Uzun süredir yürüyorlardı. Hilal'in elini bırakmadan onu takip ederken şehrin diğer tarafına nasıl döneceğini bilmiyordu. Anlatılanlar kadar teknolojiden uzaktı. Özellikle duvarlardan uzaklaştıklarında beton yolun üzerini kaplayan çimenler, upuzun ağaçlar, evleri hatta yol üzerindeki arabaların içini istila etmiş bitkiler vardı. Çoğu teknolojik yapıt kullanılmaz haldeydi. Doğa, kaybettiklerini geri istiyordu ve anlaşılan almayı başarmıştı. Bir insanın o kadar gelişmiş bir teknolojiyi bırakıp burayı seçme nedenini anlamaya çalışıyordu. Lucas arada bir arkasını dönüp Hilal'e sonra da kendisine bakıyor, küfür ediyordu aynı cümleyi söyleyip duruyordu.
"Bu tehlikeli Hilal. Çok tehlikeli hem de. Sorumluluğu alsan bile eğer bir sorun çıkarsa kampa asla dönemeyeceksin. Belki de kampı yok edecekler. O kadar insan ne yapacak?"
"Lucas, lütfen. Daha fazla konuşmayalım. Dediğim gibi Eftalya'ya gösterdikten sonra eğer tahmin ettiğim robot değilse çöplüğe geri götürürüz tamam mı?"
Hilal bu cümleyi kurmaktan sıkılmamıştı. İçinde yıllardır büyüyen umut, onun gözlerini gördüğünden beri kontrol edilemez bir hal almıştı. Yürümeyi bıraktığında başını çevirip yüzüne baktı. Aynı ifadeyle kendisine bakıyordu.
"Neden yürümüyorsun?"
Gidip gelen ekrana odaklanmaya çalışırken yüzünü buruşturdu. Yürürken sistemini zorlamaya devam ediyordu. Hilal'in tuttuğu elinden nabzını ölçebilmişti. O kadar yüksekten düştükten sonra bunu yapabilmesi iyi bir şeydi. Hilal hala yürüyen Lucas'a bir kere daha baktıktan sonra yürümeye başladı. Bu defa sorun çıkartmadan kendisini takip etmeye devam etmişti. Aldığı darbelerden sonra kendisine gelmeye çalıştığını anladı.
"Kendini zorlama, zarar görebilirsin. Seni kontrol etmesi için birine göstereceğim."
"Profesör Cevdet gibi birine mi? Beni o yarattı. Başka birinin çözebileceğini sanmıyorum."
Hilal durdu. Derin bir nefes aldı. Gözleri anında dolmuştu. Oysa onu görmeden önce babasından bahsettiğinde sadece hayal kırıklığı hisseder, burukça gülümseyip geçerdi. Şimdi hissettiği bu duygular çok karışıktı.
"Onun kadar iyi birine."
Bir şey söylemedi. Açıkçası teknolojiden bu kadar uzakken kendisini nasıl düzeltebileceklerini merak ediyordu. Sonunda kamp alanına geldiklerini insanları görmeye başlayınca anlamıştı. Herkes kendisine şaşkınlıkla bakıyordu. Tabi nefretle bakanlar da vardı. O kadar alışmıştı ki artık gözlerindeki o ifadenin nefret olduğunu anlaması için analize ihtiyacı yoktu. Durduklarında etrafı bir sürü insan tarafından sarılmaya başlamıştı. Lucas derin bir nefes alarak Hilal'e döndü.
"Sana söylemiştim. Ondan kimse hoşlanmıyor."
"Hoşlanmalarına gerek yok zaten."
Elini bırakarak birkaç adım attı. Gözlerini daire oluşturan insanların üzerinde gezdirdi. Bunca yıldır buraya gelen ilk insanlardan biri olarak onlara bunu nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Teğmen'in gözlerine baktı. Onun için Lucas'ı karşısında almıştı fakat bu kadar insanı nasıl alacaktı? Buradaki herkes ailesi sayılırdı. Etraftaki fısıldalaşmaları duyabiliyordu. Çoğu kişi onu ilk gördüğünde kendisi gibi insan zannetmişti. Başını dikleştirdi.
"Onun adı L 1919. Kampta, bizimle beraber kalacak."
Tahmin ettiği gibi itiraz edenler büyük bir gürültü yaratmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FanfictionHiLeon'u 3022 yılında hayal edin. O zamanın teknolojisini, imkanlarını düşünün. Her şeye rağmen bütün farklılıklarını bir kenara bırakıp kalplerindeki saf sevgiyi bularak birbirlerine kavuşan bu çiftimizin bambaşka bir evrende olan mücadelesi. 02/10...