Benim Mutluluğum

25 2 1
                                    

Uzun aradan sonra  merabaaa.Aslında buraya veda için gelmiştim ama hazır da olan ve ne kadar içime sinmeyen bi bölüm olsada paylaşmam gerektiğini düşündüm.  İyi okumalaar..

Servisten indiğimde koşar adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladım. Zile bastığımda kapıyı Gülşen Teyzenin açması gerekirken kimse açmayınca hemen elimi çantama atıp anahtarımı bulmaya çalıştım. Ah hadi ama ! Nerdesin aptal anahtar ?!

İç sesim saçmalamaya başlamıştı. Hava soğuktu ve anahtarı bulamayınca da paniklemiştim. Telefonumu çıkarıp önce Gülşen Teyzeyi mi yoksa babamı arasam diye kısa bi an tereddüt ettim. Babamı arasam daha iyi olacaktı. Sonuçta Gülşen Teyze önemli bi şey olmasa böyle haber vermeden ortadan kaybolmazdı. Arasam şimdi bir de beni dert eder hangi durumda olursa olsun beni eve sokana kadar uğraşırdı. Bunları düşünürken babamın numarasını çevirmiştim. Meşgule atıp , "Toplantıdayım" temalı mesajını göndermesi uzun sürmemişti. Aman ne güzel (!)

Telefonumu çantama atıp kafamı kaldırdım. Gökyüzüne baktığımda gördüğüm tek şey siyaha özenen bulutlardı. Ve burada böyle dikilmek istemiyordum. Yürümeye karar verdiğimde hızlı adımlarla yağmurun daha az ıslattığını düşündüğüm yerlerden yürümeye başladım. Yağmurdan kaçmak yağmura haksızlıktı belki ama hasta olmak istemiyordum. Biraz da kendimi düşünmek mantıklı olabilirdi. Ha ?

Sanırım Aslı'nın evine gidene kadar sırılsıklam olcaktım. Ah ! Lanet olsun ! Kafamı çevirip yine Oscar'lık küfürler savurdum. Korktuğum başıma gelmiş arabalardan biri beni ıslatmayı başarmıştı. Kıyafetlerime bakarken arabanın kapısının açıldığını duydum. Ne yüzsüz birisiydi bu. Ayak seslerinin yağmur damlaları arasında ki seslerini duyduğumda kafamı kaldırdım. Ne ?! Yok artık. Zaten bugün yeterince canımı sıkmamış mıydın ha aptal çocuk ?

"Mira özür dilerim. Bak gerçekten görmedim. Hem bu yağmurda ne işin var senin dışarda ?" Hah. Ne ? Bi de hesap mı soruyordu beyefendi. Dudaklarımı yukarı kıvırarak

"Selim ne saçmalıyorsun. Bugün ki canımı sıkma limitini doldurmaya falan mı çalışıyorsun sen?" dedim. Sırılsıklamdım. Selimde ıslanmaya başlamıştı. Ve üşüyordum. Hava diğer günlere göre fazla soğuktu. Selim bu dediğim karşısında küçük bi kahkaha atıp

"Hım. Öyle bi limit var mıydı gerçekten ? Keşke en başından söyleseydin yağmurlar prensesi." diyerek gülmeye devam etti. Bende sinirliydim ama o Gülünce benimde gülmem gelmişti. Tebessümümü bastırmaya çalışarak omzuna küçük bi yumruk atıp

" Güldüğüme bakma çok sinirliyim sana. Aptal. Bugün yaptıkların yetmedi dimi?"

"Mira burada daha fazla ıslanmak istemiyorum. Hasta olcaz.." dediğinde sözünü kesip

"Tabi üstüne su sıçrayan sensin dimi. Her neyse gidiyorum ben." dedim. Selim

"Hey dursana bu yağmurda nasıl gitceksin seni bırakayım" gibisinden şeyler derken çoktan yürümeye başlamıştım. Bedenimi saran ellerin beni havaya kaldırmasıyla küçük bi çığlık attım.

"Selim gelmicem dedim. Bırak beni hayvan." dediğimde o hiç bi şey demeyip sadece gülüyordu. İtiraz etmeyi bırakıp beni koltuğa oturtmasına izin verdim. İçimden onlarca küfür sayıyordum. Arabanın önünden dolaşıp o da binince

"Pisliksin, gıcıksın. Laf anlamaz mavi gözün tekisin.."  gibisinden şeyler demeye başladım. Ben bunları derken dönüp gözlerimin içine bakıp arabayı çalıştırdı.

"Aptal , ukala , Benci.." sözümü yarıda kesen ses radyonun sesiydi. Selim radyonun sesini nerdeyse sonuna kadar açıp tekrar bana baktı ve gülümsedi. Ego manyağı.

Eğilip radyonun sesini kıstım ve gözlerinin içine bakarak

"Senden nefret ediyorum." diyip tekrar sesini açtım. Kafamı cama çevirdiğimde yağmurun yavaşladığını görmüştüm..

Yol boyunca hiç konuşmamıştık. Nereye gittiğimiz hakkında bi fikrim yoktu ama merak da etmiyordum. Arabanın kaloriferi sayesinde biraz olsun ısınmıştım. Islanan kıyafetlerime bakarken arabanın durduğunu hissettim. Etrafa baktığımda sahilde olduğumuzu anladım. Ha tamam evet. Anladım. Selim özür diliyecekti falan filan.

"Üşüyor musun hala?" diye sorduğunda kafamı ona çevirmeden

"Hayır." dedim. Efe aklımdaydı hala. Beni dinlemesi lazımdı. Konuşmamız lazımdı. Ah hey! Çıkışta Selim Efe'nin yanına gidiyordu. Bunun sebebini öğrenmek için sanırım Selim'i affetmiş gibi yapabilirdim. Öyle değil mi ? Ama öğrenmem gereken bi şey daha vardı.

"Ben böyle olsun istememiştim. Yani düşünemedim..." Selim buna benzer şeyleri söylerken sözünü kesip

"O kolyenin içinde ne vardı?" diye ani bi soru sormuştum.

"Ben bugün okul çıkışında Efe'nin yanına gittiğimde bunun hakkında konuştuk. Söylemememi istedi. Yani bunu benden öğrenemezsin Mira." Ne yani.. Ah ben anlamıyorum. Efe'yle Selim herkese çok yakın kardeş ilişkilerini göstermeye çalışıyorlardı ama Selim sürekli Efe'nin kuyusunu kazıyordu. Bu da demek oluyor ki bu işin içinde başka bi iş var. E öyleyse şimdi neden Efe'nin sözünü tutuyordu ? Sorular sorular sorular.. Lanet olsun. Tam konuşmaya hazırlanırken Selim beni durdurup konuşmaya başladı.

"Bak şu yağmur damlalarını görüyor musun ? Denize düştüğünde kaybolanları. Sanki benim özürlerim de senin denizinde aynı bu yağmur damlaları gibi. Özür diliyorum ama o özür beni affetmene yetmiyor. Bu damlalarının denizi taşırmaya gücünün yetmemesi gibi. Ben senden çok özür diliyorum dicem ama bu beni affetmene yetecek mi onu da bilmiyorum. Ama bak şurada ki gökkuşağının kendisi kadar bi özürle gelsem sana beni affeder misin ? " Gösterdiği tarafa baktığımda gökkuşağını gördüm. Benim mutluluğumu. Vay canına Selim'in yaptıklarına inanamıyordum. Şimdi olduğu gibi. Ama bu sözleri beni mutlu etmişti.

"Özürünüz kabul edildi mösyö." diyip gülümsedim. O da elimi tutup biraz havaya kaldırdı.  Gülüşünü dudaklarına yerleştirirken

"Buna çok sevindim leydim." dedi ve  ikimizde gülmeye başladık...

~

Bir Hayal KadarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin