Bölüm 3,5 k oldu neredeyse, umarım sıkılmazsınız ve bana bolca yorum atarsınız umarım 🎀 Ve kontrol etemeye şu an çok üşeniyorum...
Hatalarım varsa affola. İyi okumalar!
Tarih: 01.12.2018
Saat: 18.23Saatin ritimli sesi kulaklarımda silinmez paslar bırakıyor, gözlerim kucağımda duran telefonun siyah ekranına bakıyordu; uzun zamandır beklediğim için sıkılmış olmam bir yana, Jeongguk'un gelmeyecek olma düşüncesi bile içimi yiyip bitiriyordu. Soğuyan parmak uçlarımı dudaklarımın önünde kavuşturup sıcak nefesimi üfledim boğum çizgilerinin arasına, oturduğum koltukta kalçam ağrısa bile beklemek canımı çok sıkıyordu lakin Jeongguk için buna değerdi. Zira o benimle birlikte ağlayan tek kişi olmuş, ellerimi tutmuş ve kimsenin sevmediği kara ruhumu kendi renk cümbüşü kalbiyle sarmıştı, kısacası Jeongguk, bana kimsenin hissettirmediği o duyguları hissettirmeyi başaran ilk kişiydi.
Hastaneden çıkışımın ardından bir an olsun yanımdan ayrılmayan Jeongguk her gece gelir, evime girer, annemin ve babamın halini hatrını sorar ve hemen ardından odama girerek beni kollarının arasına alıp kulağıma güzel şeyler fısıldardı. Ya ellerimi alırdı parmaklarının arasına ya da saçlarımı severdi, işte o sessiz anlarımız da beni güldürecek anılarını anlatıp durur yavaş yavaş onun hakkında bilgiler edinmeme izin verirdi. Sonra kalbim yeni uçmayı öğrenmiş bir kuş kadar delicesine çırpardı kanatlarını, hem de ne zaman uykuyla uyanıklık arasında kalsam parmaklarını nazikçe alnımdaki saç tutamlarını itmek için kullanır ve sonra da tenimi öperdi güçsüzce.
Son dört günüm içinde aklım ve kalbim Jeongguk'la öylesine dolmuştu ki o gittiğinde yüreğime bir sızı gelir ve beni darma duman ederdi; işte tam da bu yüzden korkuyordum, zira okuduğum onca kitapta aşık olan karakterler bir bir gözümde canlanmaya başlamış ve Jeongguk'a karşı gelişen duygularımı sorgulamama sebep olmuştu. Ancak benim kalbim dayanıksız ve sevgiye, ilgiye açtı; nasıl beni her gün kolları arasına alıp ruhumu nazikçe saran adama karşı duygular beslemezdim? İçimde bir yerlerde artık ondan uzak durmamın çok geç olduğunu biliyordum, durmazdım da zaten, zira beni kendine öyle sıkı sıkı ve sinsice bağlamıştı ki ondan değil kopmak, bir saniye ayrılamaz olmuştum.
Çalan zille yerimden kalkıp acaleyle demir kapıyı açtım ve gözlerim bana yumuşacık bakan adamın hârelerini bulduğu an gülümsedim; Jeongguk'ta o sırada bedenimle pervaz arasından yavaşça geçip vestiyerde duran siyah şişme montumu almıştı. "Hemen gidelim Taehyung-ah, Jimin seni görmek için sabahtan beri başımın etini yedi." Tek kelime etmeme izin vermeden montu usulca kollarımdan geçirdi ve askılıktaki pembe beremi kafama taktı. "Buraya geleceğim diye tutturdu, neyseki Yoongi hyung onu zorla ikna edip buraya gelmesinden vazgeçirdi. Şimdi de kafede oturmuş bana nerede kaldığımızı mesaj atıp duruyor." Jeongguk'un yumuşak sesi kulaklarıma doluyordu, montun fermuarını önümden çekerken çenemin altına kadar getirip gözlerini bana çevirdi ve aynı anda dudaklarına konan mutlak gülümseme benimde utanarak gözlerimi kaçırmama sebep oldu.
"Jimin'de gelebilirdi, neden gelmedi ki?" Utancımı gizlemek adına aklıma gelen ilk soruyu sorduğumda derin bir nefes aldım, Jeongguk ne zaman bana böyle derin derin baksa kalbim yerinde pır pır ediyor ve yanaklarıma kan pompalanıyordu. Gözlerim hâlâ yerdeyken sıcak nefeslerinin yanında kapıdan giren soğuk rüzgar ürpermemi sağladı, bu sırada fermuarımı çekmiş olan eli demiri bırakmış, ardından yavaşça çenemi kavrayıp yüzümü yukarı kaldırırken kısık gözlerim ve al al yanaklarımla daha fazla utanmamaya çalışmıştım. Lakin çoktan kızradığını hissettiğim yanaklarım her şeyi ele veren cinstendi, sanırım Jeongguk'un yüzündeki bu muzır gülüş de durumdan eğlendiğini aleni bir şekilde belli ediyordu.