Telefonunuzun çalması çok güzel gök kuşakları yaratabilirmiş fırtınalı gökyüzünüzde. Bunu öğrendiğimde yalnızca 16 yaşında bir genç kızdım. Hiç tanımadığım bir sesti, dikenli yollarıma çiçekler ekti.
Ben iyileştiğim gün, renklerimle birleştim.
"Hey."
Kapıyı açışımla tüm öğrenciler ayağa kalktığında, heyecanla saniyede üç yüz kez çarpan kalbimin üzerine elimi bastırmamak için tuttum kendimi. Acemice gülümseyerek karşımda ayakta duran bu gençlerin yüzüne bakmaya başladım. Gözlerimi teker teker hepsinin gözlerine değdirdim, burası dokuzuncu sınıftı. Benim ilk sınıfım.
Artık yirmi dört yaşında bir kadındım ve edebiyat öğretmeni olmuştum.
Beni buralara kadar tırmandıran yıllar, ruhumdaki yaralara teker teker üfleyen, benimle birlikte büyüyen, her daim sıcacık olan kollarıyla bedenimi saran ve ne zaman yağmur yağsa beni ceketinin içine sıkıştıran o güzel adamla geçmişti. Dünyanın en güzel adamıyla.
Başımı hafifçe eğip, onlara oturmaları için bir mesaj verdiğimde oturdular. Omzumdaki çantamı öğretmen masasının üzerine bırakıp, kalçamı masanın kenarına yasladım ve onları izlemeye devam ederken derin bir nefes aldım.
"Öncelikle ben geldiğimde ayağa kalkmak zorunda değilsiniz, hatta ve hatta kalkmayın çünkü benim için saygı demek bu değil. Saygının benim sözlüğümdeki tanımını birbirimize gösterebileceğimizi umuyorum."
Öğrenciler bir anda beni alkışlamaya başladıklarında kısık bir kahkaha attım ve işaret parmağımı dudaklarıma bastırarak susmalarını işaret ettim. Enerjilerimiz uymuş olmalıydı ki, beni anında dinlediler ve alkışlamayı kestiler.
"Öncelikle kendimden bahsedeyim. Adım Gizel Mamba, sizden çok da büyük sayılmam. Yirmi dört yaşındayım. Size okula gelmezseniz şu olur, sene sonunda takdir belgesi ya da herhangi bir belge getiremezseniz yok aman şöyle olur, hayatınız böyle mahvolur gibisinden şeyler söylemeyeceğim hiçbir zaman. Çünkü benim derslerim tam anlamıyla bok gibiydi."
Cümlelerimde ufak bir küfür kullanmamı umursamadan devam ettim: "Size öğretecek çok şeyim var, belki de benim öğreteceklerimi öğrenenleriniz vardır çünkü ben sizin yaşlarınızda öğrendim çoğu şeyi. Hayat çoğu öğretmenin şuraya çıkıp da anlattığı gibi değil, yani yalnızca derslerden oluşmuyor."
Gözlerimi sınıftakilerde gezdirdim. Herkesin gözü bendeydi. İlgilerini toplamış olmanın getirdiği özgüvenle derin bir nefes aldım.
Şu yirmi dört yılda çok şey öğrenmiştim ve bunların en başında da hayatın yalnızca derslerden ya da ne bileyim bu okul binasından ibaret olmadığı yer alıyordu. Bu çocuklara bu empoze ediliyordu, bize de bu empoze edilmişti; iyi de öğretmen olmak bu demek değildi ki.
Tam ağzımı konuşmak için aralamıştım ki, ön sırada oturan bir kızın parmak kaldırdığını gördüm. Çenemle ona konuşmasını işaret ettiğimde konuşmaya başladı: "Ne demek istiyorsunuz hocam, yani ders çalışmamalı mıyız?" diye sordu kız, dik dik bana bakıyordu ve beni sevmediğini anlayabilmiştim.
Tek kaşımı kaldırdım. "Seni mantıklı düşünmeye davet ediyorum. Hiçbir şekilde ders çalışmasaydım sence şu an burada olur muydum? Yalnızca benim tek amacım sizi üniversite sınavına hazırlamak olmayacak, aynı zamanda sizi hayata da hazırlayacağım, bundan bahsediyorum." Kız ile koruduğum göz kontağını bozup sınıfa döndüm. "Öncelikle kendinizi eksik hissetmemenizi istiyorum. Asla. Herkes yapabiliyor, şu sınıfta tek bir kişi yapamıyor olsa bile, o kişi kendindeki yetenekleri keşfedip oradan tutunacak hayata. Ne olursa olsun hepiniz birer bireysiniz ve umutsuzluğa yer yok. Anlaştık mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kırmızı nilüfer
Short Story•kısa hikâye, tamamlandı "Neden böylesin?" diye sordu telefonun diğer ucundaki ses. Boğazıma oturan yumruya engel olamadım o an. "Ne sanıyorsun, sustuklarının kelimelerini katlettiğini falan mı? Ya da olmak zorunda olduğun kişinin gerçekte olduğun k...