2; луна

1.3K 230 105
                                    

  "Senden bir şey isteyeceğim ama aramızda kalması gerekiyor."

Melek telefonda, hyung diye hitap ettiği biriyle konuşurken koluma yapacağı yeni pansuman için gerekli olan malzemeleri tek eliyle yatağa taşımış, yanıma bırakmıştı. Onu izlerken kaşlarımı çattığımı sonradan fark etmiştim. Gerçekten de insan içine karıştığı için melek olduğunu unutmuş olabilir miydi? Meleklerin kendi aralarında birbirlerine hyung diye hitap ettiği nerede görülmüştü ki? Bununla beraber, telefonda konuştuğu kişinin de bir melek olduğunun garantisi yoktu, belki de hattın diğer ucundaki onun gerçek kimliğinden haberi olmayan bir insandı? Portalın beni getirdiği bu yerde, ki kendisini ararken çoğu yerde cennet kelimesiyle karşılaşmıştım, insanların ne işinin olduğu da ayrı bir gizemdi.

"Hastaneye gelebilir misin? Arabayla." Bakışlarımı yüzünden ayırmadan amacını anlamaya çalışıyordum. Hayatımda ilk defa kendimi etrafımda olup bitenlerden böylesine kopuk, algı yeteneğimin böylesine zayıf olduğunu hissediyordum. "Yanında da en geniş kazaklarından birini getir, lütfen."

"Kiminle konuştun?" diye sordum istemsizce. Beni neden ilgilendirdiğini bile bilmiyordum, yalnızca bana yardım etmeye söz verdiği için şu an yaptığı her şeyin kendimle ilgili olduğunu düşünüyordum.

Gergin tavrı kaybolurken sakinleşen bakışlarını yavaşça yüzüme çevirmişti. "Bir arkadaşım seni almaya geliyor, seni evime götürecek."

"Neden?" Portal beni ona getirmişti, hadi diyelim ki – düşük bir ihtimaldi ama – beni beklemiyordu, kim olduğumu bilmiyor veya bir melek olduğunu unutmuş bir vaziyette yaşıyordu; tüm bunların ötesinde bana söz vermişti. Şimdi neden, bulduğu ilk fırsatta beni bir başkasına devrediyordu? Kimseye güvenemezsin, diye uyardım kendimi, içimden. İlk defa bu kadar güzeliyle karşılaştın diye melek olmaktan çıkmadı sonuçta. Güvendiğin son meleği hatırla.

Vücudumdaki birkaç yara izi, yayıldıkları bölgelerde sızladı.

Kolumdaki yarayla ilgileniyordu, şimdi yaranın etrafını silmeye başlamıştı. "Nöbetimin bitmesine iki saat kaldı, hemen geleceğim, endişelenme."

Tek kelimelik sorumu böylesine nokta atışıyla anlaması ve gerçekten de istediğim cevabı vermesi beni istemsiz bir panik haline sokarken, "Endişelenmiyorum." dedim tek nefeste.

Yarama eğilmişken bakışlarını gözlerime çevirdi, bir gözünün kapağı diğerine oranla daha şiş duruyordu; suratındaki kusurlarda bile kusursuzluk bulmaya dalmışken son söylediğimle aslında yalan söylediğimi fark ettiğini anlayarak, çekingen bir halde ayırdım bakışlarımızı. Dünyada olmayan, yeni bir tür olmalıydı. Yeteneği de güzelliğiydi, orantısız yüzünden tanrıların ışığı akıyordu, başka hiçbir açıklamam yoktu. 

"İsmin ne?" diye sordu bir anda.

"Suga." diye cevapladım, kendisi bilmiyormuş gibi.

Derin bir nefes alıp yumdu gözlerini, neden böyle bir tepki verdiğini anlamaya çalıştığım sıradaysa dolgun dudakları aralanmış ve "Bir kez daha Suga olduğunu söylersen kolunu komple koparıp atacağım." cümlesi taşmıştı dışarıya.

Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım, tehdidinden korktuğumu fark etmesin diye yutkunma isteğimin önüne geçmem gerekmişti. Meleklerin, insanlara, isteyip de yapamayacağı şey yoktu; bu isteklerin birçok imzasını bedenimde taşıyordum.

"Yeniden uyuşturmam gerekiyor, kan akışını en aza indirmemiz lazım." diye mırıldandı. Daha önce böylesine steril bir ortamda, düzgün bir şekilde tedavi görmediğim için bahsettiği şeyler hakkında bir fikrim yoktu. Ben şanslıysam bir eczane bulur, eczacıyı öldürmekle tehdit edip malzemeleri çalar, sonra da saklandığım ilk çöplükte dikerdim kendi yaralarımı. Daha önce kan akışını en aza indirmek gibi bir derdim de olmamıştı.

the sixth book // yoonminWhere stories live. Discover now