“Just?” O da en a benim kadar şaşırmıştı. Annesinin burada olduğuna aldırmadan ona Just demiştim! Acaba garipser miydi? Yoksa bu onun taktığı bir isim olabilir mi? A o ismi sadece onun söylemesini istiyorsa?! Acaba benden soğur mu? Sel, kendine gel kızım! Bu yardımcı kadın sevgilinin sana bir kuma getirdiğini söylüyor ve sen ne diyorsun!
Deli cesaretiyle yerimden kalktım ve Pattie’ye tebessüm ederek hizmetçiye şu “müstakbel sevgiliye” beni götürmesi için el işareti yaptım. Kadın boşluğa düşmüş gibi aceleyle davranıyordu. Oldukça ego yığını yürüyüşümü ve küçümseyici bakışlarımı takınıp yalancı sevgiliye yaklaşıyordum.
Ve, Monica!
“Monica, ne zaman iyi saklanıp zamanlamayı düzgün yapacağını merak ediyorum doğrusu!” diye lafa daldım küçümseyici bir ses tonuyla.
“Bende ne zaman giyinmeyi öğreneceğini merak ediyorum.” Dedi bana doğru bir adım atarak.
Üzerimde bileğimin on santim kadarında katlanmış yırtık bir kot pantolon ve yarım bir beyaz forma şeklinde bluz vardı. Topuklu ayakkabılarım ile gayet hoş görünüyordum.
“Tabi ki de kötü görünmüyorsun!” Bunun arkasında bir laf sokma olacağını bildiğimden soru soran gözlerle onu süzdüm.
“Sonuçta beni taklit ediyorsun, nasıl çirkin giyinebilirsin ki!” dedi ve iğrenç bir çakma kahkaha attı. Lafa dalacakken içerden Justin geldi ve diyaloğa katıldı.
“Ah, Monica hoş geldin! Kim evleniyor, düğüne gidiyor gibi görünüyorsun!” dedi masum görünen bad boy sırıtışıyla.
“Yanında taşıdığın paçavraya bir şeyler öğretmeye geldim. İzninle.”
Ayakkabılarını çıkarmadan bizim ortamızdan salona yürümeye başladı. Elimi en az bir saat uğraşılmış, maşa yapılmış saçına daldırıp yere doğru çektim. Yüzünü görebileceğim mesafeye gelince kibirli bir tebessüm ederek konuştum.
“Senin öğreteceklerin olmadan bu kadar yıldır Justin’le birlikteyim. Yine-“
“Senin öğreteceklerin olmadan bir ömür daha yaşayacağız.”
Söylediği ile ağzım açık kalmıştı. Monica’nın saçındaki elimi gevşetmeden aşağı indirdim ve aniden bıraktım. Gürültüyle yere düşen Monica’ya gözümün ucuyla ile bakmadan gözlerimi Justin’e diktim.
Eğilip yanağıma ufak bir öpücük kondurdu. Kulağıma yaklaşıp fısıldadı.
“Şimdi benden yüzük falan bekleme, ama bundan birkaç yıl sonra o tek taş bu ceketten çıkacak sevgilim. Şimdi ağzını kapat.”
Kıkırdadığını duyabiliyordum. Yüzün kaldırdığında ağzımı kapamış, dudaklarımı istemsizce hafiften büzmüş bir şekilde ona öldürücü bakışlar atıyordum.
Yere çömelip Monica’ya baktım. Gayet ayıktı ve çok kötü baygın numarası yapıyordu.
“Monica?” dedim sesimi korkmuş gibi tonlayarak. Justin’e dönüp çaktırmadan göz kırptım.
“Just, galiba Monica da öldü. Arka bahçeyi hazırla, yardımcılarla taşırız biz arkaya. Ateşi hazırla, ne kadar önce yakarsak daha iyi.”
“Tamamdır.” Ayağa kalktım ve Monica gittiğimi sanması için yerimde saydım. Justin yaptığıma bakıp beni taklit ediyordu. Bir-iki adım geri çekildikten sonra Monica’nın tepkisini izlemeye başladım. Sol gözünü açıp etrafı süzdü. Kafasının dibinde bizi göremeyince hışımla ayağa kalktı ve sessizce kapıyı açıp dışarı çıktı. Ki, sadece birkaç adım geriye çekilmiştik. Can korkuş nasıl bir şeymiş ya? İnsanın gözü kurtulmaktan başka bir şey görmüyor mübarek!
Monica gittikten sonra kahkaha atmaya başladım. Justin de bana katılmıştı. Kendime gelince gitmem gerektiğini söyleyip eşyalarımı topladım. Bir taksi çağırıp eve doğru giderken kulaklığımdan Multiply albümünü dinlemeye başladım.
Eve geldiğimde iç ses yoktu. Annem ve babam iş yemeğindeydi, Suzan büyük ihtimalle bilgisayar kamerasında arkadaşıyla ders (!) çalışıyordu. David’de zaten odasında PlayStation oynuyordu. Rutin şeyleri tahmin etmek zor değil. Ben?! Her anımı odamda Justin’ile mesajlaşarak geçirmiyorum tabi ki!
Ah, bir saniye mesaj geldi. Nokta se.
Kimden: Sevgilim
Canım sıkıldı :(
Ama seni özlemedi :/
Cevap vermeyecektim. Hem son mesajı çok kabacaydı hem de artık onunla mesajlaşmakta daha farklı şeyler keşfetmeliydim. Aylardır girmediğim Facebook hesabımı açtım. İstekler, bildirimler, mesajlar havada uçuşuyordu. Ana sayfaya biraz bakıp neden artık Facebook kullanmadığımı tekrar hatırladım. Daha on dakika olmamıştı ama canım şimdiden sıkılmıştı.
Facebook’tan çıkıp Twitter’a girdim. Yüzlerce takipim olmasına rağmen tweet atmıyordum ve kileri takip etsem bilmiyordum.
Onu da kapatıp IG’de takılmaya karar verdim. Açıkçası başkalarının fotoğraflarının ilgimi çekmediğini anlamak uzun sürmedi.
Arkadaşlarımın uzun süre yaptığı ısrarları dikkate almaya karar verdim ve Tumblr’a girdim. Tema düzenlemesi derken saati üç yaptığımı fark ettim ve kafamı yastığa koyduğum gibi derin bir uykuya daldım…
Tamam, kısa! Çok kısa hatta. :( Bunun için üzgünüm. Bölüm biraz gecikti kb’yınız :/ Daha sık paylaşmaya çalışıcam *-* Sizi seviorum bb –Melö
Bu arada son kısmın dandkliğin biliyorum ama bombanın diğer bölümde patlaması gerekiyor bb*2 -Melö