“Benim Aşkım.” Bunun ne demek olduğunu biliyorum. Evet biliyorum. Tekrar kollarından ayrıldığımda. Yüzüm ellerinin arasındaydı. Bana yaklaşıyordu, yaklaştıkça gözlerim kararmaya başladı. Aslında, bu hayatta hep bana kötü davrananları seçmiştim. Bu, hepsinin bütünü müydü. Artık seni kaybetmeyi göze alamazdım. Kesik kesik akan bir heyecan yaşıyorum. Kimi zaman sessiz, kimi zaman umutsuz bıraksanda beni; şuan o duyamadığım, sessizliğe bürünmüş sesin. Kokunuysa soluyorum her an yüreğimle. Onun göysünden kovulmak, hayattan kovulmak gibi... Ama, bir çırpıda kopardı beni kollarından, ayırdı beni kendinden. Öylece gözlerimi saklayıp, koşarak banyoya girdim. Bu neydi şimdi. Ben, neler hissediyorum. O, neler yapıyor. Öpsün istemiyorum. Tamam sarılmasın da, ama; ellerimi aniden bırakmasın da. Oysaki, nasıl bir mutluluğun kıyısından döndürdü beni bilmiyor. Çözemiyorum seni işte. O katı kuralların, beni korkutuyor. Seni sorgulayamam da. Ruhumun anahtarı, onun cebinde saklıydı sanki. Tokat atsan, bu kadar boğulmazdım. Derin derin nefes alıp, banyodan çıktım.
Kahvaltı masasında, elleri bağlı beni bekliyordu. Hemen oturdum masaya. Yine tek çıt çıkartmadı. Ben de kafamı kaldırmadım. Kahvaltıdan sonra, ne yapacağımı bilmeden, hemen yok olmak istedim. Bu kadar aksiyon yeterli oldu. Ah! Milletin içinde kelebekler uçuşur. Benim içimde tavuzkuşları koşturuyor. Hemen ileri atıldım. “Çağan Bey, ben hazırım. Bugün Pazar, sizin hafta sonunuzu zaten mahvettim. Beni bir terminale bırakırsanız, ben, evime oradan giderim.
“Tamam, Ada.”
Çok sakin ve makul cevaplar veriyordu. İçim rahat mı, yoksa; kendimi huzursuz mu hissediyordum bilemedim. Kaçamak bakışlar atıyordum, içim beni bırakmasın diye dua ederden; neden böyle salakça bir şey söylediğimi hala bilmiyorum. Ruhumu delen bir acı hissediyorum şuan. Kaybolmak istiyordum. Bunun olması normal miydi. Yoksa, ben mi anormal hissediyordum. Hiç ses vermiyordu. Nihayet yol ayrımına geldik. Kırmızı ışık yanıyordu. Durduk, ben bir hamle yaptım. Çünkü, bu yolun sonunda, otobüs terminali vardı.
"Ben, burada inebilirim" dedim. Sarılmak daha iyi bir iş olacaktı biliyorum; ama o benim değil. Benim değil evet, peki; niçin, o benimmiş gibi hissediyorum. Sanki ondan başkası yok gibi. Tüm erkekler umurumda değilmiş gibi.
Yeşilde araç hareket etti. Beni bırakacak sandığım yol kenarını geçtik.
"Hazır mısın?" dedi.
“Neye" diye, budalaca bir soru sordum.
Aracın üstü açıldı ve gaza bastı. Uçuyorduk, başımı istemsizce ona çevirdim ve bunun için pişman değilim. Neresi olursa giderim onunla, her nere olursa. Bu adamın farklı bir aurası var. Oda beni mest ediyor.
Vadiyi sarmalayan, çiçeklerin içine dalmış gibiydim. Kollarımı iki yana açıp, koltuğun tepesine oturdum. Bağırmaya başladım.
"Ben bir eşşeğimmm!"
Kafasını bana çevirip, gülmeye başlamıştı. Ah bir bilsen kalbimdekileri, aşık mı olmuştum, ama; kendimi senden uzak tutmalıydım. Keza olmuyor bu.
Sevdim, saplantı da yaptım. Yaptım evet, düşündüm, ağladım; hepsini tattım. İşte sen, bunların ötesindesin. Hepsini, içinde bulunduruyorsun. Hem ateşi, hem közü, hem körüğü, hem narı. Alevlendim, sana doğru... Yalnız şunu iyi bilmelisin ki, beklenmedik ve uzun hayallerin içine düştüm.
Rastlantıyla, bir tesadüfle doğurdum bu aşkı. Anlamak istemedim belki, taki dün beni kollarına alana dek. Gökyüzüne doğru, sürünüyordum rüzgarla. Beni hissetmesini bırak; bana bakmasını bile tadamayacağım. Ne düşünürse düşünsün şimdi. Nasıl olsa, umudu olmayan bir bekleyiş olacak...
Sahilde durdu, bir şeyler istercesine yüzüme baktı. Yürümeye başladık. Yan yana ve sessiz.
Rüzgar, beni uçurur gibi savurdu. Elimden tutması, an meselesi olmuştu. Tutmasa da farketmezdi, ruhum uçuyordu ve bağırıyordu.
"Sanırım fazla çalışıyorsun.”
"Nasıl yani?" diye karşılık verdim.
" Saklamana gerek yok, hani eşşeksin ya, nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?" beni mi deniyorsun, dedim içimden.
“Aslında bende bilmiyorum. Bazen bu halim bana yabancı geliyor. Sanırım, sıkı bir dinleyiciyim."
“Anladım, sadece dinlemek ne kazandırdı sana peki?" pekiyi cümlenin sonunda kullanması, konuyu ısrarla öğrenmek istiyorum anlamına geliyordu.
“Hayatımın başka bir döneminde olsaydı, inanın daha farklı olmayı seçerdim."
Denizi izlemeye koyuldum gözlerimi kısıyordum. Hava ılıktı. Fakat rüzgar, düşünmeme fırsat tanıyordu.
“Bazen, zor olanla karşılaşmak güçlendirir insanı, kemikleşirsin." Oldukça düşünceliydi. Bunu söylemesi beni şaşırtmıştı.
Sustum...
İçimden Allah’ım beni utandırma dedim.
Hayretle dinliyordum.
“Ebetteki herkes sıkıntı yaşamıştır. Ama, bunu sizin söylemeniz çok manidar sanki?” Gülümsedi. Gözlerini, mecburiyetten diktiği denize daldı. Gafil avlanmamak için, yönünü değiştirdi.
“Arabaya dönelim. Sana göstermek istediğim bir yer var."
Hınzırca.
“Umarım beğenirim." Dedim.
Alaycı bir gülüş attı, bana doğru. Hoşuma gitmişti. Hatta içimi ısıtmıştı. Bana bak lütfen, hep böyle bak bana; hiç çevirme gözlerini üzerimden. Görmeyecekti beni biliyorum. Bu kadarı bile yeterdi benim için. Benim olmasın isterse, ama; o bilmeden arkadaş olalım, dost olalım ve ben ömrüm boyunca ona doğru akıp yüreğine doğru nehir yatağı yapayım.
Yüzünü diğer tarafa çevirip, tekrar yürümeğe başladı. Denizin sakinleştirici sesi kemiklerime işlerken, yüreğim uyuyordu. Sadece onu tanımak için; bir reklam kampanyası için buradaydım. Ötesi olur mu? Koca bir HAYIR...
Arabayı, yol kenarına çekti. Geldiğimiz yer bir restoran, fakat; lüks gözükmesine rağmen, bir o kadarda salaş bir havası var buranın. Yeni bir mekan olduğu belliydi. Bu arada dakikalar birbirini kovalıyor sanki. Zaman, bana düşmanmış gibi akıyordu. Mekana girer girmez, birkaç kişi önümüze doğru koşuşturdu. Hoş geldiniz diyerek, bizi güzel bir masaya aldılar. Denizi gören, yanında akvaryum ve çiçekler olan bir masaya geçtik. Çiçek kokuları, buram buram havada yayılırken, bende iyice havaya girmiştim. Balık restoranı olduğundan, balık yememiz gerekiyordu. Oysaki, ben balık sevmezdim. Zoraki gülümsemelerim, dikkati çekmiş sanırım. Önüme ıstakozu bıraktıklarında, arkama bakmadan kaçmak istedim.
"Başka bir şey sipariş etmek istiyorum." Dedim. Garson: “Elbette efendim, ne istersiniz?” Yediğim tek balık, yağda kızarmış kalamar ve barbun. Tabi ki iyi ayıklanmış, kafa, solungaç, kollar olmadan.
" Tavuk sote ve kalamar istiyorum" dedim. Çağan kahkaha atarak: “tavuk sote mi?” diye ekledi.
Garson: "elbette efendim, yalnız biraz bekletmek zorundayız.” dedi ve ayrıldı yanımızdan. Istakozu profesyonelce ayırıp, bana bir parça uzattı.
“Denemelisin, tadını almamış bir kimse var mıdır acaba?"
"Ben almasam, ayıp olur mu?"
"Ebetteki olur. Yalnız, en azından denemelisin." Eli adeta havada kalmıştı. Tek hamleyle, gözlerim kapalı ağzıma aldım lokmayı, çiğnemeye başladım, tadı harikaydı. Yüzüm gülüyordu sanırım. Evet hoşuma gitmişti. Çıkarmak istiyordum. Midem kaldırmadı. Yinede kalamardan kötü olamazdı, genelde kızarmış olanı tercih ederdim. Böylelikle, sorun çözülmüş oldu. Sade bir gülümsemeyle, selamını almış oldum. Ama hani derler ya: ‘Hatırın için, çiğ tavuk yerim.’ Aynen o işte. Hatta, soluk almadan, seni yüreğimde saklamak kadar zordu sanki.
" Ada, hep böyle duygulu musundur? Sadece birazcık ıstakoz yedin." Gülümsüyordu.
" Evet desem ne değişecek acaba. Yani evet ıstakoz yememiştim. Aslına bakarsanız, balık olarak sadece birkaç ürün tüketiyorum. Istakoz, ömrüm boyunca bir daha yiyemeyeceğim bir hayvan. O yüzden çok duygulandım."
Yüzündeki gülümseme bir anda kahkahaya dönüştü. Zorlukla.
"Hayvan? Ama bunu yüzüne karşı söyleme." Yüzü ciddileşti.
" Seni duyup üzülebilir." Şimdi, gülümsüyordu. Sonra gözlerini devirdi. İlerleyen vakitlerde, sohbetimiz mesafeli, ama; bir o kadar sıcak geçti. Nirvana, yanı başımda benden ders almayı bekliyor şimdi. Öğle kendimi buldum. Konuşurken alnına dökülen, uzun saçlarını takip ediyordum. Jöleye bile ihtiyaç duymayan, harika saçlar. Daha ne hazineler görünürde, piramidin içinde bulunamayan saklı hazine gibi, kalbine ulaşmak zor olacak. Beklide hiç, hatta gerçekten bir hiçlik. Beni sürekli düşünmeye teşvik eden, dudaklarının arasından parlayan dişleri. Vaktimiz gelmişti artık, oradan ayrılırken, sürüncemede kalmış gibi gitmek istemiyordum.
"Nasıl beğendin mi?"
Neyi?"
"Beni..."
Ne diyor bu adam, soluk alışlarımı duyuyordum. Hemen toparladım kendimi. Bana böyle şakalar yapma.
“Aslında ıstakoz güzeldi," lafı çevirirken, duymadım demek istemiştim. Ama çevirmek, istemeden oldu bu ve zordu. Evet, seni beğendim ilk gördüğümde de beğenmiştim; ama şimdi benim takıntım oldun. Duyabiliyor musun. Tabiki hayır. Bunları duysa ne tepki verirdi. İleriye bakıyordu ufka bakar ve geleceği görür gibi.
“Demek beğendin, sevindim. İş ilişkisinde olduğum kişilerin, memnun olmaları benim için bir tatmin."
Ben şuan şiştim. Fena durmadı sanki bu laf, daha kötüsü, kâbus, suratım asıldı. Ansızın yüzüne baktım.
"Emin olun kampanya harika olacak." Telefonum çalmaya başladı. Arayan Ufuk'tu. Açmam gerekiyordu.
“Efendim.”
“Neredesin Ada, telefonun kapalıydı. Çok merak ettim."
“Arkadaşımla beraberim. Edirne' de."
"Edirne mi? Anladım, peki akşam görüşelim. Yeni bir kampanya çalışması var. Ona da göz atman gerekecek.”
“Tamam olur, ben eve gelince ararım seni."
"Ben alırım seni Ada, dokümanlar bende tekrar dağıtmak istemiyorum.”
"Sana mı tamam. Ben 6 gibi evde olurum. Hoşçakal."
“Hoşçakal."
Beni durdurup gözlerime dikti yine gözlerini, o kahrolası gözlerini. Bu kadar göz teması beni öldürüyordu. Bazen yaşıyor muyum diye nabzımı kontrol ediyordum.
“Arkadaş mı? Biz arkadaş mıyız, teşekkürler." Neden böyle saçma bir cümle kurmuştum; çünkü, Ufuk benden hoşlanıyor. Ve beni almak için, buraya gelecektir eminim.
“Biliyorsunuz ben bekar bir kızım ve her tanıdığımla, bunları yapmıyorum, sadece iş tabi ki ama; yinede temkinli olmam gerektiğini düşünüyorum. Özür dilerim. Arkadaş değiliz. Ben patavatsızlık ettim.”
"Problem değil. Bir an korktum."
Gözlerim irileşmiş, yüreğim burkulmuştu.
“Ben yerimi bilirim Çağan bey sıkıntı yok."
"Güzel."
Acaba ondan hoşlandığımı mı düşündü. Yine bir pot kırmıştım. Bu kabalıktan sonra, önemi de kalmamıştı.
______________________
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKI BEKLERKEN
RomansaAda 30'lu yaşlara gelmiş, fakat hala aşkı bulamamış bir kadın. Karşısına çıkıp aklını başından alan Çağan'a mı yoksa en sevdiği dostunda mı aşık olacak? Trajıkomik hayat felsefesi ve sakarlıklarıyla birazda kendinizden bulacağınız kıssadan hiselerle...