sekizinci antidepresan

1.9K 207 100
                                    

multi'de geçen bölüm anonimin sözlerini yazdığı şarkı var. iyi okumalar

🌺

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.

Barlas çalan telefonunu kulağına götürerek ayaklandığında, kısık sesle bir şeyler mırıldandığını dudaklarının hareketinden anladım ama sesini duyamamıştım. Masadaki herkes sohbet etmeye devam ederken, kulağımda telefon, Barlas denen çocuğun ardından bakıyordum ve dudaklarım aralıklı duruyordu.

O olduğunu da nereden çıkarmıştım?

İçimdeki umut, telefonda aynı cümleyi tekrar edip duran sekreterle birlikte tıpkı bir balon gibi söndüğünde ayağa kalktım. Tam masadan sıyrılıp, oradan ayrılıyordum ki, Aybars kolumu tuttu.

"Nereye?" diye sordu, elaya kaçık kahverengi gözlerinde merakla karışık endişe geziniyordu.

"Burası beni çok sıktı ya," diye mırıldandım bileğimi avuç içinden kurtarırken. "Onur falan... Vıcık vıcık aşklarını izlemek midemi kaldırıyor be kanka. Gidiyorum ben. Anam bekliyormuş."

İçten bir şekilde güldü Aybars. "Selam söyle Ahu karısına. Çok seviyorum onu."

Gülüp, onun saçlarını karıştırdıktan sonra kafeden ayrıldım. Kafenin içinde bulunduğu bahçeden geçerken, yakınlardaki çocuk parkı dikkatimi çekti. Ben çok küçükken, babamla hep o parka giderdik. Salıncaklarının zincirleri sağlam değildi, sallandıkça gıcırtılar çıkartıyordu, kaydırağı kırıktı ve tahterevallisinin oturakları yoktu; bu yüzden o parkı hiçbir çocuk sevmiyordu. Hayatımda salıncak sırası beklemediğim tek sıra olduğundan, o parka gitmeyi severdim ama bir süre sonra bunu yapmak bana ızdırap vermeye, ardından beni öldürmeye başlamıştı. Tüylerimin ürperdiğini hissettim. Oradan nefret ediyordum.

"Hey," diye, kalın bir ses duydum hemen yanımdan, ürkerek iki adım geri gidip gözlerimi kırpıştırarak sesin sahibine baktım. Sarı saçları dağılmıştı, masmavi gözlerini şiddetli rüzgârdan ötürü kısmış, kıstığı gözlerini indirmiş bana bakıyordu. Barlas.

Bir cevap vermeden, ellerimi montumun ceplerine sokup yürümeye devam ettim. Hemen yanımdan yürüyordu. Tek kelime dahi etmeden beni evime kadar bıraktı, hiç dönüp ona bakmamıştım ama arkamdaki gölgesini hissedebiliyordum. Evin kapısının önünde durdum, ona doğru döndüm; bu defa o arkasını dönmüş gidiyordu. Bu yaptığı anlamsız şeye karşı omuz silkmekle yetinip eve girdim.

🌺

Gizel: Biliyor musun, seni aradım

Gizel: O an nedenini bilmiyorum ama kim olduğunu bilmeye çok ihtiyacım vardı

Gizel: Ve bir kez daha fark ettim ki, çok saçma

Gizel: Bir anda beni arayıp hiçbir kitapta görmediğim kadar güzel laflar etmen çok saçma, beni benden iyi tanıdığını iddia edip kendini tanıtmaman çok saçma, varlığın çok saçma

Gizel: Artık yok ol.

🌺

İki hafta.

İki koca haftadır, ne küçük bile olsa bir mesaj attı, ne aradı. Artık gerçekten varlığından şüphelenmeye başlamıştım. Nefretle tükettiğim ne kadar zerre varsa ilk başta bunu yadırgamış olsa da, siktir etmiştim. Benim onun varlığına inanmam başlı başına bir salaklıktı zaten.

Şu an okuldan çıkmış, eve doğru yürüyorduk ve Aybars'ı saatler sonra ilk defa şu an görüyordum. İlk defa bu kadar ifadesiz görünüyordu, ilk defa bu kadar tepkisizdi. Kafa yürütüp onu neyin bu hâle getirdiğine dair teoriler yürütmüştüm ama bulamamıştım, ne zaman ona sorsam gülüp geçiyordu.

Beni eve bıraktıktan sonra kısaca sarıldı ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Çantamı eve bırakıp, teras katına tırmandıktan sonra adımlarıma dikkat ederek güzel bir yere oturdum. Rüzgâr buradan daha sert ama daha güzel esiyordu.

Tam iki haftadır çalmayan telefonum, sanki tüm şehirdeki tek sesmiş gibi çınlamaya başladı sessizliğin içinde. Gözlerimi açıp telefon ekranına baktığımda, onun numarasını gördüm. Birkaç saniye yalnızca numarasını izledim, ardından telefonu açarak kulağıma yasladım.

"Merhaba, Gizel."

"Merhaba," diye karşılık verdim ben de bu defa.

Sustu. O sustuğunda, arkasından çalan Müslüm Gürses şarkısını fark ettim. Sevgisizliğine bir kalp verdim, diyordu.

"Komşumuz topu patlattığında, kuruşu kuruşuna para toplayıp yeni top alan, yine de o amcaya ağzımızı açamayan ama oynamaya da devam eden çocuklardık biz. Boyumuzdan büyüktü kalbimiz, ergenliğimizi yaşamamıza izin vermedi anne sevgimiz. Yoksulduk ama ara sokaklarda eğlendiğimiz tek bir saat kadar eğlenmemiştir hayatlarında o lüks oyuncaklarla oynayan zengin çocuklar. Gündüzleri o şekilde geçerdi hep, hoş biz akşam ezanı okunmadan önce eve de dönmezdik..." Durdu, o an ben de durdum. Bana hayatını mı anlatıyordu şu an? "Benim babam mahallenin en ayyaşıydı, eve ayık geldiğini hiç hatırlamam. Yaşım anneme boşa onu, ona katlanmak zorunda değilsin diyemeyecek kadar küçüktü ve annem onu her şeye rağmen öyle çok seviyordu ki bana hep onun hasta olduğunu söyleyip duruyordu."

Terleyen avuçlarımı dizlerime sürttüm. "Devam et."

"Annem bana uzaktan kumandalı bir araba almıştı, gece boyu onunla oynarken ilk kez bu kadar mutluydum. Bağırışıyorlardı içeride, onlar birbirine hep bağırırdı, bunu umursamadım. Bir çığlık sesi. Sonra tüm sesler kesildi. Elimdeki kumandanın yere vurmasıyla arabam duvara çarptı. Bu ayrıntıları hatırlıyorum, çünkü o gece olan hiçbir şeyi unutamıyorum."

Kaşlarımı çattığım sırada kalbim hızlanmaya başlamıştı.

"Onu öldürdü," diye fısıldadığı an, çok uzun zaman sonra gözümden yaş aktığı o andı. "Sen parklardan korkuyorsun ya hani, ben de o günden sonra arabalarla hiç barışamadım."

🌺

kırmızı nilüfer Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin