a

860 59 35
                                    

Sumin

Çalan telefonumla tırnaklarımı yemeyi bıraktım ve arayan kişiye baktım. Bilinmeyen bir numaraydı. Açıp açmamak arasında giderken sonunda açmaya karar vermiş ve telefonu kulağıma yerleştirmiştim.

"Alo?"

"Sumin, bir sorun var."

Duyduğum panik dolu sesle kaşlarımı çattım

"Jaehyun?"

"Sanırım buraya gelsen iyi olacak."

Jaehyun Taeyong'un en yakın arkadaşıydı ve beni arayıp bu kadar kötü bir ses tonuyla konuşuyorsa kesinlikle kötü bir şey olmuştu. Hızlıca üzerine kalın sweat geçirdim ve bu sırada karışımdaki sese söylendim

"Oyalanmadan bana ne bok döndüğünü anlatacak mısın?"

Derin bir iç çekiş duydum, ardından da kapı kapanma sesi duymuştum. Şimdi sesi daha kısık geliyordu.

"Taeyong salağı eline gelen ilk ilacın vitamin ilacı olduğunu bilmeden hepsini içmiş şimdi de uyuyor. Anlayacağın hast..."

Duyduğum şeyle olduğum yerde çakıldım ve Jaehyun'un sözünü yarıda kestim

"NE YAPMIŞ DEDİN?"

Kısa bir sessizlik sonrasında tekrar Jaehyun'un sesini duydum

"Endişelenme şimdi iyi değim gibi, vitamin ilacı içtiği için midesine dokunmuş sadece."

Gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim.

"Konumu atar mısın?"

"İstersen gelip alabilirim..."

"Gerek yok, çıktım bile."

"Tamam atıyorum."

Telefonu kapattığımızda altımdaki tavşanlı pijamayı umursamadan kendimi dışarıya atmıştım

"Gerizekalı çocuk..."

Ayakkabımın bağcıklarıyla uğraşmamak için bağcıkları içime sokuşturdum ve koşmaya başladım. Filmlerde hep böyle durumlarda kapıda bir taksi olurdu oysaki. Elimdeki telefonla konumu kontrol ederken ciğerlerimi patlatmak istercesine koşuyordum. Birbirimizi kırmış olsak bile ben hâlâ onu seviyordum ve bu aptallığı yapmayı aklından geçirdiği için bile kendimi suçluyordum çünkü bu sefer gerçekten tüm suç bendeydi.

Hastane buğulu açıma giriş yaptığında adımlarımı daha da hızlandırmayı denedim fakat dediğim gibi, sadece denedim. Bacaklarım vücudumu daha fazla taşıyamamıştı ve yere düşmüştüm. Bir süre gözlerimi kapatıp soluklandım, sonrasında kalkıp tekrar koşmaya başladım. Hastane kapısından koşarak içeriye girdiğim anda beni tutan kolları beklemediğim için korkuyla gözlerimi açmıştım. Jaehyun'un güven verici gülümsemesini görmemle gözlerimi tekrar kapatıp iç çekmiştim.

"Koştun mu sen?"

Sorusu karşılığında anlamsız bakışlarımı ona gönderdim

"Tabii ki koştun..."

Elindeki su şişesini bana uzattığında elinde bir su şişesi olduğunu yeni fark etmiştim. Nefesim düzene girmeye başladığında şişeyi açıp büyükçe bir yudum aldım.

"Hadi gel odasına gidelim, birazdan uyanır."

Sırtımdan beni hafifçe ittirerek sola doğru yönlendirdi ve bembeyaz kolidorda asansöre doğru ilerlemeye başladık. Jaehyun 4. kata bastığında dudaklarımı kemirirken ona döndüm

"Neden yapmış?"

Omuzlarını silkti

"Bilmiyorum yurda girdiğimde kustuğu için soramadım."

Kafamla onayladım ve asansörün istediğimiz kata gelmesiyle yankılanan "dink" sesi kulaklarımıza ilişti. Kendimi odayı biliyormuşçasına öne attığımda ters yöne gittiğimi beni çekiştiren kol sayesinde fark etmiştim.

410, 411, 412... tüm odaları geçerken koridorun en sonundaki 420 numaralı odanın önünde durmuştuk. Jaehyun kapıyı açıp kafasını içeriye soktu

"Ah, uyandın mı?"

İçeriye minik bir adım attığımda şaşkınlığını gizleyememişti.

"Ben kapıdayım"

Jaehyun kafasını çıkarttığı kapıyı içeriye girmeden kapattığında karşımda yatan kişiye döndüm

Yorgun bir gülümseme gönderdi ve pijamalarımı gösterdi

"Bu pijamanı hatırladım..."

Gözlerimi devirdim

"Konumuzun pijamam olmadığını sen de biliyorsun Lee Taeyong."

Hafifçe gülümsedi, zaten porselen gibi olan teni şimdi daha da soluktu. Karşısındaki sandalyeye oturdum ve içimde tutamadığım sinirle yüzüne çok da sert olmayan bir tokat geçirdim.

"Sen ne zamandan beri bu kadar aptal biri oldun?! Tanrı aşkına aklından ne geçiyordu senin?! Ölüp öylece kurtulmak mı?"

"Yani aslında ev..."

Elimle ağzını kapattım

"Bir tokat daha yemek istemiyorsan sus!"

Elimi sinirle geri çektim. Taeyong yüzüne tekrar buruk bir gülümseme yerleştirdi.

"En azından beni hâlâ sevdiğini öğrenmiş oldum."

"Bunu öğrenmek için intihara kalkışmana gerek yoktu seni aptal!"

Küçük bir çocuk gibi masum bakışlar atmaya başladığında kalbim sızlamıştı

"Sana sarılabilir miyim?"

İç çektim.

"Sen tam bir sik kafalısın..."

Kollarımı onun rahatsız olmayacağı bir şekilde ona sardığımda hastanenin amonyak kokusuna rağmen kendi kokusundan bir şey kaybetmediğini fark etmiştim. Serumlu kolunu belime, diğer kolunu da saçlarıma yerleştirdiğinde gözlerime hücum eden yaşlara hakim olamamıştım.

"Çok korktum biliyor musun?"

"Korktun mu gerçekten?"

Heyecanla sormasıyla kafasına hafifçe vurdum

"Korktum tabii ki. Her ne kadar piç kurusu olsan bile sana hâlâ aşığım çünkü."

Ondan ayrıldığımda ağladığımı fark etmiş yüzümdeki göz yaşlarını silmişti

"Özür dilerim..."

Geri çekildim ve onun yastığını daha rahat bir konuma sokup arkasına yaslanması için ittirdim.

"Önce iyi ol da, özrünü sonra da dilersin."

Ne saçmaladı bu şimdi? Diyorsunuz değil mi? Ben diyorum çünkü

When You're Ready |Lee Taeyong|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin