Siz hiç acıyı iliklerinize kadar yaşadınız mı? Ya da hiç yaşarken nefessiz kaldığınız oldu mu? Her gün kâbuslarla uyandınız mı? Ben o günden beri yaşadığımı hissedemiyordum. Alper öldüğünden beri tek düşündüğüm şey onun kanını yerde bırakmamaktı. Biliyordum ki, ben onun intikamını almadan bu kâbusların da sonu gelmeyecekti. Bir yanım hep yarım kalmaya devam edecekti biliyordum ama en azından bunu yapanların cezasını çekmesini sağlayacaktım.
Onunla olan anılarımı düşününce gülümsedim. Zaten beni bu hayatta gülümsetebilen tek kişi abimdi. Abi demeyi sevmezdim aslında ona. Aramızda bir yaş olduğu için gerek duymazdım belki de. Oda bir türlü söyletemediği için sinir olup dururdu.
Düşüncelerimden kurtulmak için kafamı sağa sola salladım. Elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Hızlıca yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki yansımama baktım. Bundan birkaç ay önce uzun, bakımlı ve dalgalı saçlarım vardı. Ama onlara bile bakacak vaktim olmadığından göğüs hizamda kesmiştim. Uzun kirpiklerime eşlik eden yeşil gözlerimse donuk bakıyordu. Uykusuz gecelerimin bana hediye ettiği göz altı morluklarım artık kapatılamayacak dereceye gelmişti ve kilo verdiğim aşikârdı. Öyle ki, köprücük kemiklerim iyice belirgin bir hâl almıştı ama önemsemiyordum. En azından her gününü spor yaparak geçiren biri olarak kesinlikle çelimsiz görünmüyordum. Aynadaki yansımama bakmaktan vazgeçip duşa girdim. Sıcak suyun altında dakikalarca durdum. İsyan etmiyordum. Abisi ölen ilk insan ben değildim belki ama içimdeki acı bir an olsun dinmiyordu. Yüreğimdeki sızı kalbimi acıtıyordu.
Geç kalacağımı anladığımda duştan çıktım. İstifa edeceğim için üniformamı giyme gereği duymadım. Siyah pantolon ve siyah boğazlı bir kazak giyip saçlarımı kuruttum. Hemen sıkıca bir at kuyruğu yaptığımda, çantamı, gözlüğümü ve telefonumu aldım. Silahımı da belime yerleştirip hızlıca merdivenlerden indim. Mutfağa girip kendime filtre bir kahve hazırladıktan sonra salona geçtim. Evimin her köşesi Alperden izler taşıyordu. Konsolun üzerindeki fotoğraflarımız, en sevdiği kitaplarının durduğu masa, silahı ve ondan kalan birçok şey benimle bu evde yaşıyordu. Bugüne kadar sabretmek benim için büyük başarıydı. Ama zorundaydım. Onları alt etmek için iyi bir plan yapmıştım ve işe yararsa içlerine sızacaktım. Korkmuyordum. Gözüm kararmıştı bir kere. Vazgeçemezdim.
Kahvemi masanın uzerine bırakıp otoparka indim. Arabama binip emniyete doğru yol almaya başladıktan sonra sigara paketimden bir dal sigara alıp dudaklarımın arasına yerleştirdim. Sigara bundan birkaç ay öncesine kadar nefret ettiğim şeylerden biriydi. Ama son birkaç aydır çok kötü bir alışkanlık haline gelmişti artık. Ama bırakmak gibi bir düşüncem de yoktu.
Yaklaşık bir saat sonra emniyetin önüne gelmiştim. Arabamı park ettikten sonra yan koltuktan istifa dilekçemi elimdeki sigara paketinin yanına sıkıştırdıktan sonra emniyetin içine, amirin odasına doğru yavaş adımlarla ilerledim. Karşıdan bana doğru sırıtarak gelen Ece'ye bende başımla selam verip ilerlemeye devam ettim.
"Berrak!" Arkamdan gelen Ece'nin sesiyle duraksadım. "Ne bu acele böyle?"
"Amirle konuşmam gereken bir şey vardı," dedim geçiştirmeye çalışarak.
Kafası karışmış bir şekilde bana baktı ama bir şey sormadı. "Öyle olsun bakalım."
Yarım yamalak gülümsemeye çalıştım ama beceremediğimin farkındaydım. Arkamı dönüp amirin odasına doğru ilerledim. Ece benim buradaki en yakın arkadaşımdı. Oldukça samimi ve eğlenceli bir kızdı. Benim aksime hayattan zevk almayı biliyordu.