Tarih: 26.11.2018
Saat: 06.25J.Jeongguk:
Dün akşam Jimin'le markete gittiğimizde bir çocuk geldi.
Yüzü harap olmuş halde raflara tutunuyor ama avucundaki çikolatalardan da vazgeçmiyordu.
Sonra Jimin onu gördü, yanına gitti hızla.
Çocuk sanki üflesen düşecekmiş gibi olduğu yerde güçsüzce duruyordu.
görüldüJ.Jeongguk:
Buğulu gözleri vardı, sanki onu çok kırmışlardı.
Dudaklarından dökülen 'iyiyim' kelimesine kendisi bile inanmıyordu.
Sadece durdu ve gitmesi gerektiğini söyleyerek yanımızdan ayrılacakken sendeledi.
Fakat düşmeden önce kollarından tuttum.
Gözleri kırık bir kuşun acısıyla parıldıyor, kirpikleri de aheste aheste titriyordu.
görüldüJ.Jeongguk:
Ancak Kuğu,
O leylak kokusu burnuma dolduğu an benim için zaman durdu.
Belki kokular hakkında iddialı olamam ama o koku senin kokundu.
Ve o kırık çocukta senin yansıman gibiydi.Blackswan:
Ama ben değilim.
görüldü...
Dibe batıyordum, söylediğim yalanlar zehirli sarmaşıklar misali ayağıma dolanıp beni dibe çekiyor, sonumu çaresizce bekliyordum; zira çok olmuştu bu bataklıktan çıkma umudumu kaybedeli. Bu yüzdendi her gece iç çekerek uyumam, bu yüzdendi beni sevenlere bile sancılı kelimeler fısıldamam; belki de bu yüzdendi sevilmeden kenara atılmam. Gözlerimdeki kurumuş yaşlara aldırmadan tekli koltuğumda daha da küçülerek yeni yeni canlanan şehre baktım, insanlar yavaştan sokaklara dökülmüş hayatın telaşı içinde kaybolmak adına evlerinden çıkıyorlardı. Bakışlarım orta katlardaki evimden aşağıdaki sokağı tararken kalbim hâlâ az önceki ritmini takip ediyor, kulağımda patlıyordu; çünkü ne zaman konu o olsa iflah olmaz bir çocuk gibi yerinde duramıyordu.
Jeongguk'a yalan söylüyordum, ona sürekli kendimin bile inanmakta güçlük çektiği aptal yalanlar söylüyordum ancak buna mecbur olmuş olsam bile suçluluk duygusu sanki tam göğsümün ortasına yapışmış, çıkmak bilmiyor gibiydi. Fakat ben bu kadar yaralıyken onun karşısına çıkamazdım, daha yüzümdeki morluklar bile geçmemişken ruhumun yamalı ellerini onun temiz elleriyle buluşturamazdım. Kaçmaktı belki bu yaptığım, yolun sonuna kadar koşacak ve en sonunda dizlerimin üstüne çöküp pes edecektim ve işte o zaman sonumu kendi ellerimle altın varaklı süslü bir kalemle yazacaktım.
Jeongguk o gün içinde bir daha cevap vermedi, ben de sadece bir kere tuvalet ihtiyacım için lavaboya gitmiş ve kimseye görünmeden de gerisin geriye solgun renkli koltuğuma dönmüştüm. Saatler su misali akıp giderken telefonuma Youngjae'den gelen bir mesajla uyuşan bacaklarım üzerinde kalkarak ayaklanmış ve dolabımdan alelade bir kotla tişört alarak hazırlanmıştım. Karışık saçlarıma bile dokunmadan dağınık yatağımın bir köşesine oturmuş boş bakışlarla sade halıma bakıyor ve Youngjae'nin çalacağı zili düşük omuzlarla bekliyordum. Uzun süre açık tutmaktan yanan gözlerimi kırpıştırıp derin bir nefes aldım, ruhum üzerindeki onca yükten kurtulma umuduyla bileklerindeki kelepçeleri çekiştiriyordu fakat bilmiyordu ki o kelepçeleri ona ben takmıştım özenle; onlar benim Youngjae'ye olan sadık sevgimin temsilleriydi.
Zilin sesi evimin içinde yankılandığında ruhsuz adımlarla ilerleyip kapıyı açtım ve dayak yedikten sonra ilk kez beni gören Youngjae'nin şaşkın bakışlarına karşılık vermekten kaçındım, onun yerine evin kapısını çekerek kilitleyip sahte bir gülümsemeyi zar zor dudaklarıma kondurdum. "Gitmiyor muyuz?" Kısık sesim sanki yüzüne balyozla vurmuşum gibi bir etki yarattığında koyu kahverengi gözleri usulca ayaklarına indi, bu hareketini hissettiği suçluluk duygusuna yorarak bir şey demedim ve açık asansörün içerisine girip onu bekledim. Çok sürmedi, asansör kabininde yanımdaki yerini aldığında aramızda ağırlaşan yoğun hava yüzünden nefeslerim de gittikçe etkisini yitirdi ve beni sessizliğe mahkum etti. Saniyeler kayboldu aramızdaki o boşlukta, ne ben konuştum ne de o bu darmadağın halimi sordu; çünkü biliyordu, biliyordum, hissettiği vicdan azabının pençelerinde kıvranırken konuşacak gücü kendinde bulamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Blackswan |Taekook|
Fanfiction❝Eğer acılarını taşıyamıyorsan, kelimelere fısılda.❞