🔥 ''Gecenin nezaretinde tutuklu kalmayan sahipsiz her gizli sır, vakti geldiğinde mutlaka açığa çıkacak!''🔥
(Buraya okuma tarihinizi not edin🔥)GİRİŞ
Herkesin bir hikayesi vardı; kalemin en keskin tarafının mürekkebiyle yazılan. Kimi insan aynı dertlerle hemhal olurken, kimi insan ise bir tufandan diğer tufana sürüklenirdi. Yazılacak milyonlarca yaşanmışlık serüveni vardı bu hayatta; mürekkebini tozlu sayfalara akıttığında kalemin en derinden kırılacağı...Ve yine yazılacak milyonlarca satır, milyonlarca kelime vardı bu hayatta; satırların gülüp geçeceği.
Kimi insanın hikayesi ana rahmine düştüğü ilk anda, kimi insanın hikayesi ise iliğini kurutacak bir çıkmaza girdiği an başlardı.
Onun hikayesi de, zehirli mürekkebini satırlara döktüğünde ruhun kırık kalemini kanatacak, yazdığı satırların ağlayıp darağacında asılıp idamını verecek, insanın yüreğini derinden dağlayacak türdendi. Çünkü onun hikayesi şafağın sökmeye, güneşin doğmaya utandığı o kara gecede başlamıştı.
Gece karanlığın koynunda uykuya vurulmuşken, sabahın yaklaştığının emaresi göğün bağrına oturan kızıllıktı.
Hunharca yitip giden saatlerin ardından saatlerdir aynı koltuğun üzerinde kıpırdamaksızın oturan bedeni, ruhsuz bir cesetten ibaretti. Çünkü ruhu içerisinde bulunduğu helikopterin dört bir köşesine çarpa çarpa can çekişiyordu. Aracın ılık havasına meydan okuyan bedeni gereğinden fazla terlemişti. Vücudunu acımasızca esir alan ateş, kaderine giden yolun birazdan sona ereceğinin telaşıyla geçen her dakika da daha da şiddetleniyordu. Dermansız avuç içlerini, tozlaşmış siyah renkli kumaş pantolonuna bastırdı. Ziyansızdı.
Verdiği karardan ötürü pişmanlık hissetmiyor, yapması gerekeni yaptığını düşünüyordu. Yolun sonu pek parlak değildi lakin kendisine olan güveni ona yeterdi. En çok sevdikleri için almıştı bu kararı, eğer ona söylenilenler doğru ise hayatlarını kurtarabilirdi.
Gerçekten şu an yaşadıkları hayat, çok boktandı. İnsanlık ölümün kıyısındaydı, her geçen gün o kıyıdan birileri ölüm nehrine akıyordu. Buna birilerinin dur demesi gerekti. Dünyada her geçen gün daha da çok yayılan illet bir virüs hakimdi ve bu biyolojik savaşın belirtisiydi. Eskiden beri insanoğlu birbiriyle güç savaşı içindeydi, mühimmatı en çok olan galip gelirdi lakin bu sefer önemli olan mühimmat değil, bağışıklıktı.
''Siz seçilmiş özel insanlarsınız.''
Zihninin kıvrımlarında devamlı bu söz kolgeziyordu. Buna inanmaktan başka çaresi yoktu. Omzundaki leke inanması gerektiğinin en büyük kanıtıydı.
Düşüncelerinden uyandıran şey helikopterin olduğundan daha fazla sarsmaya başlamış olmasıydı. Bu durum bağlı kemerini sıkı sıkı tutmasına sebebiyet veriyordu. ''İnişe geçiyoruz,'' anonsu duyulduğunda içinde filizlenen korkunun tüm hücrelerine yayıldığını hissetti. Aynı ses bir kez daha kulaklarına hücum etti. ''Sıkı tutunun.''
Helikopter güçlükle alçalmaya başladığında, herkesin gözü camlara doğru çevrilmişti ama ne yazık ki sisten dolayı hiçbir şey gözükmüyordu. Nihayet sert bir darbeyle iniş yaptığında istifra etme isteğini durdurmaya çalıştı. ''Sonunda,'' diye mırıldandı çocuklardan biri. Herkes telaşla yerinde kıpırdanırken, her ağızdan bir ses çıkıyordu. Araçtaki uğultuyu durduran şey, pilotun kuvvetli anonsuydu. ''İniş yapmış bulunmaktayız, kemerlerinizi açıp çıkış kapısına ilerleyiniz.''
Herkes büyük bir heyecanla denileni yapıp çıkış kapısına doğru yöneliyordu. Genç kız, hareketsizlikten uyuşup, kaskatı kesilen bedenini nihayet hareket ettirerek ayağa kalktı ve tek sıra halinde kapının açılmasını bekleyenlerin arasına doğru yürüdü. Dışarıdaki manzaradan kimsenin haberi yoktu. Nihayet kapı açıldığında karşılaştıkları manzara gün içinde aldıkları ikinci büyük darbeydi. ''Vay anasını,''diye mırıldandı hafif toplu çocuk. Sesinde şaşkınlığın verdiği alaycı bir hava hakimdi. ''Karşılamaya bak.''
Genç kız, bir hışımla helikopterden indiğinde gözlerine inanamadı. Kalın pembe dudaklarından sadece, ''Hassiktir,'' kelimesi döküldü. Onları buraya getiren Cia ajanını andıran, adının Dora olduğunu bildiği kadınla aynı fabrikadan çıkmış oldukları aşikar olan kişiler tam karşılarında duruyordu. Gözleri dehşetle büyürken, sırayla herkesi süzmeye başladı. Siyah deri kıyafetleri, bellerine yerleştirdikleri silahları, sert bakışları...Hepsinden asalet ve hava fışkırıyordu.
İnsanları izlemekten çevreye bakmaya fırsat kalmamıştı. Gözleri çevreyi izlemeye başladığında, gözüne ilk çarpan şey arkalarında bulunan koskocaman binaydı. Gerçekten çok görkemli, bir o kadar da gizemli duruyordu. Binanın önünde otoparkı andıran sırayla dizilmiş lüks araç ve tanklara ilişti gözleri. Burası nasıl bir yerdi?
Herkesin şaşkınlıktan dili tutulmuştu adeta. Sessizliği bozan kişi yine aynı çocuktu. ''Bir cumhurbaşkanı eksik anasını satayım,''diye mırıldandı. ''Nereye düştük la biz?''
Rüya gibi olan bu yerde sırayla bir askeriyedeymiş gibi dizilmişlerdi ve hepsinin gözlerinde aynı ifade vardı: Şaşkınlık ve korku. Aralarında sadece biri kendi kendine mırıldanıyordu, onun dışında kimseden çıt çıkmıyordu. Karşılarında duran adamlar ve kadınlar da çocukların tek tek gözlerinin içine bakıyor fakat asla konuşmuyorlardı.
Nihayet sessizliği bozan kişi yanlarına yaklaşan Dora'ydı. ''Burası tuzaklar şehri,'' dedi çarpık bir gülümsemeyle. ''Buradan ancak görevinizi layıkıyla yerine getirirseniz çıkabilirsiniz.''
-Tuzaklar şehri yakında.-
buraya etiketleyebildiğiniz kadar kişi etiketlerseniz çok mutlu olurum, okuduğunuz için teşekkür ederim :)Sosyal medya;
instagram: hatice_ksknn
❤️