Herkese merhabalar. Öncelikle güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. Beni yalnız bırakmadınız :) Ama yazarınız güzel yorumlarınıza karşılık mükemmel bir bölüm yazmak için uğraşırken tükenmişlik sendromuna girdi. Aynı bölümü sürekli açıp kapattım birşeyler yazmak için. Ama neyseki güzel bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar ~
Bu arada eğer aklınıza takılan veya keşke şöyle olsaydı, bence şöyle olmalı dediğiniz şeyler varsa mesaj atın. Fikirleriniz benim için gerçekten önemli ^^
Ve son olarak bu hikayeyi yazmak için gerçekten bir çok araştırma yaptım. En azından çoğu şey gerçeğe yakın olsun istiyorum. Herneyse benim çenem yine düştü. Susuyorum ^^
BUGÜN
Annemin ölümü evimize sessizlik getirmişti. Her ne kadar belli etmesekte babamda bende onu çok özlüyorduk. Hiç birşey eskisi gibi değildi. Sabah bir birimize günaydın deyip yeni bir güne başlamamız, kahvaltı yapmamız... Artık herşeyde bir boşluk vardı. Belkide hiç doldurulamayacak bir boşluk. Şimdi masada karşı karşıya oturmuş kahvaltımızı yaparken, kimse yemeklerimizi hazırlamamış, 'Günaydın' deyip içten bir gülümsemeyle sofraya oturmamızı söylememişti. Sağımdaki boş sandalyeye bakarken buruk bir şekilde gülümsedim "burdasın biliyorum" dedim içimden. Daha önceden de beni bu şekilde duymuyor muydu? Yine duyardı belki? "Seni seviyorum" dedim gözümden bir damla yaş düşerken "beni asla yalnız bırakma"
Tabağımdakilerle oynarken babama baktım. Oda aynı şekilde tabağındakilerle oynuyordu.
"Baba" dedim bana bakmasını sağlayarak "cadılarla büyücülerin farkı ne? Yani ikiside aynı güçlere sahip değil mi?" söylediğime güldükten sonra cevap verdi.
"Cadılık, büyücükle yakından ilişkilidir kızım. Her büyücü bir cadı değildir ama bir cadı kesinlikle iyi bir büyücü olmalı. Yıllarca cadılarla ilgili bir çok şey uyduruldu fakat çoğu şey değişti. Aslında iki tarafında amacı doğada bulunan dört elementide kullanmaktır"
"Ateş, toprak, hava ve su" dedim lafı ağzından alarak. Yüzünde memnun bir ifade oluşurken devam etti;
"Doğru fakat bir element daha var"
"Ne?" dedim merakımı gizlemeyerek.
"Zamanı geldiğinde öğrenirsin" diyerek göz kırptı. Bu hali o kadar tatlıydı ki gülümsemeden edemedim.
"Gitmem gerek sormam gereken daha çok şey var ama önce istifa etmeliyim" Masadan kalkıp yerdeki çantamı aldım.
"Laura, dikkatli ol"
"Endişelenme" dedim yanına giderken "hem gün ortasında birisini kaçıracaklarını sanmıyorum" yanağından öptükten sonra evden çıktım.
Teorik olarak haklıydım. Gündüz birisini kaçıracak kadar deli olamazlardı ama şu durumdayken Tokyo'da bile kaçırılsam kimsenin haberi olmayabilirdi. Şu gelicek çocuğuda merak ediyorum. Çirkin mi acaba? Babamın izin vermesine sebep olan şeyi merak ediyorum. Tanışır tanışmaz kanka mı olmuşlardı? Aklıma gelen görüntüyle kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.
~
"Merhaba Judas"
"Hey Laura! Tanrı aşkına nerdesin sen? Dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum!" dedi hazırladığı kahveyi bırakıp yanıma gelirken. İşte o anda telefonum aklıma geldi. En son kaçırıldığımda elimdeydi. Düşürmüş olabilir miydim? Judas bana sarıldığında, karşılık verdim. Bu adamı seviyorum. 30'lu yaşlarında olmasına rağmen iyi bir arkadaş kesinlikle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜ
Fantasy"Tanrı size herkesten farklı olma şansını veriyorsa; Bunu kullanın" "Annesinin ölümüyle hayatı değişen bir kız, kendisini tahmin ettiği kadar masum olmayan bir dünyada bulursa ne olur? Annesinden daha iyi olmaya yemin etmiş Laura, babasıyla çıktığı...