Sınav haftamdayız elimde bölüm yok (yine de günde 8 saat oyun oynayabiliyorum olsun sınav bahanem var)
<<<<<<<<<<<
Tuana Uysal, bu geceyi kendine ayırmıştı. Neredeyse bir buçuk yıldır uğraştığı dava sonunda onun kazancı ile sonuçlanmıştı. Elbette kazanacaktı, çünkü o asla kaybedeceği bir davayı almazdı. Yine de o kadar uzun süre uğraşması canını sıkmıştı. Çevresindekilerin bir hayli övdüğü gece kulübüne gelmişti. En son ne zaman kendine vakit ayırdığını hatırlayamıyordu. Sanki hayatı bir trendi ve hiçbir durakta durmadan son hızla devam ediyordu. Soluklanacak, dinlenecek bir durağı yoktu. İstanbul'un en genç kazanma oranı en yüksek avukatı olması onu sürekli bir şeylerle meşgul ediyordu.
Şaka gibi ama daha 6 yıldır avukattı. Fakülteden mezun olduğunda ise 20 yaşındaydı. Normal yaşta başlamıştı ilkokula ama diğerlerinin aksine ikinci sınıftan sonra üç sınıf atlayarak doğrudan orta okula başlamıştı. Sınıf arkadaşları "Ali ata bak." Okurken o, "Önyargıların yıkılması ve yanlışların düzeltilmesi bizi aydınlığa ulaştırır." Okuyordu. Evet, 7 yaşındayken Sefiller'i okuyan bir çocuktu.
Babasını küçük yaşta kaybetmişti. Ona rağmen kendi ayaklarını üstünde durmuş, evi çekip çevirmeye çalışan annesine destek olmuştu. Bir kere sızlanamamıştı babasından. Bir kere mızmızlanamamış, şımartılmamıştı. Çünkü babası kumar borcu bırakmıştı arkasında, yaparken o borcu canıyla ödeyeceğini biliyor muydu acaba?
Tuana düşüncelerinden sıyrılıp barmenin uzattığı bardağa baktı. Gülümseyerek bardağı alıp kafasına dikti. Yalnızdı ama huzursuz değildi. Asıl huzurun yalnızlık olduğunu düşünen bir kadındı. Boş bardağı barmene uzatırken, "Bir tane daha." Dedi gürültüyü bastırmaya çalışan yüksek sesle.
Tuana kapıya yakındı, bu yüzden kapıdaki kavgayı ilk fark eden oydu. Kavga büyürken müzik kesildi, herkes çıkmaya çalışan adamın bağırışlarını duydu. Adam en yakınındaki kızı kendine çekerek yere eğilip botunun içinden çıkardığı kelebek bıçağı kızın boğazına dayadı.
"Çıkarın beni!" diye haykırdı kapıya doğru.
Güvenlik görevlileri kıza zarar gelmesin diye müdahale edemezken kalabalığın arasından bir kız ortaya çıktı. Gözleri birkaç saniye birbirine değdiğinde Tuana onun ne kadar tanıdık gözüktüğünü düşünüyordu. Tuana'nın fark etmediği ise, aynı yerden kırılan insanların birbirlerini tanıyacağıydı. Onlar aynı yerden kırılmış, aynı acıyı paylaşmıştı.
Arsen kalabalığın arasından kimseye dokunmadan büyük bir özenle geçmişti. Görevliler onu görünce derin bir nefes aldılar. Arsen'i tanıyorlardı, az problem çözmemişti zamanında. Buz gibi dondurucu bir tavırla en yakındaki sandalyeyi çekip kalabalığın adamdan uzaklaşmak için oluşturduğu boşluğa oturdu. Bacak bacak üstüne atıp rahat bir tavırla adama baktı.
"Sen o boğazı kessen de, bugün buradan çıkamayacaksın. Eğer şimdi bıçağı bırakıp usulca teslim olursan canını çok yakmayacağımın sözünü veririm." Dedikten sonra derin bir nefes aldı. "Ama o bıçağın ucu kızın boynunu bir milim bile keserse seni kimse elimden alamaz."
"Kimsin lan sen?" diye bağırdı adam.
"Arsen." Dedi yanında biten Kaya. "Bana bırak kızların yanına dön hadi."
"Sen niye kızları yalnız bıraktın? Ara yerde bir de seni parçalamayayım Kaya, kızların yanına git."
Arsen dik dik Kaya'nın gözlerinin içine baktı. Kaya çıkacak kıyametten korkarak kızların yanına döndü. O adamı kimse alamayacaktı Arsen'in elinden, gözlerine baktığında emin olmuştu.