PINAR

81 8 5
                                    

Sonbahar gecesi bir kız çocuğu dünyaya gözlerini kapattı. Hikayemiz bir cesetle başladı. Ama arkasından iki bebek dünyaya gözlerini araladı.

Bir yandan yas tutulurken, bir yandan da eğlence vardı. İnsan, hali işte. Biri ağlarken gülebiliyor, biri gülerken ağlayabiliyordu. Tuhafız her halimizle.

Ağaçlarla dolu rengarenk bir dünyada kim yaşamak istemez ki? Çiçeklerin kokularıyla mest olunan bir dünyada kim yaşamak istemez?

Pınar istemiyordu...

Çocuk değildi, hasta değildi, aşk acısı çekmiyordu... Peki bunlar ve bunlar gibi birçok şeyin olmamasına rağmen yaşamak isteme misinin nedeni neydi?

Her şeyden, herkesten nefret etmesi. Pınar'ı neredeyse hayatta tutan tek şeydi nefret.

Çok popüler bir kız değildi, ama varoşta değildi. Zekiydi, cesaretliydi, inatçıydı(hem de keçiden de fazla), bir de okumayı çok seviyordu. Okumayı çok sevdiğinden mi yoksa kitapları çok sevdiğinden mi bilinmez, tam bir kitap kurdu ve bir kitap için hayatını verebilecek, insandı.Ama bu duyguları nefret duygusunun yanında hiçbir şey kalıyordu.

Annesi kendini dünyaya getirdiği için annesinden de nefret ediyordu.Ama bilmiyordu ki; belki de şu anda Pınar diye bir insan olmayacaktı, dünyada.

Nefret ettiği bir de erkekler vardı. Nefret ettiği erkekler arasında babası da dahildi.

Erkeklerden nefret etmesinin belli başlı nedenleri şunlardı:

-Taş devrinde iken mağaranın dışarısına adımlarını ilk atan oldukları için, kendilerini Dünyayı keşfetmiş kişilermiş gibi görmeleri...

-Kadının; köle, tembel, geveze varlıklar olduklarını, kendilerininde kölelerin sahipleri olduklarını zannetmeleri...

-Aynı zamanda her istediklerini, kadınların yapacaklarını zannetmeleridir...

İşte tüm bunlar erkeklerin egosunu oluşturuyordu, Pınar'ın gözünde.

Her televizyonu açtığında, bir kadın katliamı daha gördüğünde, erkeklerden bin kat daha nefret ediyordu.

Annesinin adı Cemre, babasınınsa Korkud'u. Cemre çok uzun olmayan boyuna rağmen bir ortamda kendisini direk fark ettirebilen bir karaktere sahipti. Korkut'sa uzun boylu olmasına rağmen asla insanlara tepeden bakmayı sevmeyen biriydi. Annesi özel bir hastanede başhemşireydi. Babası ise başkomiserdi. İkisininde Pınar'ın gözünde ideal görevleri yapıyordu. Onlar gibi olmayı çok istiyordu.(sadece iş anlamında )

Pınar ve Korkut çok az yan yana görülürdü, bu duruma Pınar hiç aldırış etmiyordu. Cemre'nin de Pınar'la pek vakit geçirdiği söylenemezdi. Pınar bu durumlara aldırmıyormuş gibi davranıyordu. Fakat ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın bir o kadar sevgi bekliyordu ailesinden.

Pınar, o yorucu gününün akşamı hiç uyuyamıyordu. Her gözünü kapayışında, kabus görüyordu. O da uyuyamadığı için yatağının içine oturup, pencereden yıldızları seyretmeye başladı. Sonra bir fermuar sesi ve bir tıkırtı duydu. Yatak odasının kapısını aralayıp, odanın dışına çıktı.

Korkut üzerini değiştiriyordu. Bir yerlere gitmek için hazırlanıyordu. Pınar odasına geri döndü, saate gözü kaydı, saat 01'i gösteriyordu. Uykusu olmadığı için biraz dedektiflik oynayacaktı. O da üzerini değiştirdiği gibi Korkut'un arkasına düştü.

Yol ıssız ve sessizdi. Baykuşların her ötmesinde yüreği hop oturup hop kalkıyordu. Sanki gecede bir gariplik vardı. Olması gerektiği gibi değildi. Geceye bir uğursuzluk çökmüştü. Çok korkuyordu ama korkusu cesaretine mani olamazdı.

Babası siyah bir arabanın içindeydi. Yollar çok ıssız ve sessizdi. 'Baykuşların ötmesi uğursuzluk değil miydi?' Acaba bu sefer başına neler gelecekti. Kim bilir? Yarasalar her yerdeydi, sanki.

Arabaya bindiğinden bu yana yarım saat geçmişti ve bu zaman diliminde sadece babasının o arabayla nereye gittiğini düşünüyordu. Acil bir şey olmazsa bu saatte dışarı genelde çıkmazdı. Acaba kime ne olmuştu. Bir hırsızlık yada cinayet mi vardı, yoksa. Ancak bu sorular takip son bulduğunda cevaplanacaktı.

Aniden Korkut'un bulunduğu araç eski püskü bir deponun içine girdi. Arabayı depoya giden yolun kenarında, görülmemesine özen göstererek park etti. Deponun etrafında saklanması için ideal olan birçok çöp tepeciği vardı.

Korkut, Badigart'larla depoya girdi. Anlamadığı bir şeyler vardı . Babası gizli bir görevde olmazsa asla bu adamlarla bir yerlere (özellikle bu yer pis bir yerse) gitmezdi. Şayet bir görevdeyse, görevi bozacak her türlü şeyden kaçınmalıydı.

' İçeriyi nasıl görebilirdi?' Etrafına bakınmaya başladı lakin tek görebildiği çöpler idi. Yapacak bir şey yoktu. Çöpleri karıştırmaya başladı. Şu anda yanında eldiven ve bir mandal olsaydı çok işine yarardı. Karanlıkta neyi ellediğini de bilmiyordu.

Vıcık vıcık bir şeye dokunmuştu. Midesi alt üst oldu. Dedektiflik oynamak isterken aklına böyle pis şeyler gelmemişti.' Dedektifler gerçekte de böyle pis şeylerle uğraşıyorlar mıydı acaba?'

'O da neyin nesiydi?' Ayak bileğine tüylü bir yaratık dokunuyordu. Ağzından istemsiz bir çığlık çıkmıştı.

Etraf aniden kararı verdi. Her yer o kadar karanlıktı, ki hiçbir şey seçilmiyordu.

DÜŞÜMDEKİ AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin