19. Bölüm

58 5 0
                                    

     Cılız gece lambalarının altında, bahçede oturan iki kardeşi seyrediyordu. Efşan nasıl da ağabeyinin omzuna yaslanmış, gülümsüyordu. Acaba ne konuşuyorlardı? Genç kız her konuşma aralığında ağabeyine sarılıyor, koluna giriyor, başını omzuna yaslıyor, aylardır birikmiş olan hasretini gidermeye çalışıyordu. Özlemi gözle görülecek kadar büyüktü. O tedirgin ve çekingen halinden eser yoktu. Aylardır tanıdığı kızın özgür halini izliyordu. Kendi sorunları ile o kadar meşguldü ki genç kızı bilinçli olarak ne kadar ihmal ettiğini, onu nasıl yalnız bıraktığını ve aylar geçmesine rağmen hala gurbette yaşadığını üzülerek seyrediyordu. Allah Efşan'ı ömrüne hediye etmişti ama o hala kabul ettiği bu hediye paketini saklıyor, içini açıp bakmıyordu. Her sabah o uyurken kaçamak bakışlarla onu seyretmek, yabancı olduğu bu eve ve bu insanlara alışma gayretini izlemek, o minik kızla oyun oynarken nasıl da çocuklaştığını görmek, odasında bir kalbin daha attığını bilmekten huzur duymak genç adamı memnun ediyordu. Etmişti de neden bu akşama kadar bunu bilmek istememişti? Efşan onu kendisinden iyi tanımıştı. Söylediği gibi kendisine eziyet etmeyi görev edinmişti. Sanki mutlu olmak başlı başına suçtu. Efşan'ın tesiriyle edindiği bu görevi azıcık unutsa hemen kendine geliyor ve bu suç için kendine türlü türlü cezalar kesiyordu.

Onunla yaşamaya alışmıştı. Farkına vardığını şimdi anlasa da fena alışmıştı. Ya ağabeyi ona "hadi gidelim" derse. "Selçuk belası ortadan kalktı, her şey bitti, seni götürmeye geldim" derse. Tarifsiz bir telaş sardı yüreğini. Keskin bir acı hissetti göğsünde. Gerçekten bu adam bunları demeye geldiyse, genç kız kabul edip gider miydi? Belki de giderdi. Hem niye gitmesindi ki? Geldiğinden beri o yokmuş gibi davranmıyor muydu? Onu kurtarırken kendine de iyilik ettiğini bilmiyor muydu? Sıkıntıyla saçlarını tarakladı. Salona döndüğünden beri karanlıkta onları seyrediyordu. Koca salonun havası mı bitmişti? Basamakları çifter çifter atlayarak odasına çıktı. Sığınağında ileri geri yürümeye başladı. Ne yapacaktı? Ya gelip "ben gidiyorum" derse ne söyleyecekti? Hayır, buna izin veremezdi. Ne deyip durduracaktı? "Sana alıştım" demek yeterli gelecek miydi? Ya da hissettikleri yeterli olandan daha fazlası mıydı? Odaya bakındı eğer Efşan giderse bu odada onsuz asla kalamazdı. Onun masal gibi nefes alış verişlerini dinlemeden uyuyamazdı. Yok, bu odada da oksijen bitmişti. Odadan çıktı. Merdivenlerden geldiği hızla inerken ruhunun edindiği mabediyle karşılaştı. Efşan;

" Hayırdır ne oldu?"

Yakalanmanın telaşıyla soruyu yineledi.

" Ne oldu?"

" Telaşlı gibisin?"

" He, yok bir şey, susadım, su alacaktım."

" Odaya koymuştum bu sabah."

" Öyle mi? Görmedim, ben çıkayım o zaman."

Genç kız adamın bu garip haline bir anlam veremediyse de üzerinde durmadı. Selman'dı bu, her tuhaflık ona özgüydü. Üzerinde hiç eğreti durmuyordu.

" Tamam, biz de çıkıyoruz zaten, ağabeyimi odasına götürüyordum."

" Tamam, güzel!"

Ağzından kelimeler hiç haberi olmadan çıkıyordu.

" İyi geceler" dedi Kemal kocaman bir gülümseme ile.

" Sana da iyi geceler."

Odasına çıktığında sehpadaki dolu sürahi kahkahalarla karşıladı genç adamı.

" Allah kahretsin" dedi tanıdık öfkeyle, koltuğun üzerindeki yastığı kapıya fırlatırken.

Efşan'ın yaklaşan ayak seslerini duyunca hemen bilgisayarının başına oturdu. Odanın kapısının açılışını kulağı ile takip etti. Sonraki sessizlik genç kızın ne yaptığı hakkında sır vermiyordu. Dinledi, dinledi. Hiç bir ses duyamadı. Başını çevirip de ne yaptığına bakamadı. Banyonun kapısının sesi sorularına cevap oldu.

DUVAK (RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin