Geçmişin izleri yakamı bırakmıyor, her an her saniye beynime bir ok gibi saplanıyordu. Alper'in bembeyaz yüzü şu an burada bile gözlerimin önünde beliriyor, dikkatimi dağıtmaya yetiyordu. Kulaklarımda yankılanan tiz çığlıklarla birlikte zaman kavramı netleştiğinde çevik olmam gerektiğinin farkındaydım. Etraftaki bütün kalabalık hızla mekânı terketmeye başlamıştı bile. Bende oldukça hızlı adımlarla en arka masaların birinin arkasına saklanmıştım. Bakışlarımı Vahap'a çevirdiğimde adamlarının arkasına sığınarak kaçmaya çalıştığını farkettim. O sırada anlaştığım adamların başı olan Serdar, tam da konuştuğumuz gibi arkasından hızla yaklaşarak bir eliyle boğazını sararken, diğer eliyle de silahı kafasına dayadı. Vahap'ın göz bebeklerinin korkuyla büyüdüğünü hayal ederken bu manzaranın hoşuma gittiğini farkettim. Bu daha hiçbir şeydi. Ona öyle şeyler yaşatacaktım ki ölmekten daha beter olacaktı.
Vahap'ın korumaları silahı Serdar'a doğrulttuğunda, Serdar silahı daha sıkı kavradı. "Silahlarınızı hemen bırakmazsanız adamı öldürürüm."
Vahap, kekelemeye başladığında gülümsedim. "Hemen silahlarınızı bırakın, adam beni öldürecek görmüyor musunuz?"
Harekete geçmemin zamanı geldiğinde yavaşça masanın arkasından çıktım. Oyunu kurullarına göre oynamam gerekiyordu. Sessizce Serdar'ın arkasına doğru ilerlerken, Vahap'ın adamları beni farketmişti. Baş parmağımı dudaklarımın üzerine koyup onlara sus işareti yaptığımda, bakışlarını üzerimden çektiler. Tam Serdar'ın arkasına geldiğimde derin bir nefes aldım. Serdar da yaklaştığımı farketmişti olacak ki elindeki silahi daha gevşek tutmaya başladı. Silahı elinden hızla alıp fırlatırken, silah sert bir şekilde yere düşmüştü. Vahap, Serdar'ın kollarından hızlıca kaçarken, patlama sesleriyle birlikte yere doğru eğildim. İki taraf birbirine mermi yağdırıyordu. Mekân savaş alanına dönmüştü. İçimden umarım Serdar'a bir şey olmamıştır diye geçirdim. Benim yüzümden onların da zarar görmesini istemiyordum.
"Senin ne işin var burada?" Yanımdaki sesle ürperdiğimde, bakışlarımı o karanlık gözlere çevirdim. "Ne halt ettiğini sanıyorsun?"
Bir an gözlerindeki ateşte kavrulacağımı düşündüğümde, bakışlarımı başka yöne çektim. "Adamın hayatını kurtardım."
"İyi bok yedin," diye mırıldandığında şaşırmıştım. Onun adamı olduğunu düşünüyordum ama belki de değildi. Sadece uzaktan bir tanıdıkta olabilirdi. "Bundan sonra seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma."
Daha önce bu adam kadar tuhaf birini görmemiştim. Ayrıca çok kaba ve kesinlikle sert biriydi. Ama hiç tanımadığım bir adam da bana böyle emirler veremezdi. "Burnumu neye sokup sokmayacağım da seni ilgilendirmiyor."
Sanki mümkünmüş gibi daha sinirli bakarken, bakışlarımı ondan çekmedim. Korkak biri olmadığımı göstermem gerekiyordu. Çünkü eğer bu adam Vahap'ın adamlarından biriyse beni cesur görmesi gerekiyordu.
Patlama sesleri kesildiğinde, gözlerimi onunkilerden çekip yavaşça ayağa kalktım ve etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Vahap ve korumalar dışında kimse yoktu. Serdar ve adamları kaçmıştı belli ki. Bu iyi olmuştu. Planın işe yaradığını gösteriyordu.
"Çabuk gidip bana o adamı bulun," Vahap'ın öfkeli sesi beni keyiflendirmişti. "Yoksa kendinizi öldü bilin."
Sinirle solumaya devam ederken, bakışları beni buldu. Öfkesi dinerken, o pis sırıtışıyla yanıma doğru gelmeye başladı. Gerçekten bu adamın gülüşünden iğreniyordum.
"Demek hayatımı kurtaran kız sensin ha," Sırıtışı derinleştiğinde beyazlamış sakallarını kaşıdı. "Bayılırım cesur kadınlara."