Günler, haftalar hatta toplamda bir iki ay tamamen araştırma ile geçti. İhtiyaçları olan bilgiyi toplayıp kendilerince bir cevap bulana kadar hiçbiri Akış'a girmeye cesaret edemedi.
Hatta Aziz, o günden sonra, ortadaki o mindere bile oturmadı. İçten içe, ne içtiği otlu suyu ne de kendi içine dönüşü değil de, gerçekleşme sebebini minderle bağdaştırmıştı. Minderden uzak durması, bir nevi rahatlatıyordu onu.
Geçen sürede bir sürü bilgiye ulaşmışlardı. İlk yapmaları gereken sap ile samanı birbirinden ayırma zorluğu ve gerekliliğiydi. Yanlış ve abartılan o kadar çok şey vardı ki, kendi bilgilerini katarak kimin, neye göre abartabileceğini bile hesaplamaya başlamışlardı.
Şu kadar kısa sürede bile, neredeyse canlıların düşünüş tarzı ile ilgili bir sürü fikirleri olmuştu. Fakat sadece Akış konusu üstünde durmaya kararlıydılar.
Eledikleri bilgiye göre en sıkıntılı konu tabii ki Tyran meselesiydi; bir hayvanın içinde uyanmaları gerekiyordu ama kendileri gibi birinde uyanmıştı Aziz. Belki bu şanstı, bundan sonra belki o bedende hiç olmayacaktı ama bu bile araştırılması gereken bir konuydu. İşin daha da ilginci, türlü abartmalar türlü yalanlar anlatılsa da kimse dokuz ırktan hiç birinde açmamıştı gözlerini. Bunun özel bir yetenek mi olduğu ya da bir şeylerin yanlış olduğunu ve bir daha yapılmaması gerekip gerekmediğini bilemiyorlardı.
Emin oldukları konunun başında buldukları ot geliyordu. Doğru otu buldukları kesindi, rengi, biçimi, tadı ve sonrasında gelen o ilk soğukluk tamamıyla doğru başlangıç olduğunu gösteriyordu. Çok nadir de olsa otsuz Akış'a geçenler olduğu söyleniyordu ama bunun kesinliği şimdilik yoktu. Gene tahminen o seviyeye yakın bir zamanda ulaşamayacaklarını da düşünüyorlardı.
İkinci önemli konu, Akış öğrenilmiyordu, öğretilemiyordu ki. Hayatının belli bir döneminde karşılaştığın, çoğumuzun pas geçtiği bir yönelmeydi, bir nevi seçimdi bu. Gene de bu tarafı seçenler, önceki hayatlarında ibretlik iyilikte, zekilikte ve dünyevi zevklerden imtina eden karakterlerdi. Bazısının ana babası varken, bazısı öksüz, bazısı varlıklı, bazısı da fakirdi, bazısı kadın, bazısı erkek; öyle pek bir seçilmişlik görünmüyordu, fiziki ve yaşam standartları açısından.
Akış'a geçebilenlerin ise ruhlara aracılık ettiği söylenerek kendilerini daha çok ruhani işlere adamaları ortak özellikleriydi. Umuttan bahsedip, zorluklara nasıl göğüs gerileceğini anlatır, evlilik törenlerini yönetirlerdi. Hele ki evliliğin yasak olduğu bu dönemde daha çok kendi içlerine yönelirlerdi.
Genelde bunlar Akış'a hemencecik girebiliyorlar ve istedikleri zaman da çıkabiliyorlardı. Bu çoğu için bir eğitimdi aslında, Akış'a eğitim almak için giriyorlardı. Anlattıklarına göre, orada ne kadar süre kaldıkları belli olmuyordu bir an, birkaç ay, birkaç yıl ama asıl yaşanılan zamanda güneşin hareket ettiği farkedilmeyecek kadar kısa bir zamanda geri dönülüyordu. Gerçek zamanda çok kısa bir süre geçtiği için diğer tarafta yiyecek içecek ihtiyacı da bulunmuyordu. Akış'a girme nedeni her zaman eğitim olmuyordu tabii ki, bazı merak, bazı araştırma, bazı zaman ise Dhamir'den sıkılmışların tercih ettikleri gibi, içinde bulundukları Tyran gibi yaşamaktı. Hatta Dhamir'deki hayvanların içinde de başka diyarlardaki Akış'la gelenlerin olduğu, hayvanlarda görülen bazı zekâ belirtilerinin de bundan olduğu söylenirdi.
