"2.BÖLÜM"

317 30 9
                                    







Araçla gideceğim yirmi dakikalık yolu bacaklarıma yüklemiş, yavaş yavaş yürüyordum. Kafamın içindeki sesler artık bir uğultuya dönüşmüştü. Gözlerim ayak uçlarımda idi. Ayağımda ünlü bir markanın pahalı bir ayakkabısı vardı. Sağ tarafımdaki duvara sertçe tekme attım. Benim için olmasa da olurdu ama babam için öyle değildi. Her şey göz önünde olmalıydı ya da magazin sayfalarının en başında. Düşünmemeye çalışarak, sahil yoluna doğru döndüm. Karşıya geçmek için bir adım attığımda, sol tarafımda acı bir fren sesi işittim.

"Önüne baksana be kadın!" diye bağırdı, öfkeden deliye dönen adam. Arabanın kaputuna yumruk atıp, koşarak karşıya geçtim. Arkamdan kimse gelmiyordu çünkü arkama dönüp bakmamıştım bile. Zaten bu zamana kadar yaptığım hiçbir şeyden pişman olmama sebeplerimden birisi, umursamaz olmamdı. Ya da öyle gözükmem... Asya, her zaman çok güzel mutluluk rolü yaptığımı söylerdi. Kimsenin keyfi kaçmasın diye bu role devam etmeliydim. Çünkü bu zamana kadar hep böyle yapmıştım.

Sahildeki banklara baktığımda, üç-beş yaşlı çiftten başka kimse yoktu. Burası genellikle emekliye ayrılıp, huzurlu bir yaşam isteyen yaşlı insanların tercih ettiği bir semtti. Telefonumun saati on biri çeyrek geçiyordu. Tepede kavurucu bir güneş vardı ve biraz daha beklemeye tahammülüm yoktu. En fazla on dakika bekler, giderdim. Oturduğum bankta yaşlanmaya ve bu semte yerleşmeye hiç niyetim yoktu. Tekrar saate baktığımda, on dakikadan fazla beklemiş olduğumu gördüm. Ayağa kalktım. "Yeter, ne de olsa polis olan o. Arasın bulsun, ne yapayım şimdi!"

"Bekleyeceksin," dedi, arkamdan gelen bir ses. Yavaşça arkamı döndüm. "Sen bana emir mi veriyorsun?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. Bana doğru bir adım atıp, o da kaşlarını kaldırdı. "Ne de olsa, polis olan benim," Gülümseyerek, ellerini cebine soktu. Çok sinir bozucu hareketleri vardı. "Herneyse," dedim, hiçbir şey olmamış gibi. "İlerde bir kafe var, isterseniz oraya gidelim her şeyi anlatayım," Kafasını iki yana sallayıp, "cık" sesi çıkardı. "İnsafsız bir hırsızla, ancak sorgu odasında aynı masaya otururum." Ellerimi yumruk yapıp, sımsıkı sıktım. Sınırlarım zorlanıyordu. Kafamın içindeki susmak bilmeyen seslerden büyük bir gürültü oluştu ve şakaklarım zonklamaya başladı. Yüzümü sıvazlayıp, sakin olmaya çalıştım. "Laflarına dikkat et!" dedim, sert bir ses tonuyla. Gözlerini kapatıp, derin bir nefes aldı.

"Pekala," dedi. "Seni dinliyorum," Hiç vakit kaybetmeden söze başladım.

"Bir proje için Bayraklı'da ki bir şirkete görüşmeye gittim." Yüz ifadesi, düşünceli bir hâl almıştı. Devam et dercesine kafasını salladı. "Görüşmem bittiğinde, eve gitmek için şirketten çıktım." Burnundan soluyarak, gülümsedi. "Evinizi çok mu seviyorsunuz?" diye sordu, hâlâ gülerken. "Ne alaka şimdi bu?" dedim, söylediğine anlam veremeyerek. Cebindeki ellerini çıkarıp, birbirine sürttü. "O görüşmeden koşarak çıkıyordunuz ve bana çarptınız."

Gökyüzündeki güneş kaynar su olup, başımdan aşağı dökülüvermişti. "O siz miydiniz?" dedim, şaşkınlığımı gizleyemeden. Kafasını salladı. "Arkanıza bile bakmadan, asansöre dalıverdiniz." O anı düşündüğümde, gerçekten de tam olarak böyle olmuştu. "Göğüsünüz çok sertmiş," dedim, soracağı soruyu tahmin ederek. Konuyu dağıtmak istiyordum ve bu sırada bir yalan düşünecektim. "Kafam hâlâ acıyor doğrusu!" dediğimde, yüzü garip bir hâl aldı. "Gerçi sert olan sadece göğüsünüz değil beyefendi," dedim, yüz ifadesinin sertliğini belirterek. Bu söylediğime güleceğini hiç tahmin etmemiştim. "Daha fazla karıştırmayın isterseniz ha?" Soru sormak için ciddileşti. "Görüştüğünüz kişi, bir telefon geldiğini, koşarak çıktığınızı söyledi." Yüzünü denize doğru döndüğünde, koyu kahverengi saçları açık kumral gibi gözüküyordu. Bedeni denize doğru dönüktü ama yüzünü aniden bana döndü. "Sizin orada ne işiniz vardı?" diye sordum, düşündüğüm yalanların arasından. "Bir işim vardı," dedi, dudaklarını yalayıp. "Soruma cevap verin. Evinizi çok mu seviyorsunuz?" Cevap vereceğim sırada, tekrar soru sorarak beni susturdu. "Ya da telefonunuzun son kayıtlarında bulunan babanızın zenginliği gözünü doyurmadı. Gündüzleri kızıyla birlikte para avına çıkıyor?" Bu söylediğini aptallar bile söylemezdi. Dudaklarımı ısırıp, gülmemek için kendimi zorladım ama beceremedim. Güçlü bir kahkaha attığımda, yüzündeki sert ifade silinmişti. Konuşmuyordu ya da bir tepki vermiyordu. Doğrudan dişlerime bakıyor, bu da beni oldukça geriyordu. Kahkahamı durdurup, elimdeki telefonun yansımasından dişlerime baktım. Maydanoz ya da başka bir şey yoktu!

YARASI SAKLIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin