Bölüm 7

385 58 15
                                    


 Tüm gün bahçedeydim. Sıkıntıdan ve stresten kafayı yemek üzereyken , dikilmeyi bekleyen bir sürü çiçek aklıma geldi. Evde herkes işiyle meşguldü. Sessizliğe sadece radyodan gelen melodiler engel oluyordu. Evin etrafındaki ağaçların yapraklarının hışırtısı bile işitiliyordu. Yalnızca kendimi duyamıyordum. Aklımdan ve kalbimden geçenleri anlamıyor, anlayamıyordum. Huzursuzdum. Anne özlemime yorsam da önce bu hisleri, daha başkaydı.

Elimdeki su ibriğiyle çiçekleri, fidanları besliyordum. Kendi açlığım henüz yeni gün yüzüne çıkıyordu. 

"Jimin, Jung Hoseok da geldi, akşam yemeği hazır. Seni bekliyoruz." 

Arkamdan gelen sesle birlikte ayağa kalkıp üzerimdeki tozları silktim. Gidip yemeğimi yemeli ve yatmalıydım. Çok yorgun hissetmem bundan da olabilirdi.

"Geliyorum! Siz başlayın." 

Gelmeyi istemiyordum aslında. Herkes yesin, ben tek kalayım, biraz daha düşünerek yorulayım istiyordum. Yemeğe aç değildim. İçimdeki açlık hissi tamamen farklıydı. Okuduğumuz kitaplarda bile tam hissettirilemeyen bir şeydi bu. 

 Elimi yıkayıp hemen mutfağa geçtim. Başlayın dediğim halde beklediklerini gördüm, yavaş hareket ettiğim için kötü hissetmeden edemedim o an... Her zamanki yerime oturup onların yemesini bekledim. 

 "Bütün gün çalışmışsın Jimin." 

 Malesef dememek için kendimi zor tuttum o an.  Bütün gözler üzerimdeydi ve buna cümleye ne cevap verilirdi bilmiyordum. Çalıştım çünkü sıkılıyorum , çalıştım  çünkü kafamı dağıtmam lazımdı...

 Ağzıma bir parça patates atıp çiğnerken, başımla onayladım.  Tabağa değen kaşıkların, çatalların sesi yankılanmaya devam etti. Birkaç dakika sonra herkes dağılacaktı, yine ben ve Jung Hoseok kalacaktık. Bunu düşünmek bir anda beni strese soktu. Yemeğime odaklanamıyordum. Kafam bir sürü şeye takılmıştı. Bahçede kışın iş olmayacaktı, belki eve giderdim. Yaşıtlarımdan soylu olanlar farklı şehirlere üniversite okumaya gidiyordu. Belki biriktirdiğim parayla kimseye yük olmadan okulumu okurdum. 

  "Jimin? Bir sorun mu var?" 

 O ince sesini sanki ilk defa duyuyor gibi hissettim. Gözlerimi tabağımdan çekip, Jung Hoseok'un  her köşesi kusursuz olan yüzüne sabitledim. Gülümseyip arkasına yaslandı. "Kafanda ne var?"  

 Tabağımı ileriye doğru ittirip ben de arkama yaslandım. "Sadece, garip hissediyorum."

 Aramızdaki birkaç yaşa güvenerek ona  sıkıntılarımı anlatmak istiyordum. Benden fazla yaşamıştı , benden daha çok  bilgisi olmalıydı.  

 Kaşlarını kaldırıp , kafasını salladı. "Yani, nasıl diyebilirim?  Yaşıtlarıma bakıp aklıma bir şeyler not ediyorum. Ya da aniden canımı sıkan hislerle karşılaşıyorum. Bazen beni uyutmuyorlar."  Oturduğum yerde biraz öne doğru edildim. Bir sır veriyor gibi hissediyordum. "Sizde de oluyor mu bunlar?" 

 Bir anda gülmeye başladı, elini saçlarıma atıp karıştırdı. Yanaklarımın önümdeki köftenin sosundan daha kırmızı olmalıydı.  "Evet Jimin." Benim gibi öne eğildi. Hemen önümdeydi. Büyük ihtimal gözlerim şaşıydı şu an. "Bunlar senin büyümeni gösteriyor, sorumluluklar aklına geliyor, aşk aklına geliyor çünkü büyüyorsun." 

 Vücudumun her köşesi bir anda soğuk suya girip çıkmış gibi titredi. 

 "Gerçekten mi?" 

 Saçlarımdan elini çekip masanın üzerine koydu. Büyük ihtimal az sonra masayı toplayacaktı. "Gerçekten. Bunlar güzel hisler. Bu hisler oldukça, yaşıyormuşum diyebiliyor insan." Cümlesini tamamladığı  gibi önündeki boş tabağı kaldırdı. Hemen peşinden ben de masadaki boşları kaldırdım. "Yaşamak iyi bir şey mi Hoseok hyung?" 

 Dediğim ile durakladı birkaç saniye. Bu sırada yanına gidip elimdeki boşları lavaboya bıraktım. Suratı donmuştu. Yani iyi bir şey değil, diye geçti dudaklarımdan. Duymadığından emindim. Ben de duyamamıştım. 

"Aslında,"  boş ellerini tezgâha yasladı ,  " iyi hâle getirmek mümkün."  Gözleri parlıyordu. 

 "Mümkün, kişinin elinde her şey. İnsan ister kendisine, isterse de bir başkasına bağlanıyor ve yaşamayı iyi bir hale getiriyor. Ben müziğe bağlıyım mesela. Yaşamayı sevdiren o oldu. Ailemi kaybettikten sonra mutlu olamayacağımı sanıyordum. Piyanom odanın bir köşesinde tozlu haliyle duruyordu. Ömrümün kıyısında olduğumu hissettiğim o gün, tek bir tuşa basmak istedim. Yalnızca siyah, tozlu bir tuş..." 

 Gözleri yerdeki parkelere odaklanmıştı. Sanki o günü tekrar yaşıyor, o tuşlara şu an tekrar dokunuyordu. 

"Tek bir tuşla kalamadım. O siyah tuştan kalkan toz bulutları bir diğerine kondu. Sonra bir diğeri. Parmaklarım toz içinde kaldı ama tuşlar artık  tertemizdi. İşte o an mutlu oldum. Ressamın elinin boyalarla dolu olduğu ellerini gördüğündeki mutluluktu o. Eğer işini hakkıyla yaptıysan, sen kan ter içinde kalırdın ve elinden çıkanlar tertemiz birer sanat eseri olurdu."

 Kafasını bana çevirdi, gülümsediği için gözleri küçücük olmuştu ve biriken yaşlar yanaklarında izler bırakarak çenesine doğru ilerliyordu.  Gözlerim bu sırada tam çene hizasına denk gelen mutfak kapısına takıldı. Işığın altında bir gölge vardı. Biz burada konuşurken hep burada mıydı bilemesem de, şu an oradaydı. Kim olduğunu bilebilmem için yanına gitmem gerekiyordu. Bunu yaparsam da Jung  Hoseok da fark ederdi . Tepkisi ne olurdu bilemediğim için sustum. 

 Gölgeyi biraz daha izledim. Aramızdaki sessizlik uzadıkça uzadı ve o gölge oradan ayrılmadı. Bir kadın gölgesi miydi yoksa erkek gölgesi mi anlayamadım.  

"Yaşamak ölene kadar,ölümü tanıyana kadar iyi bir şey Jimin. Bunu çok iyi anladığın zamanlar olacaktır. Yine de umarım bu sınıra gelmezsin. Ölümle ilk tanışman umarım aynı zamanda son tanışman olur." 

Böylece gölge uzaklaştı.

Gardener ☆ JihopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin