"Yazı mı tura mı?"
"Tura."
Yazı ve tura... Hayatlarımıza dair seçenekler sunulduğunun ve birini seçmek zorunda olduğumuz gerçeğinin küçültülmüş, biraz da eğlendirilmiş hâli. Fakat küçük seçenekler bile büyük sonuçlara neden olmaz mı? Ben olur diyorum mesela. Bana göre hayat öyle ince bir kalemle çizilmiş resimdir ki, herhangi bir yere atılan küçük bir çizik dahi o resmin şeklini başka bir şeyden başka bir şeye çevirebilir. Ve sürekli neye benzeyeceğini bilmediğimiz bu resim, ömrümüzün sonuna kadar çizilmeye devam ederken dahi bize oluşturduğu birkaç parçasını göstermekten öte gidemiyor. Garip değil mi? Göçüp gidiyorsunuz fakat bu dünyaya bıraktığınız eserinizi bile göremiyorsunuz. Seçeneklerin dallanışını, resme katılan her bir gölgeyi, soyutluğu veya somutluğu... Hepsini ama hepsini hayat denen tuvalinize işliyor, gözünüzü yaptığınız gölge kısmından ayırıp oluşturduğunuz tam resme bakmaya vakit bulamadan ölüm vakti sizi çoktan bulmuş oluyor.
İşte yazı ve tura da bunun bir küçük örneği. Bu küçük oyunda üzerine bile büyük iddialar koyulabiliyor bazen ve seçenek hep ne olursa olsun size büyük bir sonuç olarak geri dönüyor. Seçmediğimiz seçenekler bile bir seçenektir aslında. Kaçışı yok. Mutlaka bir şeyleri seçiyor ve o resmi çizmeye devam ediyoruz.
Bu konu hakkında uzun uzun düşünmeye devam edersem kendi içimde konu konuyu açacak ve bilmediğim sınırlarımı keşfedip, yeni düşüncelerime yelken açmaya devam ederken aynı zamanda seçeneklerimi de arttırmış belki de değiştirmiş olacağım. Bu yüzden dalgınlığıma son verip dağıtıma kimin çıkacağına karar vermek için yazı tura atan iş arkadaşlarıma döndüm:
"O kadar mı yapmak istemiyorsunuz bu işi?" diye sordum oflayıp puflayan arkadaşlarıma.
İkisi de yerdeki paradan bakışlarını ayırıp benim üzerime çevirince aynı anda yüzlerinde hınzır bir gülüş yer edindi. Ben aniden değişen ifadelerine şaşırırken, "Seokjin ağabeyiim," diyerek bir şey isteyeceği belli olan ses tonuyla Junhee masama yaklaştı. "Benim bugün çook mektubum var." dedi çocuk gibi uzatarak.
"Benim de çok mektubum var!" diyerek Donghun öne atladı. "Hem de çok!"
"E, gidin dağıtın o zaman." dedim bakışlarımı düzenlediğim kargolara geri çevirirken. İşlerini benim yapmamı isteyeceklerini anlamıştım.
"Ama ağabeyimm..." diyen Junhee, tatlı olduğunu düşünerek dirseklerini masama dayayıp yüzünü ellerinin arasına aldı. "Dışarısı çok soğuk ve ikimiz de çıkmak istemiyoruz..."
Arkamdan sessizce gelen Donghun, oturduğum sandalyemin üstünden ellerini uzatıp yanaklarımı sıkmaya başladı ve sanki iş birliği yapmışlar gibi Junhee'nin sözünü o tamamladı: "...ve bizim mektupları çok seven bir ağabeyimiz varken bizim gibi suratsızların bunları dağıtması ne haddine!"
Arkamı dönmeden elimle Donghun'u kışkışladım. "Haydi, haydi! İşinizin başına!"
"Bari birimiz seninle kargoları düzenlemeye kalsaydı!" diye atladı Junhee.
"Evet, mesela ben!" dedi Donghun.
"İlk ben söyledim!"
"Hayır, öyle bir şey demedin!"
"Dedim!"
Gözlerim tartışan bir kişiden diğerine kayıyordu. Onlar birbiriyle rekabet ederken ben de odada o ikisi yokmuş gibi davranıp ve bir yandan da işimi yapmaya devam ettim.
"Yazı tura atalım!" dediğini işittim Donghun'un.
"Haksızlık! İlkinde ben kazanmıştım!"