;; üç ;; tek bir soru

5.4K 531 628
                                    

Gecenin bir körü, yarı uyanık yarı uyur hâlde kabuslarımı kovalıyordum ve bedenimin her yeri ince ince sızlıyordu. Hayal meyal başımda dikilen annemi görüyordum; hemen ardından gözlerim yeniden kapanırken beni bilmediğim yollarda peşinden sürükleyen bir adamın ellerini tutuyordum.

"Ah be oğlum..." Annem inceden sızlanıyordu ama ses tonundaki şefkat beni yeniden uykunun kollarına itiyordu. Alnımda ıslak bir bezin varlığını hissederek, bu sefer derin bir uykuya daldım ve sabah uyandığımda annem yine hiç sevmediğim bordo ev hırkasıyla yere oturmuş, başını yatağımın ucuna yaslamış uyukluyordu. Elimi alnımdaki beze attığımda, sıcaklığımdan dolayı ıslaklığını kaybetmiş olduğunu fark ettim. Tüm gece nasıl titrediğimi ve üstümü örtmek için direndiğim sırada annemin bin bir zorlukla üstümdeki yorganı çekiştirdiğini silik bir şekilde hatırlıyordum. Göz ucuyla komodinin üzerinde tüm geceye şahit olmuş dijital saatime baktığımda, yanıp sönen kırmızı göstergeleri saatin sabahın altısı olduğunu söylüyordu. Okul için hazırlanma vaktiydi ama ne hareket edecek, ne de okula gidecek hâlim yoktu. Huzursuzca yerimde kıpırdadım yeniden ve annemin irkilerek uyanmasına sebep oldum. Anaç bir içgüdüyle yanıma sokulup dudaklarıyla alnımın sıcaklığını ölçmüştü.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Bir kamyon tarafından ezilmiş gibi." Gülümseyip komodinde duran su bardağını bana uzattı; ardından içerken yardımcı olmak için eliyle ensemi destekledi. Boğazımdan kayıp giden su, tüm gece cayır cayır yanmış iç organlarıma kadar taşımıştı ferahlığını.

"Nasıl oldu da bu hâle geldin? Tanrım, çocuk gibisin. Seni büyüttüğümü sanıyordum."

"Anne, basit bir soğuk algınlığı sadece."

"Uzatma da anlatmaya başla," dedi yatakta yanıma kıvrılırken. Fakat her şeyi anlaması için üç gün öncesinden, yani acil durum partisi için Mark Lee'nin kapısına gittiğim günden başlamam gerekiyordu. Tam adamına geldin, demişti. Oysa iki gün önce gittiğim partisi bende hiç de olumlu izlenimler uyandırmamıştı. Renjun'in öyle vıcık vıcık, iç içe geçmiş partilerden hoşlanmayacağına, adımın Donghyuck olduğu kadar emindim ki onu tanıdığım belki sekiz senelik süre zarfı boyunca Renjun asla aşırılıklardan hoşlanmamıştı. O yalın birisiydi ve etrafındaki her şeyin, hatta herkesin, onun yalınlığına ayak uydurmasını isterdi. Bu yüzden grup olarak onun yanında fazlasıyla sırıtıyorduk; çoğu zaman bizi çöpe atmaktan bile bahsederdi.

"Dur bakalım orada," dedim. "Geçen seferki gibi bir fiyasko istemem."

Gülmedi, sırıtmadı da. Yüzünde birkaç kası oynadı ama isimsiz bir ifadeydi takındığı. Elini tekrar şişkin cebine attı ve çıkardığı sigara paketinden bir sigara alıp yaktı.

"Sanırım o partiden hoşlanmayan tek kişi sendin."

"Hiçbir anlamı yoktu."

Sigarasını içine çekişi her seferinde aynıydı. Fakat o gecenin aksine çok daha duru gözüküyordu gözüme ve sivri diline şahit olmasam, onun gerçek bir melek olduğunu düşünebilirdim.

"Her şeyde bir anlam ararsan mutlu olamazsın. Hayat çoğu zaman anlamsızdır."

"Ya buraya seninle hayat hakkında tartışmaya gelmedim."

"Tartışabileceğin bir hayatın yok henüz, çocuk." Büyük bir ustalıkla gözlerimi yuvarladım. Çocuk demişti bana; hem de beni hiç tanımadan, dediklerime kulak asmadan... Oysa hayat kazma küreğiyle girişmişti ruhuma, bir çocuk gibi hissetmiyordum hiç.

"Bırak da buna ben karar vereyim. Herneyse, anlatmama izin verecek misin?"

"Kapıda soğuktan donarken mi anlatmak istersin yoksa fakirhanemde sana bir şeyler ısmarlayayım mı?"

kıvılcımı söndür // markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin