#10 Dönüş

60 1 0
                                    

Kandan hep korkardım ben. İnsan neden bir sıvıdan korkardı ki oysa? Renginden mi korkardı, yoğunluğundan mı, var olduğumuzdan beri üzerinde yapılan savaşlardan mı, ona duyulan susamışlıktan mı? Belki de hiçbirinden korkmuyorduk korktuğumuzu sanıyorduk. Bir damla kırmızı renk kanın birikmesiyle oluşan o siyah sıvıdan korkuyorduk  biz. Bir sonraki adımının ne olacağından korkuyorduk. Bizi tutan da kan değildi, onu kavrayamamış oluşumuzdu. Garipti insan. Her özelliğiyle de bunu kanıtlıyordu.

Ağlamaktan korkardım ben ya sonu gelmezse diye. Ağlamaktan hiç kurtulamayacağımdan, bütün gecelerimi ona feda etmişken gündüzlerimi de alır diye korkardım. Ağlayınca her şeyin geçeceğini sanıp geçmeyişiyle mahvolup ağlamayı bile beceremediğimi düşünür daha fazla korkardım.

Anılarımdan korkardım ben. Tıpkı bana acıyan birinin yapabileceklerinden korktuğum gibi. Hissediyordum anılarımın bana acıyışını her zerreme kadar. Zor zamanlarımda mutlu anlara susamışlığımda bana bir saniye olsun mutluluğu hatırlatıcak bir kare arıyorlardı. Oysa böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki? İnsanın her parçasının fiziksel veya ruhsal ayrım yapmadan eksik kalması. Bu nasıl mümkün olabilirdi.

Her gün hayallerini kurduğum yaşamı yaşayan insanlarla birlikte aynı sokaklardan geçmek aynı hizzada yürümek ve belki de onlarla bir şekilde hayatımın bir döneminde konuşmuş olmak. Çaresizliğin tanımı buydu belki de. Ne karanlık  ne umutsuzluk ne yalnızlık ne de bitmişlik. Hayallerini başkalarına kaptırmaktı çaresizlik. Onları sonsuza kadar tanımadığın insanlara emanet etmekti. Aynı zamanda güvensizlikti.  Kim hayallerini teslim edebilecek kadar cesur olabilirdi ki zaten? Ve bunun hesabı kime sorulurdu. Kendime bile hesap veremeyen ben kimden alacaktım bu sorumun cevabını. Geçmişimden mi? Görebileceğimden emin bile olmadığım geleceğimden mi? Yoksa hayatın zerresini anlayamadığım yalnızca başkalarının yaşantılarını izleyebilip kendi hayatıma bakmayı bile unuttuğum şu andan mı?  

Hayat diğer insanlar için romantik komedi tadındayken ben korku filmi çekiyordum ve insanlar neden durgun olduğumu soruyorlardı. Bazen keşke insanlar birkaç dakikalığına da olsa birbirlerinin yerine geçebilseler diye düşünüyorum. O zaman ne anlayamamışlık kalır ne sorgulama ne de merak.

Koskoca dünya bile milyarlarca yıllık yaşamında yalnızca iki büyük savaş geçirmişken ben nokta kadar bile sayılmayacak ömrümde barış zamanımı hatırlamıyorum. Yıllarım savaşlarımın önünü alamayışımla geçerken hasret olduğum gündüze uzaktan ışığına bakarak yetiniyordum. 

Genç bir insan olmama rağmen kendimi siyah beyaz yaşanan filmlerden daha yaşlı hissediyor olmamdan korkmam her geçen gün ruhumu dehşetin kapısına sürüklerken kapıyı çalmamak için çırpınıyorum. Ama o kapının er ya da geç açışacağını biliyor olmak sonunda dayanamayacağımı gücümün kalmayacağını gözümün önüne getirmek bile beni yolun sonunda pes ettiğimi yazan tabelaya daha hızlı ulaştırıyordu. En son ne zaman samimi bir şekilde güldüğümü anımsayamamak kahkaha atmayı unutmak sanırım korktuğum o filmin fragmanını bana an be an tekrarlatıyordu. Oysa izlediğimiz bir şeyi tekrar tekrar izlemeye ne gerek vardı bunu anlayamıyordum.

Son defa diye diye her acıya katlanmak  vücüdumun yaralarımın olduğunu dahi unuturak üzerlerine yeni yaralar açması bana çıkmaz sokağın tarifiydi. Oysa canım daha fazla yanamazdı ki daha, kanayamazdım artık ben. Ama bunu fark etmeyen acılar hala üzerime gelip bir zamanlar gördükleri zayıf boşluğumdan hayatıma girip beni mahvettikleri gibi bunu hala tekrarlamaya çalışıyorlardı ve ben ne zaman duracaklarını kestiremeyişimle kendime korkucak yeni bir yer daha bulmuş oluyordum.

En acizi olarak da korkumdan korkuyordum. İnsan haddinden fazla korkmamalıydı ama bünyem bağışıklık yaptığı için, korkmamamı gerektirecek bir olay yaşamadığım için, başında kendime her ne olursa olsun güvenip sonunda hayak kırıklığına uğradığım için korku sinsi yatağından çıkıp bana kendini hatırlatmasaydı tabi.

KaçışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin