Kelimeler insanlar arasında kolaylayıcı bir iletişim aracıdır. Karşınızdaki insanla daha kolay anlaşmanızı sağlar. Duygularınızı, hislerinizi, düşündüklerinizi,.. ve daha nicelerini anlatmanızı sağlar.Ses sizin benliğinizdir. Seçtiğiniz kelimelere vurgu yaparak söylemek istediğiniz cümlelere derin anlamlar katarak onları tamamlar. Nefes verirken akciğerlerden gelen hava gırtlağımızda yer alan ses tellerini titreştirerek ham sesi oluşturur. Bu ham ses boğaz, burun ve ağız boşluklarında şekillenerek her insana özgü olan ses tonunu oluşturur.
Bunlara ek olarak vücut dili dediğimiz kavram da işin içine girdiğinde cümlelerimizin doğruluğu konusunda karşımızdakine bilgi verir.
Karşımızdaki insanın söylediğimiz cümlelere inanabilmesi için bu üç ana unsurdan tam puanla geçmek zorundayız.Söylediğimiz yalanlar, anlattığımız ziyadan bozma hikayeler, gelecek için olmayacak hayaller,.. Bazense tek bir sorunun cevabı için inandırmaya çalışırız insanları; Nasılsın?
Bu soru üzerine yoğunlaşacak olursak, kabahatli yalan olduğunu bildiği halde alışagelmiş cevap verende midir yoksa soruyu soranda mı?
Cevap veren kişimiz, vermiş olduğu alışagelmiş cevapta soruyu soran kişiyi geçiştirmek mi istemiştir yoksa doğruyu söylese de bir yararının olamayacağı bilincini zaman içinde kendiyle tartışarak kazanmış mıdır? Belki uzun cevapları sevmeyen bir karaktere sahiptir. Belki odak noktası olmayı sevmeyen birisidir.
Belki de, en kötüsü, küçüklüğünden beri boyundan büyük olaylarla karşılaşıp tam bunlardan etkilenecek zamanı bulduğunda o soruyu soran kişiler tarafından 'bizim zamanımızda çocukluk mu vardı biz direk büyüdük, ergenlik neymiş uyduruyorlar efendim keyif işçileri bunlar' diye tepkiler alıp bütün travmaları daha o küçük yaşında sırtladığı okul çantası gibi sırtlayan biri olduğu için artık hissizleşmiştir.Çünkü onun hiçbirşey hissetmeye hakkı yoktur.
O her ne isterse olur. Her ne isterse yapılabilir. Onun için önemli olan etrafındaki insanların ne hissettiği olmalıdır.
Onun dünyasında büyükler küçükleri değil küçükler büyükleri toplar.
Küçükler öyle büyür çünkü. Yaraları toplaya toplaya... Bu yüzden ilk toplama işlemini öğrenmedik mi ilkokulda?
En beteri de nedir biliyor musunuz?
O küçük, diğer küçükleri de kendisi gibi sanar, düzenin böyle olduğunu.Canı acayınca da hiç gıkını çıkarmaz bu yüzden büyüdüğünde.
Kalbi kırılsa oturur susar. Hiçbirşey olmamış gibi gülümser herkese.
E diceksiniz şimdi hani küçükler büyüklerin yaralarını sarardı onunkini niye sarmıyolar?
İçindeki küçüğü büyütemeyen hiç kimse bir küçükten yardım istemez çünkü.
Geçmişinde yaraları olanların yaraları açıldığı zamanda durur büyümesi, elinde değildir bu kişinin.
Kişinin boyu uzar, saçları uzar, elleri kolları büyür,.. İçindeki küçük hiç büyümez, büyüyemez.Geçmişindeki yaraya olan tutkusundan mıdır yoksa o yaradan önceki son mutlu olduğu anı unutmamak istemesinden midir? Bilinmez.
Bu kişi içindeki küçüğü saklamak için de yalanlar söyleyebilir fakat ne demişler, 'gözler kalbin aynasıdır yalan söyler mi? '. Kişi istediği kadar profesyonel olsun soruyu soran gözlerine bakarak cevabın doğruluğunu anlayabilir.
İşte bu yüzden kabahatli olan soruyu sorandır.
Karşısındaki insanın gözlerine bakarak cevabını rahatlıkla alabilir.
Fakat o karşısındakinin gerçekten nasıl olduğuna değil kendinin ne duymak istediğine odaklanmıştır.Bencildir.
Cevabı veren kişi tüm samimiyetiyle nasıl olduğunu söylese bile alacağı içi boş tavsiyeleri ezbere bilmektedir.
Bu da onun için laf kalabalığından başka birşey olmayacağı için kısa olanı yapar. Yalan söyler.Halbuki soruyu soran karşısındakinin nasıl olduğunu gerçekten merak etse gözlerine bakması kafidir.
Gözler eleverir insanı.Bütün olay gözlerdedir. Çünkü içinizdeki küçüklükle aranızdaki bir bağdır gözler. Sizi geçmişten geleceğe bağlar.
Çoğu olaya duygusal bir şekilde bakmanız o içinizdeki çocuğun odasından açılan penceredeki manzarayı seyretmesi gibidir. O kollarını pencerenin kenarına, küçük ellerini de yanaklarına dayayarak olayları beyninin labirentinde gezintiye çıkarır. Labirentin sonuna gelipte olayları kavrayınca da küçük parmaklarının tuttuğu kalemle oturur bir bir yazar mektubunu büyüğüne.
Bizim büyükte mektubu aldığı gibi okur, bekletmez küçüğünü cevabını yazar gönderir ona. En sonunda nihayi kazanan ikisininde tek zaafı vicdanlarıdır.
Bir küçüğün vicdanıyla büyüğün vicdanı tabi ki bir değildir. Birbirlerinin ortaklaşa ekmeklerini yerler.
En ufak bir ses, eşya, kelime,.. Sizi hiç olmadık yerlere götürmesi o küçüğün suçu.
Ama kızmayın ona, küsmeyin de. O da ona uzatılan her umut dalını tutmaya çalışıyor. Yeni küçüklerle tanışıp yalnız kalmaya çalışıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BABAMA Mektuplar
Saggisticaİçimde söndüremediğim ateşi burada yayıyorum. Kocaman bir yangın olması için.