Londra'dayım, sevgilim. Sana gelmek istedim. Yılın bu zamanlarını seninle birlikte geçirmeyi çok seviyorum. Aslına bakarsan, her günümü seninle geçirmek benim için çok kıymetli. Ama kış aylarını ne kadar çok sevdiğimi bilirsin, özellikle Noel'i.
Geçen Noel'de yine Londra'ya gelmiştik, hatırlıyor musun? Tam merkezde bir otelde kalmıştık, en son katında. Yorganın altında sana sarılarak Harry Potter maratonu yapmıştık, bütün filmleri baştan sona kadar seyredip; ezberlediğimiz replikleri filmdeki sıradan önce söylüyor, buna gülümsüyorduk.
Başım göğsüne yaslıydı, benim için en güzel şarkıyı dinliyordum. Siktiğimin filmi umrumda bile değildi. Kalp atışlarını dinliyordum ben sadece.
Birini kalp atışlarını dinleyip, bununla mutlu olabileceğim kadar seveceğim aklıma bile gelmezdi. Ben hep huysuz olacağımı sanırdım. Çekilmez, küstah, sevimsiz ve...
Adına ne dersen de işte.
Şimdi Londra'dayım ama yalnızım. Burada kayboldum. Bir yanım hala sana koşuyor, ruhum sana geri dönmeye çalışıyor. Ama bedenim olduğum yerden ayrılmıyor. Ayaklarıma beton dökülmüş gibi, kıpırdayamıyorum. Sokakta tek başıma duruyorum. Bir telefon kulübesindeyim. Dışarısı gerçekten çok soğuk ve kar bastırdı. Sanırım burada mahsur kaldım. Ama etraf bu mahsurluğu olağandan çok daha az hissettirecek kadar ışıltılı görünüyor. Herkes Noel telaşı içinde oradan oraya koşuyor. Şimdi yanımda olsaydın onlar hakkında tahminlerde bulunmaya çalışırdık. "Şu adam eşiyle kavga etmiş ve ona çiçek almak için bir dükkan arıyor," derdin. Ya da "Annesi ona istediği şekerlerden almadığı için kızı suratını asıyor," derdin.
Seni neden aradığımı bile bilmiyorum. Tek yapmak istediğim en sevdiğim şarkıyı dinlemekti. Ama hat sesleri, kalp atışların gibi değil. Bu aptalca bir fikirdi, tahmin etmeliydim.
Özür dilerim.