Sabah gürültü ile uyandılar. Kapı hızla çarpılmış içeriye askerler girmişti. Yanında tercüman olan asker "Söyle onlara yiyeceklerini kralımızla görüştükten sonra yiyecekler. Şimdi kralın yanına gidiyoruz. Yeni elbiselerini ver. Üzerlerini değiştirsinler. Dedi. "Tıpkı hayvanlar gibi." Diye de söylendi.
Tercüman sözleri aktardı. Avcılar utanma bilmiyorlardı. Deriden giysilerini çıkardılar. Çırıl çıplak oldular. Pamuktan örülmüş giysilerini üzerlerine geçirmeye başladılar. Nöbetçiler avcıların kayıtsızlığına şaşırdı. "Sanki daha önceleri hep çıplak yaşıyorlardı. Bak şunlara her şeyleri ortada. Bize gösterdikleri ile gurur duyuyorlar gibi." Diye avcılara takıldılar.
Biri "Bunların kıçı pistir şimdi. Irmağa götürüp suya mı soksaydık acaba." Dedi. Ortalığı kahkaha sardı.
Diğeri "Kralımız bekliyor. Şimdi olmaz. Acele etmemiz lazım." Dedi.
Avcılar beş altı askerin kuşatması ile üzerlerinde pamuktan örülmüş giysileri ile hapishaneden çıktılar.
Avcıların kadınları da aynı şeyleri yaşadı. Askerler onlara da pamuktan örülmüş giysiler verdi. Giydiler. Sonra onlarda kralın huzuruna çıkmak için tutuklu kaldıkları yerden çıkıp şehrin, en büyük yapısına doğru yürüdüler.
Kral "Amir sizin ilkel insanlar olmadığınızı söyledi. Sizleri bir müddet köle olarak kullanacağız. Erkekler taş ocağında çalışacak. Kadınlar ve çocuklar ise sarayımda bana hizmet edecekler. Artık gidebilirsiniz."
Amir bu kısa konuşmaya şaştı kaldı. Demek bu avcıları kral benimsemişti. "Kralımız çok akıllı. Kısa zamanda hüküm verdi." Diye içinden geçirdi. Avcılar kralın huzurundan çıktığında onları sarayın mutfağına götürdüler. Onlara orada yiyecek verdiler. Menü kızartılmış tavuk, şarap ve ekmekten oluşuyordu. Menü amir için de zengindi avcı insanlar içinde. Abraka tattığı şaraba hayran kaldı. Tecavat ise durmadan tavuk yiyordu. Elini ne ekmeğe, ne şaraba sürdü.
Amri de acıkmıştı. O da avcı insanların yanına oturup kızarmış tavuktan yemeye başladı. Diğer taraftan söyleniyordu. "Sizin şu şansınıza imreniyorum. Taş ocağında çalışacak işçilersiniz ama kral size ikramda bulunuyor. Siz avcıların şehrimizin insanlarını bakışlarınız ile tılsımladığınıza inanıyorum. Sizden korkulur. Kralımız istemese ben size tavuk değil ot yedirirdim. Ama baştan beri kralımızın gözetimindesiniz." diye söylendi.
Askerler geriden onlara refakat ediyordu. Tavuklarda iştahlarını kabartmıştı. Disiplinsizlik edemezlerdi. Avcıların kızarmış tavuklarına el süremezlerdi. Onların yiyeceği henüz hazır değildi. Bakmakla yetindiler.
Amir "Haydi kalkıyoruz." Dedi. Avcı insanlar karınlarını tıka basa doyurmuştu. Abraka "Marduk tanrımızın bize sunduğu tavuklardan dolayı minnettarız." Dedi.
Yanlarındaki tercüman sözleri hemen çevirdi. Amir "Aferin. Çok çabuk öğreniyorsunuz. Kralımız Marduk Tanrıya bağlılığınıza inanıyorum. Ama bir daha biz sormadan konuşmayın." Dedi. Tercüman çevirdi. Amir ekledi. "İki yıl boyunca taş kıracaksınız. Sonra şehrimizin vatandaşı olmaya hak kazanacaksınız. Şimdi yürüyün."
Avcılar ve askerler odadan çıktı. Saraydan çıkmak için uzun ve geniş bahçeye geçtiler. Abraka karısı Nemengen'i oracıkta gördü. Konuşamazdı. Emir böyleydi. Karı koca birbirine bakmakla yetindi.
Şehrin yazıcıları vardı. Halkın şikayetlerini, evlilik sözleşmelerini, ticari antlaşmalarını yumuşak kilden tablete ellerindeki sert, yontulmuş ağaç çubukları ile yazıyorlardı. İki kişi yazıcıların önünde soruları cevaplıyordu. "Senin ismin nedir. Ve arkadaşına kaç çuval buğday vereceksin?" diye soru geldi.