıyor ki.
*
Soğuk. Hissettiği tek şey buydu. Üşüyordu. Yılları, günleri, saatleri ve hatta saniyeleri saymayı bırakmıştı. Çok zayıflamıştı, neredeyse 30 kiloydu. Sağ kulağı duymayı bırakmıştı, sık sık ağlama nöbetleri geçiriyor, gözlerini odaklamakta zorluk çekiyordu. Doktorlar ona hasta olduğunu söylemişti. Ruhundan mı bahsediyorlardı ki? Derin bir iç çekti, göğüs kafesi ağrıdı, kalbi bir damla kan kaybetti.İncinme değil bu, diye düşündü.
Öfke değil, çok ötesi.
Tam bir yürek çöküntüsü.
Ruhun taşa dönmesi.
Aklın büyük yalnızlığı.*
Başını sakince hastane odasındaki penceresine çevirdi. Fransa'nın o 'romantik' sokaklarından birine bakıyordu camı. Hangi mevsimdi acaba? Yaz? Sonbahar. Neyse dedi. Bir önemi yok nasılsa. Odasının kapısı açılınca bakmaya tenezzül bile etmedi. Kim gelebilirdi ki zaten? Neredeyse kimse onun burada olduğunu bilmiyordu. Acaba ölse, birisi onu hatırlar mıydı? Birisi onun ruhu için arkasından dua eder, yasını tutar mıydı?
''Bay Jeager.'' Gözlerini kapadı, zümrüt yeşili gözlerini bu iğrenç dünyadan gizledi.
''Durumunuz iyiye gidiyor. Lorenzonun hastalığının tedavisi çok zordur, bir ihtimal iyileşseniz bile hayatınız boyunca semptomları taşıyacaksınız. Biz sadece riluzol tedavisi uygulayarak reaksiyon derecesini azaltabiliriz.'' Göz kapaklarını araladı, yalnız piyanist. Bakışları enkaz gibiydi. Enkazın her parçası kalbine batıyordu. ''Buradan ne zaman çıkacağım?'' Boş bakışlarını yatağın yanında dikilen adama çevirdi. Kim bilir kimleri tedavi etmişti, hangi umutlara şifa olmuş, hangilerini yıkmıştı bu zat.
Yaka kartından isminin Zeke olduğunu öğrendiği şahıs bir iç çekti. ''Yakın zamanda olacak gibi durmuyor. Yağ asit oranınızı dengeye sokmak için size bir diyet programı hazırlayacağız.'' Usulca kafasını sallamakla yetindi zümrüt piyanist. Hali yoktu. Bir şey içine oturup kalmıştı sanki.
Yok olmak, toz olmak istiyordu.
''Eğer isterseniz kemik iliği nakli yapabiliriz. Ama bu daha riskli bir seçenek. İşe yarıp yaramayacağı kesin değil.''
''İstemiyorum, teşekkürler.'' Teşekküründe bile bir elem hissediliyordu. Doktor anlayışla başını salladı. Güçsüz bedenini son kez süzdü bir zamanlar ruhu neşe içinde olan oğlanın, usulca ayrıldı. Zar zor elini kaldırdı Eren bir süre sonra. Bir zamanlar annesinin yumuşak ellerini hissettiği, piyano tuşlarına basan nazik elleri yoktu artık. Eli titriyordu, parmaklarında karıncalanma vardı. Bir kapı kolunu bile kavrayamıyordu bu halde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piyanist::riren
FanfictionEski hatıralara sıkışmış bir kelebeğin kanat çırpışı gibiydi bu. Bir anda olmamıştı. İkisi de er ya da geç bunun olacağını biliyordu. Engelleyemezdiler. Piyanonun kırılma sesi kelebeğin kanat çırpışına karışırken oğlanın son nefesini alan Tanrı pi...