Bölüm 8

370 58 44
                                    


*eh artık adrenalin ya da itiraflar havada uçuşsun değil mi? azıcık bottom hoseok var🙈*


  Sabahın ilk saatleriydi. Görmek istediğim tek insan bir anda Jung Hoseok olmuştu. Yüzü sürekli gözümün önüne geliyor, sözleri beynimde dolanıp duruyordu. Bir şeyleri aşıyordum ancak bunların ardından yeni engellere takılıyordum. 

  Söylemesi zor ama... Sanırım Hoseok Hyung'un flört ettiği kızdan hoşlanmıyordum. Tabi ki, ben değil o hoşlanmalı, sevmeli.  O kız hakkında ne zaman konu açılsa , o da sevmesin diye dua ederken buluyordum kendimi. Beni sevebilir. Yine deno kızı sevemez.

 Kahvaltıda Hoseok Hyung yoktu. Tahmin edilmesi zor değil ; güne berbat başladım.

 Herkes kahvaltı masasını silip süpürmüş, hemen ardından da işe koyulmuştu. Yapacak işim de yoktu.  Bahçe boşken, bahçıvan olmak bir hayli sıkıcıydı. Ektiğim fidanların büyümesi zaman alacaktı. Beklerken de bol bol sıkılacaktım.

 "Jimin, Jung Hoseok gelmiş. Elinde bir sürü paket var. Koş." 

 Elimdeki çatalı masaya sert bir şekilde bırakıp koşmaya başladım. 

 Kapıyı açtığımda diğer çalışanların ona söylediklerini işitebiliyordum. "Efendim, beliniz hassas,yapmayın." 

Ayaklarımın çıplak olduğunu yeni fark etsem de umursamadan koşmaya devam ettim. Hemen yanına geldiğimde, soluk soluğaydım. "Lütfen, taşımama izin verin."

Ellerim elindeki buketlere uzandı. Bir sürü , hem de bir sürü çiçek vardı. Nefesim düzene girememişti. O da, bir anda olduğu yerde durdu. Ellerimi tutup buketlere sardı. "Sıkı tut. Bunlar senin." Kulağıma doğru fısıldadığını hissettiğim an, buketleri sıkı tutmam daha zordu. Hızlı aldığım nefes, aniden yavaşlamış hatta durmuştu. Buketlerin arkasındaki yüzü ortaya çıktığında, benim yüzüm görünmüyordu.  Elini omuzuma attı. 

  "Seni yönlendireyim. İyi uyudun mu?"

 Yüzüm yanıyordu, nefesim düzensizdi. Kelimeleri bir araya getirebilecek halde değildim. Yalnızca başımı salladım.

 "Ben de, sorduğun için teşekkür ederim."  

  Yaramaz tondaki sesi beni iyice bitiriyordu. Onu sevmesin, beni sevsin. 

 "Konuşmayacak mısın?"

 Kapının kapanma sesini duyduğumda buketleri biraz daha aşağı aldım. Sonunda evin içindeydik. Şimdi odama mı gitmem gerekiyordu, yoksa salona mı? Bu buketler gerçekten benim miydi?

Omuzumdaki elleri bedenimi ittirmeye başladığında kekeleyecek olsam da durmadım. "Efendim, yani Hyung," Cümlemi tamamlayamıyordum. Ne demeliydim? Konuştuğum dili unutmuştum bir anda! 

Odamın kapısını açıp bedenimi içeriyr doğru ittirmeyi sürdürdü. Yatağa oturduğum an, buketleri özenle yatağa bırakıp ellerimi tuttu. "Konuşmak zorunda değilsin. Bunlar senin. Gelirken aldım. Her çeşitten var."  Önümde diz çökmüş vaziyetteydi. Bu durumda normal hissedemezdim. Kocaman da gülümsüyordu. "Bizim küçük Jiminie'miz bu buketleri hak ediyor."

  "Hyung, ben..." Odadaki çiçekler öyle güzel kokuyorlardı ki... Odaklanamıyordum. Bunları o kıza da yapmış mıdır? 

 "Teşekkür ederim." Utanarak mırıldandım, yüzüne bakamıyordum. Ne yapayım? Sanırım onu seviyorum.

 "Jimin, sence aşk..." Yavaşça yanıma oturdu. Ellerimi daha sıkı sardı . Gözleri iç içe geçen parmaklarımızdaydı. "yalnızca, aynı kategorideki insanlar arasında mı olur?"

 Demek istediğini anlamıyordum. Aşkın ne zamandır kategorisi vardı ki?

 "Mesela, ben illa bir müzisyenle veyahut bir soylu ile mi evlenmeliyim?" 

 Pekâlâ, şimdi anlıyordum. Gözlerinden akan yaş, onu böylesine üzen şey... 

"Söylesene Jimin, yalvarırım. Ben seninle de olamaz mıyım?"  

 Bunca zamandır dikkatimi çekmeyen yarası, o an içimden birçok duyguyu aldı ve götürdü. Dudağı patlamıştı. Bu uçuk falan değildi. Parmaklarımı yüzüne yönlendirdim. Benden bunu yapmamı bekliyormuş gibi anında döndü. "Ne yaptılar sana böyle hyung!"

 İşaret parmağım dudağındaki yaranın etrafında gezindi. O'ysa diğer elimi sıkı sıkıya tutuyordu. "Kim yaptı bunu?  " 

 Kaşlarını çattı. "Cevap vermedin?" 

Bir an her şeyi unutmuştum. "Ne cevabı? Asıl ben soru soruyorum! Kim yaptı bunu?" 

 Yüzündeki elimi ittirdi. "Sen de mi onlar gibisin? Soru soruyorum, cevap vermiyorsun. Beni neden dimlemiyor kimse? Ben sesimi duyuramıyor muyum?" Diğer elimi bırakıp ayağa kalktı. Üzerindeki , tahminen en ünlü terzilere diktirdiği, gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Görüşüm buğulanmıştı. Karnındaki morlukları net olmasa da görebiliyordum. "Duymuyorsunuz ki beni. O'na da dedim. Dinledi, duydu. Sen de duy."

  Bir çeşit şoka girmiş gibiydi. Gömleğinin son düğmesine geldiğinde , durdu. Boynunun etrafını kontrol etti elleriyle. "Çok bağırdım, acıyorlar." 

 Hemen ayağa kalktım, göğsü kıpkırmızıydı. Ellerim boynundaki , açılmayı bekleyen son düğmeyi tuttu . Aklım başımda değildi. Ne yaptığımı bilmiyordum. Düğmeyi kopartırcasına açtım. Pahalı kumaş anında yere düştü. Jung Hoseok ve ben de buketlerin kapladığı yatağıma. İkimiz de ağlıyorduk. 

 "Jimin, seninle olmak için yanıp tutuşuyorum. Onlar ne derse desin." Onlar kimdi, bunu kimler yapmıştı, beni anlattığı kişi kimdi bilmiyordum. Tek bildiğim; ben de onu istiyordum. 

Üzerimdeki bedenini sıkıca kollarım arasına aldım. "Gözlerini aç hyung, benimlesin. Kimse yok ve bu çocuk da seninle olmak için yanıp tutuşuyor."  

Buketlerin üzerindeydik , kesinlikle ezilmişlerdi. "Jimin? Sen misin?" 

 Gözleri titriyor, burada olduğuma inanamıyormuşcasına her zerremi inceliyordu. Buraya gelirkenki hali ile şu anki halinde milyonlarca fark vardı. 

 "Evet, tanıyamadın mı beni?" Sorduğum soru onu güldürmeye yetmişti. Bir elini yatağa yasladı, ardından diğer elinin tersiyle yanağımı okşadı. Göz kapaklarım benden izinsiz kapandı o an.  Nefesi kirpiklerime değiyordu. 

"İzin verir misin bana? Seni seveyim." 

 İzin istemesine gerek bile yoktu. "Yeter ki sev hyung."

 Anın heyecanıyla gözlerimi daha sıkı yumdum. Dudaklarımdaki dudaklarını hissettiğim an , göğsümden aşağıya bir esinti aktı. Vücudum şu ana kadar hiç tatmadığım bir arzuyla titriyordu. Birkaç dakikanın ardından ikimizin de üzerinde bir şey yoktu. Biz ne yapıyorduk?

 "Sana yemin ederim, dünya üzerindeki tek arzumsun."

  Dudaklarımızdan kopan inlemeler, birbirine sürtünen göğüslerimiz hiç yanlış hissettirmedi. Onun bu hareketlerine sanki yıllardır alışıktım. 

Nefes nefese geri çekildi. Gözlerim zor da olsa açıldı. Kırmızı göğsü hızla inip kalkıyordu. Saniyeler içindeyse saçları inip kalkıyordu. Yatağın gıcırtısı umurunda değildi. Duyulan seslerimiz de öyle. 

Gardener ☆ JihopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin