"Hey Huang Renjun! Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
Renjun, Jaemin'e doğru döndü ve omuzlarını silkti. Hala uçurumun kenarında oturuyordu. Aniden aşağıya attığı telefonuna bakarken gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş ve şişmiş, dudakları ise soğuktan çatlamıştı. Ayaklarını aşağıya doğru, sonsuzluğa; hiçliğe, ya da objektif bir şekilde bakacak olursak keskin ve dev kayaların olduğu yönde sallandırıyordu. Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizginin kıyısındaydı. Geriye adım atsa kurtulacak, ileriye adım atsa ölecekti. Geriye gittiği her anda geçmiş peşini bırakmayacakmış gibi hissediyordu, öne doğru bir adım attığında ise sonsuz huzura kavuşacaktı sanki.
O olaydan sonra her sene aynı gün Jaemin ile ağaç evlerinin bulunduğu ormanın köşesindeki bu uçuruma gelir, ölüm ile yaşam arasındaki ince çizginin tam ortasına oturur, fakat hiçbir şey yapmazdı. İleri adım atsa ne olacağını düşünürdü. Sonra da korkup geriye adım atarsa ne olacağını.
Sabah erken kalkıp okula gideceğini söylemiş ama okula gitmeyip kazada hayatını kaybeden baba ile oğulun mezarının önünde ağlamıştı. Özürler dilemişti ardı ardına.
"Renjun! Sana diyorum! Tanrı aşkına neden telefonunu fırlatıyorsun ki?!"
Renjun bu sefer yüzünü Jaemin'e döndürmedi. Kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı ve gözlerinden yaşların süzülmesine izin verdi. Yalnızca bir gün istiyordu, yalnız kalıp düşünebileceği; her şeyi baştan sona değerlendirebileceği stressiz bir gün.
"Siktir git, Na Jaemin."
Jaemin Renjun'in ona olan soğukluğuna karşı titredi. Ona ismi ve soyismiyle nadir hitap ederdi. Ettiğinde ise genellikle iyi şeyler olmazdı.
"Renjun..."
Renjun dişlerini sıktı.
"Sana siktir git dedim, Jae. Yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Jaemin yerinde yavaş yavaş hareketlendi. Ses çıkarmamaya özen gösteriyordu.
"Renjun. Senin bize ihtiyacın yok. Sen en başından beri kimseye ihtiyaç duymadın. Buraya kadar kendin geldin. Ne ilaçlar ne de bizler sayesinde."
Jaemin'e bakmadı bile, göz yaşları durmadan akmaya devam ediyordu. Ama Jaemin'i dinlemiyor da değildi.
Jaemin Renjun'a doğru ses çıkarmadan ufak bir adım attı.
"Sen her gün çığlıklar duymanın nasıl bir şey olduğunu bilemezsin. Kulağımda bilmediğim, tanımadığım insanların acı çığlıkları var. Görüş açım daima kırmızı, hiçbir zaman yok olmuyor. Ateş ve kan rengi.
Her gün burnuma yanık kokusu geliyor. Bazen ceset kokusu da alıyorum. Bu korku ve stresle yaşamak nedir bilemezsin.
Sık sık sorguluyorum, neden ben de o cesetlerden biri olmadım; neden ben de onların gittiği yere gitmedim?
Boşuna gizlice yaklaşmaya çalışma Jaemin. Seni hissetmediğimi mi sanıyorsun? Sandığın kadar aptal değilim.
O kazadan sağ kurtulan sayılı kişilerdendim ben. O baba ve oğul benim yüzümden, benim için öldü.
Onlar ölmüşken ve ben onların beni kurtarmaları sayesinde yaşıyorken inan bana buradan atlamam. Onlara bir borcum var. Yaşamaya söz verdim.
Bu yüzden git Jaemin. Sadece yalnız kalmaya ihtiyacım var. Eğer bana doğru bir adım daha atarsan..."Jaemin kaşlarını kaldırdı: "Atarsam?.."
Renjun sırıttı.
"Sevdiğin çocuğu bir daha göremezsin."
Jaemin olduğu yerde kalakaldı.
Sevdiği çocuğu görememek mi? Az önce ölmeyeceğini söyleyen Renjun şimdi kendisini göstermemekle tehdit ediyordu onu. Renjun'i görmediği her an işkenceydi ona. Ama onu acı çekerken görmek kendisine daha çok ızdırap veriyordu.
"Pekala öyleyse, bir adım daha atmayacağım."
Renjun memnuniyetle sırıttı. Bugün burada, bu saniyede neden bulunduğunu unutmuş gibi, Jaemin'in yenilgiyi kabul etmesinden sebepsizce zevk aldı.
Tabii bu sırıtışı Jaemin'in olduğu yere oturup bağdaş kurmasına kadar sürdü.
Renjun şaşkınlıkla ona baktı.
"Ne yapıyorsun sen?"Jaemin hiç rahatsız olmadan kolundaki saate baktı ve kollarını çaprazladı.
"Gördüğün üzere, bir adım dahi atmadan seni izliyorum."
"Bana güvenmiyor musun? İntihar etmeyeceğim demi-"
"Sana güvenmediğimden değil," Jaemin Renjun'in sözünü kesti, "Sadece manzaranın keyfini çıkarmak istiyorum."
Renjun kekeledi. Hazırlıksız yakalanmıştı.
"Ma-manzara mı?"
Jaemin gülümseyerek kafasını bir aşağı bir yukarı salladı. Romantikliğin sırası değildi ama Renjun'i yalnız da bırakamazdı. Böyle zamanlarda onun yanında olmalıydı. Şimdi yanında olmazsa sonra ne zaman olacaktı ki?
"Evet, manzara. Ne yani, sevdiğim çocuğu da mı izleyemem? Oysaki tam karşımda görüp görebileceğim en sanatsal ve güzel varlık var," Sözlerine devam etti: "Sana dair herhangi bir şeyi içinde barındıran bir tabloyu almak için para koleksiyonumu verirdim. Gerçi sanat değeri yüksek olduğundan çok ucuza satılmazdı ama..."
Renjun karşısındaki çocuğun şapşallığına ağzından bir gülücük çıkmasına izin verdi. Bu gülücüğün de peşinden kocaman bir kahkaha geldi.
Onun güldüğünü gören Jaemin de derin bir nefes vererek gülümsedi. Renjun böyleydi işte, en ufak bir şeyden kalbi kırılırdı; ama en saçma şeylerden bile mutlu olabilirdi. Çok yumuşak kalpliydi. Jaemin'in onu sevmesinin nedenlerinden biri de buydu zaten.
Gerçi, Jaemin onun her şeyinş seviyordu.
Renjun ilk kez orada, ilaçları olmadan rahat bir şekilde güldü. Kahkaha atarken antidepresanların etkisinde değildi ve dudaklarından çıkan gülüş samimiydi. İçini gıdıklayan mutluluk hissini uzun zaman sonra ilk defa Jaemin ile tatmıştı. Gerçekten çok şapşaldı.
Jaemin onun güldüğünü ve artık üzgün olmadığını görünce bağdaş kurduğu yerden kollarını açtı. Şimdiyse Jaemin ağlıyordu.
Renjun hızla yerinden kalkarak Jaemin'e doğru koştu, kucağına atladı ve ona sarıldı. İnce kolları Jaemin'in boynunu sararken bir yandan ağlıyor, bir yandan da gülümsüyordu.
Jaemin'in de Renjun'den bir farkı yoktu. Dizlerinin üzerine çökmüş olan sevdiği çocuğun beline kollarını sarmış, burnunun ucunu boynuna sürtüyordu.
Bu sarılmaları birbirlerine olan aşklarından değildi. Bu aşktan da öte bir bağdı. O bağ son birkaç senede biraz yıpransa da, bu sarılmayla birlikte eski gücüne kavuşmuştu artık. Kırık kalplerin tamir edilmesi ve bu iki gencin serçe parmaklarından birbirlerine tutturulmuş kırmızı ip o bağın bir daha yıpranmasına asla izin vermeyecekti. O kırmızı ip, kaderleriydi. Ve kaderlerinde daima birlikte olmak vardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
❝you are something to me❞ ↬renjun&jaemin
Historia Corta❝"Beni tanımıyorsun! Senin için hiçbir şey değilim ben!" Jaemin, Renjun'e doğru bir-iki adım ilerledi, aralarında bir santim kala durdu. Jaemin'in gözlerinin içi kıpkırmızıydı, ağlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Kendisine doğru gelen adımla...