Kulağıma gelen kuzgun sesleri ve uğultular içimi ürpertmişti. Tenimi okşayan serin rüzgar, ürpertiyle birleşince tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Soğuk zeminin çıplak kollarımda bıraktığı acı ve aynı zamanda başımın, sanki içinden bir şey çıkmaya çalışıyormuş gibi, ağrıması dayanılmaz bir haldeydi.
Gözlerimi açtım. Neredeydim ben? Yattığım yerden dirseklerimin üzerinde doğrulduktan sonra tek elimle ağrıyan başımı ovaladım. Görüşüm bulanıktı ve ağzımda acı bir demir tadı vardı. Görüşüm netleştikten sonra etrafıma bakındım. Ay ışığının ağaçlar ve çalılar üzerinde bıraktığı gölgeler dışında hiçbir şey görünmüyordu. Bu sefer fısıltı şeklinde kendime sordum soruyu.
"Neredeyim ben?"
Kollarımdan destek alarak zar zor ayağa kalktım. Ağrıyan yerim sadece kafam değildi. Bacaklarım da aynı başım gibi sızlıyordu. Bunun nedenini yer yer yırtılmış pantolonuma, dizlerimde ki kurumuş kan lekelerine ve yaralara bağladım. Aynı yaralardan kollarımda ve karnımda da vardı. Sırtımı da görebilseydim eğer diğer yerlerimden pek bir farkı olmadığını söyleyebilirdim. Çünkü acısal olarak hiçbir farkı yoktu.
Nereye gittiğimi bilmeden bir süre topallayarak ilerledim. Acılarım rahatsız edici bir boyuta geldiğinde ağaçtan destek alarak oturdum. Dizlerimi kollarımla sararak düşüncelere daldım.
Buraya nasıl gelmiştim? Nasıl yaralanmıştım? Düşmüş olabilir miydim? Peki şimdi nereye gidecektim? Bu orman gibi yerden nasıl çıkacağımı bile bilmiyordum. O sırada bir de karnımın guruldaması acıkmaya başladığımı bildiriyordu. Yiyecek ve içecek bir şeyler bulup ağzımdaki iğrenç demir tadından kurtulmam gerekiyordu. Öncelikle ilk işim bir yol bulmaktı. Başka insanların yaşadığı yerleşim alanlarına gitmem gerekecekti. O yüzden yürümeye devam etmeliydim.
Tekrar ağaçtan destek alarak ayağa kalktım. Ağır adımlarla dikkatli bir şekilde yürümeye devam ederken, gidebileceğim hiçbir yer yok, diye düşündüm. İnsanlardan yardım dilenmek için kılığım çok uygundu fakat insanları korkutacak kadar da kan vardı üzerimde. Böyle yaşayamazdım öyle değil mi? Bu zamana kadar nasıl yaşadığımı düşündüm. Nasıl hayatta kalmayı başarmıştım? Başımdaki şiddetli ağrıya rağmen kendimi düşünmeye zorladım. Ne kadar zorlarsam zorlayayım hiçbir şey hatırlayamamıştım. Bu da ne demek oluyordu şimdi? Başımın ağrısından olduğunu düşünüyordum. Böyle bir ağrıyla düzgün düşünmem imkansızdı.
O sırada gök yüzü parladı ve arkasından büyük bir patlama sesi yükseldi. Hemen ardından da dev gibi alevler gökyüzüne tutunmaya çalışırcasına havayı aydınlatıyordu.
Arka arkaya beş patlama gerçekleşmişti. O esnada kendimi korumaya almak için bir ağacın arkasına yatmıştım çünkü patlamanın etkisi benim olduğum yerden de çok rahat hissediliyordu.
Bir süre yatay pozisyonda kaldıktan sonra, artık bittiğini düşünerek ayağa kalkmaya çalışıyordum ki ilerden gelen üç helikopteri görerek tekrar yere yattım. Kısa bir süre sonra helikopterler izli mermilerle yeri tarıyorlardı. Bir kaç mermi yakınıma düşerek toprakta ki tozu havaya kaldırmıştı. Bu benim yattığım yerde daha çok sinmeme neden olmuştu.
Her şey yarım saat içerisinde olmuş ve bitmişti. On beş dakika daha yatarak bekledim. Bir hareketlilik olmayınca ağaca sırtımı yaslayarak ayağa kalktım.
Neler oluyordu böyle? Bombalar ve helikopterler de neyin nesiydi? Bir cevap bulmalıydım. Bunun için de ilerlemeye devam etmem gerekiyordu. Cevap bulmam gereken bir çok soru vardı. Bulacaktım da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP PRENSES
Mystery / ThrillerO kendi içinde kaybolmuş bir prensesti. Önce kendisini bulması gerekiyordu. En büyük savaşı kendi içindeki savaştı.