Sürpriz

83 8 4
                                    

Not: Selam. Ben Kedyyy. Geç geldiği için özür dilerim. Teyzem ameliyat oldu ve Eylem de okul konusunda ailesi ile tartışıyor. Anlayış için teşekkürler.

"Tanrım!"

"İyi misin?"

"Sayılır. Bir anda öyle acıyacağını tahmin edemedim, o kadar."

Benimle ilgilenmesi için her gün bileğimi burkabilirim.

"Seni okula arabayla götüreceğim."

Kafamı salladım.

Birkaç yürüme alıştırması yaptıktan sonra okuluma gittik. Arabadan inmeden önce ona teşekkür ettim ve yanaklaşma falan.

Taviz vermesem de beni eve bıraktıktan sonra nereye gittiğini deli gibi merak ediyordum. Tabii bu merak nedensizdi. Artık ondan hoşlanmıyordum.

Karıştırmıştım.

Ben Ansel hayranı değildim. Arkadaşıydım.

Ben Ansel Elgort hayranıydım. İkisi çok farklıydı.

Hayran olduğum kişi kameraların önündekiydi. Odamın yanındaki değil.

Beni okula bırakıp, yanağımı sapıkça sömüren değil.

"Dikkat et. Sakatlandığını anlamalarına izin verme." dedikten sonra göz kırptı.

Göz kırptı. Bana göz kırptı.

Saatlerce süren provalardan sonra dışarıda Ansel'ın arabasını gördüm. Tam emin değildim çünkü camlardan içeriyi göremiyordum. Daha önce fazla dikkatli bakmadam da camlarında kaplama yoktu. Plakayı da hatırlamıyordum zaten.

Tereddütle sürücü koltuğunun yanındaki kapıyı açtım ve bana sırıtan eli viteste bir Ansel görünce gülümsememe engel olamadım. Üzerinde deri bir ceket vardı. Genelde deri ceket giyiyordu ama bu farklıydı, daha önce görmemiştim.

"Selam."

"Selam. Araban-"

"Eveeet. Otur da anlatmaya başlayayım."

Yanına oturdum ve o da heyecanla konuşmaya başladı.

"Dün akşam bir film tanıtımı yayınladık. Film karelerini içermiyor ama çok fazla ilgi çekti. Böylece insanlar araştırmaya başladılar ve bam!"

Çok dikkatli dinlediğim için bir anda 'bam!' demesiyle irkildim. Bu halime güldükten sonra devam etti.

"Bir gecede ünlü olduk!"

"Bu harika!"

"Dur. Hikaye daha bitmedi." dedikten sonra boğazını temizledi ve arabayı çalıştırdı.

"Bir arkadaşımla buluşmak için kafeye gittim. Daha sonra arabama bindim ve yavaş bir şekilde sürmeye başladım. İnsanlar arabamı işaret ettiler. Başta tabii arabamda bir sorun vardır diye düşündüm. Sonra ellerinde kitapla çığlık atan ve mavi giyen kızları gördüm ve işte o zaman arabamın camlarını kaplatıp, plakamı değiştirmem gerektiğini anladım." dedi.

"Vay canına. Ne kadar hareketli bir günün olmuş."

"Öyleydi. Bileğin nasıl?"

"Çok iyi. Onu unutmuşum bile."

"Prova nasıldı peki?"

"Gayet iyiydi. Sadece dört kere durduruldum."

"Harika. Aslında sana bir şey söylemeliyim."

Kötü bir şey olmuş gibi görünüyordu. Dinlediğimi belli edercesine kafamı salladım.

"Jerome sana bir sürpriz -böyle yazılıyormuş- yapabilirmiş."

Korkum daha da arttı. Sürpriz kötü anlamda da kullanılıyordu. Değil mi?

"Nasıl bir sürpriz?" diye sordum.

Elini ensesine atıp kaşlarını havaya kaldırdı. Söylemekte zorlanıyor gibiydi.

"Belki... Yani yüzde elli ihtimalle... Dörtte iki gibi... Yarım-"

"Tamam. Tiyatrocu olsam da yarımın ne kadar ettiği biliyorum."

"Öyle demek istemedim. Yani gelemeyebilir."

"Sen bunu mu kafana taktın? Benim için sorun olmaz zaten."

"Güzel o zaman." dedi ve eve geldik.

Yemek yedikten sonra biraz dinlenip kıyafetlerimi aldım ve Ansel beni okula bıraktı. Son bir kısa prova daha yapacaktık ve ardından zaten oyun başlayacaktı.

İçimden sürekli tanrıya yalvarıyordum ama maalesef gerçek hayatta başrole bir şey olunca yerine sizi almıyorlardı. Ben yine de hayatımın film karesi devamı gibi olduğunu hatırlayarak başrolün tüm repliklerini ezberlemiştim.

Arabadan iner inmez Bayan Duff beni sürükleyerek salona götürdü. Doğal olarak Ansel bana şans öpücüğü -veya yanaklaşması- falan veremedi. Ciddiyim. Böyle bir şey bekliyordum.

Provalarda ellinci kez repliğimi tekrar ettiğimde, yönetmenimiz de usanmış olmalı ki isteksiz bir biçimde bizi alkışladı ve provayı bitirdi. Provanın bittiğini anlayan terli kalabalık bir anda koşuşturmaya başladı. Ben de bu hareketliliğe uyum sağlama amaçlı, koşarak bir soyunma kabini aramaya başladım. Bütün kapıları kırarcasına tıkladığımda, dışarıda bekleyen herkes beni süzdü. Deli olduğuma kanaat getirdiklerinde ben hala sıra bekliyordum. İçerideki insanların çıkacağı yoktu. Bana tek çözüm kalmıştı. Spor salonunun soyunma odası.

Koşturarak oraya girdiğimde kapının anahtarı bende olmadığı için bu işin riskli olduğunu fark ettim. Saate baktığımda bütün riskler aklımdan çıkmıştı -ki anlaşılan aklım da kafamdan çıkmıştı- ve giyinmeye başlamıştım. Son olarak hocamın da dediği gibi eyeliner ve parlatıcı da sürdükten sonra saçlarımı açıp pasaklı bir görünüm yarattım. Ne yapabilirdim ki? Ne kadar kötü görünse de rol böyleydi.

Salona geri döndüğümde koltukları dolu görmeyi beklememiştim. Zaman ne kadar da hızlı geçiyordu.

Gözlerim hemen Ansel için ayrılmış koltuğa gitti. Ama ne Jerome ne de Ansel oradaydı. Hatta tiyatrodan sorumlu öğretmenimiz konuşmasında onu burada gördüğünden memnun olduğunu söyledi. Manyak kadın. Kim olduğunu bilmediği için geldiğini düşünüyordu.

Gösteri başladığında gelmeyeceğinden daha da emin olmuştum. Sıra bana geldiğinde heyecanla sahneye çıktım.

"Sürtük! İşte bu o küçük sürtük!"

Rol arkadaşım Hanna'nın rol icabı bana bu sözleri söylemesi üzerine birden kapı açıldı ve tüm gözler oraya döndü. Yönetmen -hala adını hatırlayamadım- bana susmamı işaret edince kapıya döndüm.

İçeri Ansel girdi ve bana kısa, ifadesiz bir bakış attı. Ardından giren bir Jerome beklesem de kısa saçlı bir kız görünce duraksadım.

Shailene.

Yerlerine oturduklarında Ansel sahneye boş gözlerle bakarken, onun elini tutan Shailene direk bana baktı ve dudaklarını oynatarak,

"Sürpriz!" dedi ve Ansel'ın yanağına bir öpücük bıraktı.

Bense etkilenmemiş gibi repliklerimi söylemeye başladım.

"Sürtük ha? Bir daha düşün, fahişe."

İşte ben o zaman öldüğümü hissettim. Beni öldüren şey Jerome'un yerine Shailene'in gelmesi mi, yoksa Ansel ve Shailene'in kimseyi umursamadan kamera önünde öpüşmeleri miydi?

Hansel and GretelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin