II| here to love forever

1.3K 120 64
                                    

Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık, bilinçsizliktir.

1984, George Orwell

WENDY

Daha önce birçok kez uyuşturucuyu deneyimlemiştim. Ancak hiçbir yolculuk korkuyu böylesine bana tattırmamıştı. Çok korkuyordum. Neredeydik? Devasa ağaçların arasında yürürken üçümüzün önünde olan bu kadın/erkek insan da kimdi?

Gözlerimizin içine bakarak onu takip etmemizi söylediğinde ona karşı çıkabilecek hiçbir şey söyleyemedim. Adeta yerimde çakılı kalmıştım ve yapabildiğim tek şey parmaklarımın titremesini durdurabilmek için gösterdiğim çabaydı. Bunu bile yapabildiğim söylenemez.

"Neden?" diye sordu Carla. Sesindeki tona baktığımda benim kadar korkak birisi olmadığını anlayabiliyordum. Zaten o, her zaman cesur olmuştu, benim aksime.

"Sizi efendimin şatosuna götüreceğim."

"Gelmek istemiyoruz." dedi Liam. "Otobana çıkan yolu göstermen bizim için daha iyi olur."

Kadın/erkek insan, kırmızı ojeli parmaklarını birbirine kenetlerken ölü gözlerini aşağılar bir bakışla Liam' a çevirdi. Tenimi yalayan rüzgar kadar soğuk bir bakıştı bu. Bir katilin gözleriydi.

"İzin verilmediği sürece buradan ayrılamazsınız." Yumuşak bir fısıltıyla dudaklarından dökülen bu kelimeler ölüm tehditi gibi gelmişti kulaklarıma. O an, yanaklarımın ıslandığını fark ettim. En başından beri ağlıyordum.

"Öyle mi? Kimden izin alacakmışız?"

"Efendimden." Kadın/erkek, ölü gözlerini hepimizin üzerinde bir kez daha yavaşça gezdirdi. "Anlıyorum, hayaller aleminde olduğunuzu sanıyorsunuz ama-"

"Öyle olduğunu biliyoruz." dedi Carla.

"Bu bir hayalse neden sonuna kadar gitmeyi sürdürmüyorsunuz? Eğlencenin tadını çıkarın. Çünkü buradan çıkamayacaksınız."

Bu sözlerden sonra kimse bir şey söyleyemedi ve kadın/erkeği takip etmeye başladık. Çok uzun bir süre yürümüş, bazen Carla ve Liam' ın yüzlerine bakarak neler düşündüğünü anlamaya çalışmıştım. Liam her zaman olduğu gibi umursamazdı. Carla ise... Hiçbir şey. Bunların birer hayal olduğuna emindiler ancak ben biliyordum. Ölecektik.

Ağaçların arasından bir açıklığa çıktığımızda karşımızdaki siyah şatoyu gördüm. İç karartıcı bir tabut izlenimini veriyordu. Onlarca penceresi, keskin hatları vardı. Ölü otlarla dolu bahçe çeşitli gargoyleler ile doluydu ve çevreye daha dikkatli baktıkça bir kez daha her şeyin gerçek olduğunu anlamıştım. Küçük bir hap, böylesine büyük bir hayal gücüyle donatılmış bir dünya yaratamazdı. En azından benim için. 

Ağaçları aştığımız için başımı gökyüzüne kaldırıp yıldızlarla dolu bir geceyi görebilmiştim. Ancak şöyle bir sorun vardı ki, yukarıda iki tane ay vardı. Aklımı kaçırmamak için bakışlarımı tekrar şatoya indirdim. İyiyim. İyiyim, evet. Kendime sürekli bunu tekrarladım.

Kadın/erkek, şatonun büyük siyah kapısını ittirerek içeriye doğru bir adım atıp bizim de içeri girmemizi bekledi. Endişeyle Liam' a baktığımda güven verircesine gülümsedi ve elini belimin arkasına koyarak beni içeriye sürükledi.

"Korkuyorum." diye fısıldadım ona.

"Korkma, hepsi bir rüya."

Tavanı yerden metrelerce yüksek olan bu büyük salon insanlarla doluydu. Siyah ve içlerine yerleştirilmiş canlı renklerden oluşan kıyafetler giyiyorlardı. Yirmi birinci yüzyıla ait olamayacak kadar çılgınca. Kabarık renkli saçlar, pudralı yüzlere sürülmüş boyalar ve kahkahalar... Birbirleriyle gürültülü bir şekilde sohbet eden bu insanlar içeri girdiğimizde susup gözlerini bize çevirmişlerdi. Saniyeler sonra fısıltılar da büyüdü.

climax • malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin