Burnumu son kez çekerek ayaklanmaya çalıştım, çalışma masasına tutunarak doğrulurken bacaklarım titriyordu. Boğazımda nefes almamı zorlaştıran bir yumru, ağlamaktan şişen gözlerimde görüşümü kısıtlayan bir buğu vardı.
Her şey yalandı. Her şey yanlıştı. Burada geçirdiğim günler aslında kendi dünyamda baygın vaziyette harcadığım zamanlardı. Gerçek olmasına imkan yoktu, kim, ne diye, nasıl benim hakkımda yazardı ki kitaplarını? Hem de tam tamına beş tane, hepsi de ciddi kalınlıklarda, dolu dolu.
Kitapları kucakladım, kedi ağlamamdan korktuğu için tüm bu zaman boyunca bir metre ilerimde durup bana yaklaşmamış ama yanımdan da ayrılmamıştı; romanları üst üste dizdiğim sırada meraklı gözlerle beni izliyordu.
O da aslında yoktu.
Hyung...
"Sus," diye fısıldadım, kedinin bile beni duyduğundan şüpheliydim, sesim çıkmıyordu. "Sus, Hobi."
Meleğin yanına gitmeliydim. Bunca zaman hayal aleminde tıkılı kaldığımı fark etmemiştim ama işin garip yanı melek de hayal aleminde olduğumu gizlemek için hiçbir şey yapmamıştı. Kendimi öldürmeme izin vermemişti ama acıma saygı duyup beni hıçkırıklarımla baş başa bırakmıştı. Elini uzatmıştı, tutmadığımda da saatler önce parmaklarımdan koparırcasına çekip aldığı bıçakla beraber odadan çıkıp gitmişti. Neden? Hayal alemi dediğimiz şey aslında bilinçaltımızın üste çıkmasını sağlayan bir zehirden ibaretti; meleğin, Jimin'in, benim kafamda ne işi vardı?
Uyandığımda... kendimi yine o halde mi bulacaktım?
Salondaydı, oturduğu koltuğun diğer ucuna çöktüm. Bakışlarını üzerimde hissederken bana doğru bir hamlede bulundu, ne yaptığımı bilmeden, irkilerek geriye çektim kendimi. Aynı şey oluyordu işte, yine ilgisi bana yönelen her şeyin bana saldıracağını düşünüyordum.
Bu sefer tek fark, yaşadığım her şeyi hatırlıyor olmamdı. Hobi ölmüştü, bunu biliyordum. Soona'dan ayrılmış ve yola çıkmıştım, bunun da farkındaydım. Yüzüm pürüzsüz değildi. Bunları düşünmemi engelleyen hiçbir şey yoktu. Kitapları onun odasında kaldığım halde kitaplıktan alıp aslında neler olup bittiğini öğrenmemi engellemeye çalışmamıştı. Gün içinde kendimi defalarca kez öldürebilirdim, tüm bunları göze alıp beni yalnız bırakmış ve işe gitmişti.
"Bana bu dünyada olduğumu söyledin." Konuşurken boğazım acıyordu. "Fiziksel olarak değil de... böyle mi?"
Hayal aleminde değildim, pekala, güzel; peki portalın sonunda vardığım bu lanet evrende ne diye bir kitap karakteriydim? Daha da kötüsü, karşımdaki varlığın hakkımda her şeyi bu satırlarda okuyup öğrenmiş olmasıydı.
Burada başka bir Yoongi yoktu. Buradaki bir Yoongi'nin gölgesi, geride bıraktığı hayaleti değildim.
Buradaki bir hayalin, bu dünyada aldığı ilk nefestim.
"Buradaki insanlar seni bir kitap karakteri olarak tanıyor." dedi kısık sesle. "Sen olduğunu bilmiyorlar, tabi. Sen yoksun sanıyorlar."
"Doğal olarak."
"Doğal olarak."
Yutkundum. Ne yapacağımı bilmiyordum, böyle bir durumda ne yapardı ki insan? Karşımdaki adamı tanımıyordum, tanımadığım biri benim hakkımda her şeyi biliyorken onun yüzüne bakmaya nasıl devam edebilirdim ki? Aynada kendi yüzümü görmeye nasıl dayanacaktım asıl? "Ne kadarını biliyorsun?" diye sordum. "Biliyorsunuz?" diye de düzelttim sonra kendimi. Namjoon. Namjoon ona hayal aleminden ayrılmasını, kitaplarda yaşamayı kesmesini söylemişti.
YOU ARE READING
the sixth book // yoonmin
Fanfictiona priori isimli kitabın yoongi'nin gözünden anlatımı. yoonmin soulmate au.