Hayatınızın belli başlı bazı dönemlerinde durup dururken aklınıza şöyle bir soru gelir: Acaba bundan şu kadar yıl sonra nerede neler yapıyor olacağım?
Bu soru bazen arkadaş ortamında laf olsun diye ortaya atılır ve atıldığı gibi de muhabbetin ya tadını kaçırır ya yönünü şaşırır. Özellikle geçmişten ağzı yanmış, geleceğe dairse hiç umudu kalmamış tipler için bu soru can sıkıcı bir laf kalabalığıdır, kayda değer hiçbir bok ifade etmez. Nasıl o ana dek güzel hiçbir şey olmadı ise ondan sonra da olması pek muhtemel değildir onlara göre ki bence de öyle. Her neyse.
Geçmişte bir halt beceremedim ama gelecekten ümitliyim, belli mi olur belki üstümüzden bir kuş geçer de kafamıza eder'ciler ise bu soruya bayılır. Hakkında hali hazırda zaten zilyon kere konuşulmuş, itinayla goygoyu yapılmış bu soruyu, buldukları her fırsatta yeniden masaya yatırır, üzerine yeni yeni tezler yazıp mutlu olurlar. Bu biraz da şey gibidir, asla uymadığın ve asla da uymayacağın çalışma programını hazırlarken atomu parçalamışçası bir haz ve gurur duymak. Nihayetinde o programa uyulmaz ama hafta başında yeni bir program yine hazırlanacaktır. Bu program hazırlama merasimi psikiyatri seansı olarak ele alınabilir diye düşünüyorum çünkü cidden muazzam bir iyileştirme gücüne sahip.
Üçüncü grup ise - hani şu anasının rahminden çıkalı beri planlı programlı yaşayıp genellikle başarılı olan ve daima zirveye oynayan komşu çocuğu tipler - bu soruyu kendilerine sorma gereği bile duymaz zira adamların hayatı öyle düzgün ve tıkırındadır ki sorduğunuz takdirde o kadar yıl sonra nerede olacaklarının koordinatlarını yazıcıdan çıkarıp elinize tutuşturabilirler. İtiraf etmeliyim ki bu gruptakiler biraz da uyuz tiplerdir, ne kadar şey başarırsanız başarın bir şekilde size kendinizi 'loser' hissettirirler.
Bana gelince, ben bu soruyu kendime asla sormam. Sorulmasından da pek hoşlanmam. Bunun sebebi üçüncü grupta oluşum falan değildir. Ki zaten üçüncü grupta da değilim. Aslına bakarsanız zaman zaman üçüne de girsem de ben bu üç grubun hiçbirinde sayılmam. Daha ziyade saldım çayıra mevlam kayıra'cılardan biri olarak görüyorum kendimi. Geleceğe yönelik hiçbir kaygıyı zihnimde barındırmam, boş hayallerle kendimi avutmam. Bunun yerine geriye dönüp bakarım. Bu bence geleceğe yönelik düşünceden daha faydalıdır geçmişi düşünmek, aklınız varsa ders falan çıkarırsınız yoksa da en azından size koca bir vay be çektirir. 'Ne tuhaf şey ulan şu hayat dedikleri' ya da 'Neydim demeyecen ne oldum dicen' tarzında beylik laflar ederek edebiyat da parçalatır adama ki işte bu tadından yenmez.
Misal tam şu an yaptığım gibi.
Kampüsün merkez yemekhanesinde masalardan birinde oturmuş, dinlemek istememe rağmen Jongdae sapığının ballandıra ballandıra anlattığı porno filmi dinlerken aklımdan geçen şey koca bir vay be. Şu muhabbete maruz kalacak ne günah işledim acaba? Ben bu çocuğu maç yaptığımız o gün görmüştüm ilk kez ve o kadar sessiz sakin, kendi halinde bir tip gibi gelmişti ki, içinden tam teşekküllü bir sapık çıkacağını asla tahmin edemezdim. Bence kimse de edemezdi. Çünkü Jongdae adama 'ben seni hiç böyle bilmezdim' dedirtecek insandır tam da. Dışarıdan fevkaladenin fevkinde bir beyefendi, saygılı, yerini bilen, düzgün aile çocuğu fakat yavaş yavaş tanıyıp matruşkanın alt katmanlarına indikçe erkek arkadaş gruplarının vazgeçilmez tedarikçisi ve günahlarla dolu doyumsuz, gürültülü ama bir o kadar da eğlenceli.
"Beyler görmeliydiniz, Sins biladerim yine en efsanevi tekniğiyle iki sarışını aynı anda-"
"Minseok ve Jongin geliyor."
Önümüzde oturan Baekhyun, o küçük ama açıldı mı içine bir bizon rahatça sığacak ağzını pilavla doldurmadan hemen önce söyleyince, Jongdae öksürük krizine girerek porno macerasına zorunlu bir son veriyor ve suratı kırmızının en parlak tonuna boyanırken başını korku ve utançla tabldotuna gömüyor. Zavallının korkularıyla yüzleşecek yüreği yok, bu yüzden bize soruyor fısıldayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abimin Kankası; Benim Baş Düşmanım 2
Fiksi PenggemarAbimin Kankası; Benim Baş Düşmanım fikinin devam fikidir.