İlk tezleri; eğer diğer tarafta ne kadar kalınıyorsa kalınsın, bu tarafta kısa bir zaman sürüyorsa, nasıl geri dönüleceğini diğer tarafta zamanla bulduklarıydı. Büyük olasılıkla zor da olsa döndüklerinde bozuntuya vermeyerek yaşadıkları sıkıntıyı belli etmiyorlardı. Belki de inanmak istedikleri hikâye böyleydi yoksa topladıkları bilgiyle, geriye dönüşün nasıl olduğuyla ilgili bir ipucu bulamamışlardı.
İkinci varsayım, gittikleri yer geçmiş de olabiliyordu, gelecek de, hiç bilmedikleri bir yer de; dilini bilmedikleri bir bedende de doğabiliyorlardı. Bir Tyran'da doğduktan sonra dilini bilmek ne ola ki zaten diyeceksiniz; bildiğin hayvandı işte. Fakat o Tyran, konuşan canlılardan birine yakınlaşırsa öğrenebileceklerdi ancak bunu.
Olumsuz konulardan bir diğeri de, Tyran'ın içinde iken Tyran ölürse, kendi bedeni de ölüyordu. Eğer diğer tarafa gidene ruh diyorsak, ruhsuz beden yaşayamıyordu.
Bazıları ot yerine tütsü kullanıyordu, bu otu mu yakıyordu, zannetmiyorlardı. Çünkü dumanı herkes soluyor ama bir kişi Akış'a giriyordu. Ya duman bahaneydi ya da başka otlar da vardı Akış'a girdirebilen.
Dönemeyen olmuş muydu? Hem evet hem hayır. Kalmak istediği için kalan olmuştu, şansa diğer bedene geçmişken kalbi tutup ölenler duyuluyordu, bir de orada kalmayı kararlaştırmışlar vardı. Bir Tyran olarak hem de kontrol edemediğin bir hayvanda kalmak için normal hayatında ne tip bir sıkıntı yaşıyor olabilirdin ki; mantıksızdı ama yapan vardı.
Kısa zamanda alabilecekleri tüm bilgi buydu. Öğrendikleri üzere bunun bir eğitimi yoktu. İçlerinde en çok iki üç soru oyalıyordu düşüncelerini.
İlki, nasıl dönüleceği –ki gene de bunu orada öğrenmekten başka çareleri yok gibiydi. Belki sakin kalsa, bulurdu dönüş yolunu ama paniklemişti geçen sefer, bu da işi çözümsüz hale getirebilirdi.
İkincisi, neden bir Tyran bedeninde olmadığıydı. Hoş, başka bir deyişle o beden de bir hayvandı. Fakat bu yepyeni bir Akış olabilirdi. Buna bağlı özel bir soru daha çıkıyordu karşılarına; acaba özel miydi, hatalı mı?
Üçüncüsü ise tam bir bilinmezlikti; davetsiz gelip Aziz'i çıkartan kimdi?
Nereden biliyordu Akış'ı denediklerini?
Akış'a nasıl dışardan katılmıştı?
Bu kadar bilgi beceri hatta yeteneğe sahipse ve doğru olmayan bir şey yapıyorlarsa engel olması gerekmiyor muydu? "Siz daha çoook acemisiniz, yapmamalısınız" gibi. Bunu duymadıklarına göre demek ki doğru yapıyorlardı.
O zaman biraz daha cesur olmalılardı...
Dhamir: Yaşadıkları Dünya'ya o bölgede verilen isim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karakutu
General Fiction14 Şubat'ın gerçek öyküsüne kendi yaklaşımım... Tedavi etmeyi en iyi, En çok yara alanlar bilir... 14 Şubat'a ithaf edilmiştir!..