İşimden nefret etmiyorum. Hatta işimi çok sevdiğimi de bilmeyen yoktur. Fakat bu tatil günümüz olan pazar günü geldiğinde üzüleceğime ya da işini sevmeyen bir çalışan gibi sadece pazar günleri mutlu olacağıma dair bir anlam taşımıyor.
Hafta içlerini ne kadar seversem hafta sonları da benim için aynıdır. Ama yine de tatil günlerini birazcık daha sevdiğim doğrudur. Bunun sebebi tüm hafta göremediğim veyahut yeterince ilgilenemediğimi düşündüğüm dostlarıma zaman ayırmamdan kaynaklıdır.
Düşüncesi bile beni gülümsetirken, yatağımın başucunda bulunan penceremden doğmakta olan güneşi kümesimde öten horozların sesiyle birlikte yatağımda gerine gerine izledim.
Ne de güzel iniyordu o hüzmeleri gri bulutlar arasından yeryüzüne!.. Güzelliği beni huzura kavuştururken tatlı gerinmeme son verip ayağa kalktım. Yapacak çok işim vardı: kahve ve gazetemi alıp lüks manzaralı evimin balkonundan oturup günü geçirmek gibi... Ne hayal ama! En fazla balkona çıkıp tek katlı evimden mahallemizin yolundan geçen arabaları ya da oyun oynayan çocukları görebilirdim. Tabii bu bana yeter de artardı bile! Oynayan çocukların manzarası beni huzura kavuşturabiliyorken fazlasını istemek için düşünme zahmetine girmek bile başıma ağrıdan, dertten, başka ne yaratır değil mi? Ama yine de dediğim yalan değildi; kahvemi ve gazetemi alacak, bir süre huzurla oturacaktım. Evimde olmasa da kahvaltı için gittiğim yerde yapacaktım. Her pazar yaptığım bir şeydir bu.
Ayakta biraz daha gerindikten sonra boy aynamın karşısına geçip hep yaptığım gibi kendimi izlemeye koyuldum. Ah, Kim Seokjin! Çok güçlü bacakların var, her gün çevirdiğin pedalların mükâfatını alıyorsun!
Elimi çeneme götürüp ovuşturdum. Batan sertlikler yüzünden yüzümü daha dikkatli inceledim. Sakallarım tekrar çıkmaya başlamıştı, anlaşılan bugün sadece yüzümü yıkayıp ayrılmayacaktım banyodan.
Gözlerimi çıkan sakallarımdan ayırıp sadece yüzümü izlemeye koyuldum. Yakışıklı bir yüzüm olduğunu söylüyorlar, ki bu doğru. Bildiğim bir şeyi bilmemezlikten gelmekten veya mütevazı ayaklarına yatmaktan hoşlanmam. Abartılmadığı sürece herkes kendiyle ilgili olumlu ya da olumsuz şeylerin farkına varmalı ve kendini her şekilde sevmelidir bence. Kusur olan dışımız değildir elbet, kusur içimizdedir zaten.
İşte ben de abartısız ve çok da mütevazı olmayarak yüzümün iyi göründüğünü kabul ediyor, fakat bir yandan da insanların abarttığı kadar olduğumu düşünmeyerek kendimi izlemeye devam ediyordum. İstesem bu yüzle çok daha iyi maaşlı işlerde çalışabilirdim. Hatta dağıtıma çıktığım lüks sitelerde bile bana "modellik" gibi birçok iş teklif eden insanlar bile olmuştu. Ama kameraların karşısına geçip moda denilen o seksenlerin cıvıl cıvıl ve saçma sapan şeyleriyle (kıyafet bile demiyorum) poz vermektense, üniformalı ve sıradan işimle insanlara sevgilerini ulaştırmayı yeğlerim.
Kafamın içinde çalan birkaç şarkı ile mırıldanarak banyoya gittim. Elimi yüzümü bir güzel yıkayıp dolapların içinde tıraş kremini aramaya koyuldum. Ama yoktu. Olmaması beni daha da telaşa sokmuş, bu sefer mırıldandığım şarkıyı da yarıda kesip daha da hızlı aramaya başlamıştım. Saçım sakalım birbirine girmemişti elbette, hatta sakallarım çok dikkatli bakılmadığı sürece görünmüyordu bile; ama tıraş olmazsam tüm gün varlığı beni rahatsız edecek ve ben de kendim gibi davranamayacaktım. Temiz bir yüzü hiçbir şeye değişemem ki ben!
Sonunda kremi bulunca derin bir "oh" çekip yüzüme uygulamaya başladım. İyice köpüren kremin üzerinden tıraş bıçağıyla dikkatlice geçip yüzümü yıkadım, ardından hemen peşkirle kuruladım. Aynaya baktığımda yüzümde herhangi bir değişiklik yoktu, sadece biraz kızarmış, biraz da geriye rahatlamışlık hissi kalmıştı.