1. Bölüm

296 9 1
                                    

                                                                                                                                                         Efşan...

19- Aralık-2008

Trabzon...

     Şehir; uykusuz geçirdiği gecenin, akşamdan kalmışlığıyla sabaha çıkmıştı. Aymamış gökyüzü, karanlık gri bulutlarla kaplıydı. Kış soğuğu, güneşle beraber onun bütün sıcak renklerini de soldurmuştu. Deniz, rüzgârla kabaran bembeyaz eteklerini gürültüyle kıyıya savuruyordu. Dalgaların şiddetiyle birbirine çarpan taşlar titriyor, Karadeniz'in kara öfkesinden nasiplenmemek için sus pus atıldıkları yerde kalıyordu. Dalgakırana rağmen kıyının boyunduruğundaki takalar bir sağa bir sola sallanıyor, bu salıntıların gıcırdayan sesi rüzgarın çığlığında kayboluyordu. Dağların himayesinde ki şehir mevsimin sertliğinden yorgundu. Bacalardan kopan dumanlar her biri birbirinden hızlı ve keskin damlacıkların hücumunda patlıyordu. Oluklardan taşan sular kaldırım kenarlarından akan küçük nehirlere dönüşmüştü. Kuşlar uçmaktan sarhoş oldukları bahar sabahlarına inat, yapraksız ağaçların kuru dallarına sessizce sığışmışlardı. Gövdesinde ki derin yarıkları umursamayan ağaçlar, bedeninde taşıdığı onca canlıya ev sahipliği yapmış olmanın gururu ve sorumluluğuyla bu mücadelede dimdik durmaya çalışıyordu. soğuğun esip gürlediği, rüzgarın altını üstüne getirdiği, yağmurun adamakıllı dövdüğü sokaklar fırtınadan kaçan insanlara yol açıyordu. Denizin usta kaptanları bugün kendilerine ekmek vermeyecek deryalarına küsmemiş, kayıkhanelerindeki küçük kulübelerine çekilmişti. Başlarını boyunlarına gömmüş, yağmura karşı tutamadıkları şemsiyelerini havada uçuşan çalı çırpıya karşı tutmaya çalışan adamlar görmez adımlarla yol tutmuştu. Okul yolunda kendilerinden ağır çantalarını taşıyan çocuklar kollarını açmış, masum keyifleriyle fırtınayı kucaklıyor, tedbiri elden bırakmayan analar bu çocukları elinden, ensesinden çekiştiriyorlardı.

Dışarının ürküten havası Hüseyin Bey'in evinde de mevcuttu. En az dışarının soğuğu kadar yürekler buz kesmiş, en az dışarının fırtınası kadar bakışlar sertleşmişti. Beş oğlu karşısına dizilmiş, babalarını ikna etmeye uğraşıyorlardı.

" Başka çaresi yok baba! Bunlar başka dilden anlamaz. Bırakalım da dediklerini mi yapsınlar?"

Yumruklarını sıkmış, şakakları kabarmış, hiddetinden buharlaşan damlalar kıvırcık saçlarındansızan Halit, ateş topu olmuş gözlerle babasından cevap bekliyordu. Hüseyin Bey yaslandığı koltukta dikleşti. Dirseklerini dizlerine dayayıp ellerini kavuşturdu. Dili suskun, ruhu feryattaydı.

" Ağabeyim haklı baba, bu iş beklemeye gelmez. Bir boşluk bulur, tuzak kurar bu kızı kaçırırlar. Sonra ki "eyvah" para etmez. Onlardan önce hareket etmeli, acele etmeliyiz baba!" Diye devam etti Ali.

" Bu serserilere bulaşmak istemiyorum" dedi usulca yaşlı adam. Oğullarına hak vermiyor değildi. Çaresizlikle "Lakin sözden de anlamıyorlar, ne yapacağımı bilmiyorum" diye devam etti Hüseyin Bey başını iki yana sallarken.

" Ben diyorum onu da kabul etmiyorsun. Yoktan anlamıyorlar, hayırı kabul etmiyorlar, ne olacak böyle? Onlar kalabalıksa biz de öyleyiz. Gidelim kafa göz dalalım, akılları başlarına gelsin! Vermek istemediğimiz kızı bakalım nasıl alacaklarmış? Bakalım Erkoç ailesinin erkekleri armut mu topluyormuş? Yeter baba ben böyle bekleyemem, gidiyorum" diyerek kapıya yöneldi Halit. Arkasından Ali ve Kemal de kalktı. Bunu gören Hüseyin beyde ayağa fırladı.

" Oğlum bu herifler belalı! Biz onlarla hiç bir olabilir miyiz? Dayakla hal olacak bir iş değil bu. Bu iş böyle başlarsa iyi bitmez. Kafanızı boş işlere değil, çözüm bulmaya çalıştırın!"

" Çözüm bu baba, başka çözümü yok!"

Ali söze karıştı.

" Ha var, kızı veririz olur biter, ondan sonra da oturur ağlarız!"

" Oğlum Allah korusun o nasıl laf?"

" Duymadın mı sözlerini baba? Rızamız olsun olmasın Efşan'ı alacaklarmış! Ne söylediysen adamlar dediklerinden vazgeçmedi. Başka çaremiz yok. Gözlerini korkutmalıyız. Bunu kabul et!"

" Hadi baba..."

" Bir cevap ver baba!"

" Müsaade et çıkalım, hadi baba!"

"..........."

Ezan sesi havayı, odayı, öfkeyi serinleterek tatlı tatlı esiyordu. "Allahuekber, Allahuekber". Herkes susmuş, yanı başlarında ki caminin öğle ezanını dinliyordu. Mübarek davet nihayetlenince Hüseyin Bey;

" En güzel cevap işte bu, Allah birdir! Hiç ummadık yerde, nagah açılır perde, derman yetişir derde, görelim Mevla'm neyler, neylerse güzel eyler!"

Hüseyin Bey odada ki beş oğlunu bakışlarıyla kucakladı.



                                 Devam edecek... 

DUVAK (RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin