Şehre vardıklarında saat sekiz olmuş, hava kararmaya başlamıştı. Neredeyse beş saattir durmadan yürüyorlardı. Hilal ayaklarının su topladığını hissedebiliyordu. Leon adamı vurduğundan beri hiçbir şey söylemiyor, yüzündeki ifade değişmeden yere bakıyordu. Tanıdık gelen sokakla adımlarını yavaşlattı, buruk bir gülümseme belirdi dudaklarında. Leon'a baktığında onun hala yürümeye devam ettiğini gördü.
"Buradaydı."
Ancak sesini duyduğunda durmuş, arkasını dönmüştü.
"Ne buradaydı?"
Hilal dolmaya başlayan gözlerini camları kırılmış, oturağı parçalanmış otobüs durağına çevirdi.
"İlk karşılaşmamız."
Leon hiçbir şey anlamamıştı. Hilal otobüs durağının yanına gitti, paslanmış demirini tuttu. Artık daha fazla kaçamayacağını hissediyordu. Leon insanlaştığını zannederken, duygularla boğuşurken yeterince bencillik etmişti.
"Yunanistan'a ilk geldiğimde, on beşime yeni basmıştım. Babam hükümet tarafından özel olarak çağrılmıştı. Annem ölünce babamı canlandıran tek şey bu çağrıydı. Ona karşı çıkamadım bu yüzden... Öğretim hayatımı burada devam ettirmek zorundaydım. Liseyi bambaşka, dilini bilmediğim bir yerde okumak korkunç geliyordu."
Leon'a bakmasa da kendisini dikkatle dinlediğini biliyordu. Elini saçlarından geçirdi. Gerçekleri anlatmak düşündüğü kadar zordu.
"Liseler açılmadan bir hafta önce geldik. Babam ve yanındaki birkaç adam beni hep gezdiriyordu. En az bin defa tekrar etmişlerdi hangi otobüse binmem gerektiğini."
Gülümsedi, Leon'a baktı.
"Ama bilirsin beni, rakamlarla aram iyi değildir. Yanlış, daha doğrusu yolu uzatan bir otobüse binmiştim ilk gün. Bunu fark ettiğimde o kadar telaşlanmıştım ki ilk durduğu durakta otobüsten inmiştim. Babamı aramak o korkuyla aklıma bile gelmemişti."
Yarısı kırılmış oturağın sağlam tarafına oturdu. Leon düşecek diye düşünüp Hilal'e yaklaşmıştı.
"Burada oturup yere bakıyordum. Saatler geçti, okulun yarısı bitti neredeyse. Kalabalığın içinde tanınmamak, bunca sorunu sağlam kafayla düşünmemi sağlamıştı aslında. Ne zaman ağlamaya başladığımı bilmiyorum ama başımı kaldırdığımda, sen saçlarımı okşuyordun. Tedirgin oldum tabi yabancı bir çocuk beni teselli etmeye çalışıyordu. Adın Leon'du."
Şimdi gözünden yaşlar düşmeye başlamıştı. Hıçkırıklarını tutmaya çalışarak, "Türkçe konuştuğumda bana Türkçe karşılık verdin. O kadar sevinmiştim ki! Yarım yamalak konuşabiliyordun ama koca ülkede beni anlayan birini bulmuştum sonuçta. Zaten zamanla birbirimize dillerimizi öğrettik. Bana yetiştirme yurdundaki öğretmenlerinden birinin Türk olduğunu ve onu çok sevdiğin için Türkçe öğrendiğini söylemiştin. Aynı okulda okuyormuşuz meğer. İlk gün gitmeyecektin ama beni götürmek için gittin. Sonra seninle çok iyi arkadaş olduk." kırkırdadı ve devam etti. "Ben otobüs arkadaşım diyordum sana. Her sabah seninle vakit geçirebilmek için daha erken kalkıp o otobüse biniyordum. Bana bildiğin her yeri gezdirmiştin hatta otobüs turlarıyla gezmediğimiz şehir kalmamıştı. İkimiz de Yunanistan'ı yeniden tanıyorduk ve senin yanına kendimi o kadar özgür hissediyordum ki Leon. Annemin acısını, babamın yasını atlatmama yardım etmiştin. Yaz tatillerinde bile beraberdik. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FanfictionHiLeon'u 3022 yılında hayal edin. O zamanın teknolojisini, imkanlarını düşünün. Her şeye rağmen bütün farklılıklarını bir kenara bırakıp kalplerindeki saf sevgiyi bularak birbirlerine kavuşan bu çiftimizin bambaşka bir evrende olan mücadelesi. 02/10...