Efşan uyandığında evinden ayrı geçirdiği üçüncü sabaha merhaba diyordu. Bugün pazardı ailece edecekleri şamatalı kahvaltıda o olmayacaktı. Ağabeylerinin saçlarını çekiştirmelerini, annesinin acele ettiren söylemlerini, bütün bu gürültülerden rahatsız olmadan sürekli haber dinleyen babasını çok özlemişti. Annesinin yaptığı böreklerin kokusu burnuna, gevrek Trabzon simidinin çıtırtısı kulağına geliyordu. Son zamanlarda tanıdık acı burnunu sızlattı, yattığı yerden doğruldu, nemlenen gözlerini sildi. Hayır, hüzünlenmeyecekti. Çünkü sonu iyi bitmiyordu. Hemen kalktı sehpanın üzerindeki telefonu aldı ve ailesini aradı. Annesinin sesi, kendi gibi kırık kırıktı. Babası ve ağabeyleriyle konuştukça daha rahatladı hatta Kemal ağabeyiyle şakalaştı bile.
İnsan bir ruh olsa da birkaç ruhu yedeğinde taşıyabiliyordu. Bir yanı ağlarken bir yanı gülebiliyor, bir yanı acırken diğer yanı şakalaşabiliyordu. Aile olmak çektikleri acıyı yaşarken birbirlerinden saklayabilmek, saklandıkları yerde gizlice yaşayabilmekti. Telefonu kapattığında istem dışı makineyi öptü. Sanki evine gidip gelmiş gibi hissetti. Yüzündeki hüzünlü tebessüm solmamıştı ki dışarıdan gelen köpek sesi merakını uyandırdı. Terasa çıktı. Sesi takip ederek kenara yaklaştı. Bahçede Selman bir köpekle oynaşıyordu. O kadar iri bir köpekti ki genç kız büyüklüğünden ürktü. Birlikte atlayıp, zıplıyor, koşturuyor, yuvarlanıyorlardı. Genç adamın akşamki gerginliğinden eser kalmamıştı. Efşan eğlenen ve keyif alan adamın bu rahat halini daha çok sevdi.
Bir müddet bu ikiliyi seyrettikten sonra içeri girdi. Üşümüştü. Selman yukarı çıktığında, Efşan hazırlanmış odayı toparlıyordu.
" Günaydın! Erkencisin" dedi Selman. Sesi yine buz gibiydi. Oysa biraz önce büyük bir coşkuyla köpekle oynamıştı. Bu adamı bu bile yumuşatamadıysa ne yumuşatırdı?
" Senin kadar değil" diyerek bu adama inat tebessümle karşılık verdi genç kız.
Selman umursamadan duşa girerken Efşan da işini tamamladı. Beraberce salona indiler. İlk gün aile fertlerini öptüğünde aldığı tepkiden dolayı bu sabah buna yeltenmedi. Bunu fark eden İbrahim Bey genç kızı yanına çağırıp;
" Günaydın kızım" diyerek gelinine sarıldı.
Aynı sıcaklığı Meral Hanım da göstermişti. Düğün sonrası diğer oğluna giden Feride Hanım'ın yokluğu fark ediliyordu. Huzur içerisinde hazırlanmış kahvaltı masasına oturdular. Çekişme olmadan ağız tadıyla edilen kahvaltıdan herkes dile getirmese de memnundu. Meral Hanım'ın yüzünde her zamanki gölgeli gülümseme, eşine bakan gözlerinde büyük bir sevgi vardı. Genç kız geldiğinden beri bu bakışı ilk kez görüyordu. Bu kadının, kayınvalidesinin yanında kocasına özgürce bakamadığını anladı. Yaşlı kadının huzur veren yokluğunda masada herkes gülümsüyordu. Sofradan ilk küçük kız ardından İbrahim Bey ve Meral Hanım kalktı. Birlikte bahçeye çıktılar. Bu gün kış güneşi, bulutların arasından şımarık bakışlar atıyordu. Nedense, genç kız güne içinde yer eden keder olmadan başlamıştı. Bu hafiflik rahatlatıcıydı. Ona bu rahatlığı hissettiren sabah duyduğu ailesinin sesi mi, yoksa şımarık güneş ışıkları mıydı düşünmedi.
Selman da çalışması gerektiğini söyleyip, odasına çıktığında masada Gülsüm'le kalmıştı. Genç kız çok utangaçtı. Kendinden daha utangaç birini görmek genç kızı garip bir şekilde memnun etmişti. Gülsüm bitirdiği çayını ve tabağını kaldırırken;
" Çayınızı tazeleyeyim mi?" Diye çekinerek sordu.
" Teşekkür ederim, içmeyeceğim. Kalkıyor musun?"
" Evet, bir şey mi isteyeceksiniz?"
" Yok, hayır, biraz sohbet ederiz diye düşünmüştüm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUVAK (RAFLARDA)
Romance"Görebildiğin tek çıkış biriyle evlenmek mi?" "Görebildiğim tek çıkış ortadan yok olmak! Herhangi bir şekilde yok olmak!" Gen kız oturduğu yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Bu konuşma içine ateş düşürmüştü. Biraz değil fazlaca hava ihtiyacı...