Final Straw

322 22 3
                                    


XVII.

And if I ignore the voice inside,
Raise a half glass to my home.
But it's there that I am most afraid,
And forgetting doesn't hold. it doesn't hold
For this fear will not destroy me.
And the tears that have been shed
It's knowing now where I am weakest
And the voice in my head, in my head.

Hermione her defasında gözlerini yeni bir sabaha açarken hala önceki günlerin sıkıntısını yaşıyordu. Kendi kendine sebebin bulutlu gökyüzü olduğunu söylemesine rağmen, gri bulutların örttüğü gökyüzü üç gündür bir defa bile aralanmamıştı, sebep kendisinin de çok iyi bildiği gibi sadece hava şartları değildi. Hermione o sabah kafasını dağıtma ümidiyle bahçeyle ilgilenmeye yeltenmişti. Kot bahçıvan tulumu içinde mavi safran çiçeklerinin köklerini havalandırırken bir çift gözün kendisini izlediğinin farkındaydı.Artık eskisi kadar rahatsızlık vermiyordu bu. Draco son günlerde eskisine kıyasla daha sessizdi. Durumla ilgili herhangi bir iğnelemede bulunmamış hatta Ron'un gidişiyle ilgili tek kelime bile etmemişti. Genelde izliyordu, sadece izliyordu Hermione'nin zamanını öldürmek için yaptığı küçük şeyleri. Çoğu zaman varlığı hissedilmiyordu bile ama Hermione her zaman orada olduğunu biliyordu. Bir şekilde anlıyordu işte.

Safran çiçeklerinin köklerini havalandırma işlemi bittiğinde ayağa kalkıp ellerindeki toprağı silkti. Draco'nun yansımasını önündeki mutfak penceresinden görebiliyordu. Bir şey söylemedi, sadece o yokmuş gibi duvar dibine ekili çiçeklerin yanından geçip giriş kapısına ilerledi. Draco'nun adımları nemli çimenleri eziyordu.

"Neden aptal çiçeklerle uğraşmak için bu kadar zaman harcıyorsun ki?"

Sesi her zamanki aşağılar tınıdaydı. Draco Malfoy mugglevari eylemlerin gerçekleştirilme sebebini asla anlamayacaktı.

"Nasılsa ölecekler." Diye tamamladı lafını, Hermione o sırada kapıya ulaşmıştı,aralık kapıdan girmeden önce alayla hafifçe gülümsedi.

"Hayır Malfoy ölmeyecekler." Ayakkabılarını çıkarırken Draco ilk basamakta dikiliyordu, kaşları çatılmıştı.

"Evet ölecekler. Sonbahardayız. Sonbaharda çiçekler ölür."
Hermione Draco'nun takip edip etmediğini umursamadan içeri girip kapıyı kapattı. Nasılsa Draco içeri girmek için kapıya ihtiyaç duymuyordu. Ayakkabılarını dolaba atarken kendi kendine konuştu.

"Onlar safran çiçeği, Malfoy. Safran çiçekleri sonbaharda açar. Bitkibilim derslerinde uyuyordun sanırım?"

Draco'nun duyduğunu biliyordu. İnsan bir süre sonra kafası ne kadar karışık olursa olsun uyum sağlayabiliyordu.

Alnını kaşıyıp kendisine aklapakla büyüsü yaparken Draco'nun mutfaktan geldiğini fark etti. Gölgesi ayaklarının dibine vuruyordu.

"Hepimiz hayatını derslerle dolduracak kadar boş yaşamıyor Granger."

Hermione Draco'nun tipik sinsi gülümsemesinin yüzünde olduğuna emin bir şekilde ona doğru dönerken sırıttığının farkında bile değildi.

"Doğru, sen boşluklarını ateşviskisi ve kızlarla dolduruyordun. Peki o kızlar kendini savunman gerektiğinde neredeydiler?"

Draco bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını araladıysa da kaşları çatıldı. Duraksaması Hermione'ye yetmişti, yanından mutfağa geçerken

"Şah mat." Diye mırıldandı.

Draco'nun kendi kendine güldüğünü görmemişti, pencere önüne koyduğu yapma ayçiçeklerine yürümekle meşguldü. Lakin Draco'nun sesini duydu.

"Üç gündür ilk defa gülüyorsun."

Hermione sırtının Draco'ya dönük olduğuna şükretti, yüzündeki saniyelik şaşkınlığı koz olarak kullanmasını istemiyordu. İfadesini gizlemek için omuz silkip plastik ayçiçeklerini düzeltiyormuş gibi davrandı.

"Bu tespiti beni üç gündür sapıkça takip etmenden dolayı yaptığını mı düşünmeliyim?"

Göz ucuyla Draco'nun sandalyeye oturduğunu gördü. St. Mungo'ya kaldırılmadan önce oturduğu sandalyede. Ürpermesini gizlemek için atkuyruğunu sıkılaştırmak için uzandı elleri. Sırtını cama verip mutfak tezgahına yaslandığında Draco ile göz göze geldi. Gözlerinin renginin safran çiçeklerine ne kadar benzediğini düşünmeden edememişti.

"Ben seni hep takip ediyorum Granger." Dedi Draco sakince.

Gülümsemesi sürünen bir engerek gibi genişleyiverdi yavaşça.

"Ayrıca takibime sapıkça diyemem. Duşa girerken gözlerimi hep kapadım."

Hermione pembeleştiğini hissediyordu. Göz bebeklerinin büyüyüşünü izleyen Draco o utanç anını keyifle benimserken ellerini ensesinde kenetledi ve arkasına yaslandı.

"Ve parmaklarımın arasından da bakmadım. Malfoy sözü."

Hermione gözlerini kaçırırken homurdandı.

"Bana öğrettiğin tek bir şey var Draco Malfoy, o da sözüne güvenmemem gerektiği."

Buz gibi bakışları Malfoy'un heyecanını anında sömürmüştü. Draco keyifsizce dudak bükerken Hermione'nin tam anlamıyla bir güzel-an-katili olduğunu düşünüyordu. Hermione'nin hala kendisine baktığını gördüğünde nefesini burnundan verdi.

"Mızıkçı."

Hermione'nin kaşları kalkmış, dudakları inanmaz bir ifadeyle kıvrılmıştı ki bu neredeyse bir gülümsemeye benziyordu.

"Ben mi mızıkçıyım? Bana her şeyi anlatacağını söyleyip anlatmayan sensin!"
Draco elini geçiştirircesine havada sallarken

"Biliyorum, biliyorum!" diye mırıldandı aceleyle.

İstediği son şey yeni bir dırdırdı, son üç günde Hermione ile ilgili sevindiği tek şey dırdırı kesmesi olmuştu ama yavaş yavaş açıldığı belliydi.

"Bak," Ses tonunu makul tutmaya çalışıyordu ama Hermione'nin vücut diline bakılırsa kendini onun mazeretlerine kapatmıştı.

"Haklısın. Söylemeliyim ama söyleyemem."

"Neden?"

Draco bıkkınlıkla verdi nefesini.

"Söyleyemem işte."

Hermione sabırsızca bağırırken bağırdığının farkında bile değildi.

"Tamam da neden? Madem söyleyemeyecektin niye bana böyle bir vaatte bulundun? Cevaplar almama neden engel oluyorsun?!"

"Çünkü sana bir şey olmasını istemiyorum!"

Draco dudaklarında patlayan kelimelerin farkına vardığında artık çok geçti. Hermione tokat yemiş gibi geri çekilmişti ama gözlerini Draco'dan ayırmıyordu. Alnı yerini belirleyememiş kaş çatması yüzünden belli belirsiz kırışmıştı ve aralık dudakları arasında dışarı çıkmak için kifayetsizce çırpınan söylenmemişsözler vardı. Draco onun bir şey demesini beklemek istemedi aklından geçen ilk şey, refleksif olarak, kendini savunmak ve durumu sabit bir açıklamayla toparlamak olmuştu.

"En son aynı yerde, başka bir zamanda, geçmişten bir şey öğrendiğin için neredeyse ölüyordun, Granger,"

Granger kelimesinin bu kadar keskin çıkmasını istememişti ama görüldüğü üzere bu Hermione'nin eski haline geri dönmesini sağlamıştı. Draco her ne kadar durumdan memnun olsa da azıcık pişmanlık hissetmiyor değildi.

"Şu an beni görebilen tek kişi olduğun gerçeğini düşünürsek, evet, sana bir şey olmasını istemiyorum. Bu benim varlığımı da tehdit eder."

Hermione kafasını sallarken derin bir nefes çekti içine.

"Ölsen bile bencil olmayı
bırakamayacaksın. Bana ne olduğunu zerre kadar umursamıyorsun."
Draco Hermione'nin kısık gözlerine bakarken kasıldı, herhangi bir mimik sergilememeye çalışıyordu o delip geçen bakışların karşısında.

"İşin ucu sana dokunmasa sorularımdan kurtulmak için bir korkak gibi bildiğin her şeyi nefes bile almadan anlatırdın, değil mi?"

Draco cevap vermeden önceki sürenin sonsuza dek süreceğini sanmıştı. Hermione'nin gözlerinin içini görebileceğini ilk defa o zaman düşünmeye başladı. Adeta aklından geçenleri okuyabilecekmiş gibi. Bu yüzden açık vermemek için yutkundu ve kısa bir cesaret anında içinden geçenin aksini en iyi şekilde belirtecek kelimeleri söyledi.

"Kesinlikle. Kesinlikle öyle yapardım. Hiç düşünmeden."

"Ben de öyle düşünmüştüm."

Başka bir şey söylemeden mutfaktan çıktığında Draco onu takip etmedi. Basamakları çıkan ayak seslerini dinledi sadece. Düşünceleri kafasında dönüp duruyordu. Omuzlarına çöken baskı ağırlaşmıştı iyice. Bir süre sonra Hermione'den ses gelmediğini fark ettiğinde gözlerini tavana dikip seslendi.

"Hala evde misin?"

Hermione'nin boğuk ama anlaşılır sesi evi doldurdu.

"Hayır değilim."

Draco sesli güldü. Mutfaktan çıkmadan önce parmak uçlarıçok uzun zaman önce gelen bir akşam vakti Hermione'nin başının düştüğü ve kanının yayıldığı masa yüzeyinde gezdi.


Yukarı çıktığında neredeyse Hermione ile çarpışıyordu. Hermione uyarırcasına kaşlarını kaldırdığında üzerinde yırtık bahçıvan tulumu yerine kot ceket, pantolon ve mor bluzu olduğunu fark etti.

"Bir yere mi gidiyoruz?"

Hermione dudaklarını birbirine bastırıp başını sallarken yine o inatçı ifadelerinden birini giymişti yüzüne.

"Aslında bakarsan ben gidiyorum ama seni durdurmaya çalışmayacağım, ne de olsa bunun bir yolu yok."

Merdivenlerden koşarak indi, Draco arkasından geliyordu.

"Bu ne demek şimdi?"

Hermione etrafı kontrol ettikten sonra kapıdan çıktı. Yağmur çiselemeye başlamıştı ama yürümeyeceğinden bunu problem etmiyordu. Rüzgara ve bulutlara bakılırsa uzun sürmeyecekti zaten.

"Senden cevap alamayacağıma emin olduğuma göre kendimce cevap bulacağım."

Draco büyük adımlar attığından Hermione'ye yetişmekte zorlanmamıştı.

"Ne demek istiyorsun?"

Hermione gülümsedi. "İnsanın cevap alamadığı sorular sinir bozucu oluyor, fark ettin mi?"

Draco'dan cevap bekledi ama genç adam tek kelime bile etmeden ona bakmaya devam ediyordu. Zaten konu Draco olunca kelimeleri bakışları kadar etkili değildi.

"Hatırlamadığım zamanlardan önce gittiğim bazı yerlere gideceğim." Dedi Hermione bıkkınca.

"İşe yaramayacak."

"Denemeden bilemem." Kendini beğenmiş ifadesi geri dönmüştü.

"İstemiyorsan gelme."

Draco gülümserken Hermione'ye doğru iki adım attı.

"Bunun bir imkanı yok dememiş miydin?"

Sırıtıyordu, yine.

"Var mı?"

Cevap beklemeden sorulmuş sorusu Draco'nun başını iki yana sallamasıyla cevaplanmış oldu.

"Birkaç yer, o kadar." Dedi Hermione.

Buharlaşırken asfalt yol üzerinde kapladıkları alanı yağmur damlaları doldurdu.
--

"Sadece son hatırladığın yerlere gideceğimizi sanıyordum."

"Sadece dememiştim."

Draco sorusunu sormadan önce Hermione'ye bakmıştı ama onun kendisine bakmadığını gördüğünde başını öncesinde baktığı yöne geri çevirdi. Hermione'nin yüzünde yeşil ışıklar oynaşıyordu. Göz ucuyla Draco'ya baktığında kırmızı ışığın genç adamın yüzündeki gölgeli yerleri doldurduğunu gördü.

"Gryffindor olmalıymışsın Malfoy, kırmızı yüzünde güzel durdu."

Hermione Draco cevap vermesin diye dolapların öteki tarafına geçti. Draco içinden ışık geçen reçel kavanozlarını kenara itip arkasındaki Hermione'ye baktı. Genç kadının gözleri rengarek kavanozlar üzerinde geziyordu dalgınca.

"Neden aptal muggle mutfak gereçlerinin satıldığı bir dükkandayız, cevap verecek misin?"

Hermione Draco'ya bakmaktansa kayısı reçellerine bakıyordu.

"Kendimi iyi hissettiriyor."

Hermione yürüyerek görüşünden çıktığında Draco hızlı adımlarla rafların öteki tarafına geçip Hermione'yi takip etti ama o çoktan diğer tarafa geçmişti. Alçak sesli küfür savurdu Draco. Onu takip ederken omzunu çarptığı dolaptan mikser parçaları düşmeye başladı. Hayatında bir kere bile mikser görmemiş olan Draco beklenmedik 'saldırı' karşısında alçak sesli bir haykırış eşliğinde geri kaçtı.Hermione Bayan Preffer'ın yanında kahkahalarla gülerken Draco'nun yüzünde huysuz çocuk bakışı vardı. Bayan Preffer da dişsiz ağzıyla kıs kıs gülüyordu.

"Aptal muggle." Diye düşündü öfkeyle.

Kadın sadece Hermione'nin gülüyor olmasına gülüyordu gene de durum utanç vericiydi. Hermione Draco'ya doğru yürüyüp yerdeki mikseri kaldırdı.

"Hayret bir şey, Malfoy. Öldüğün için çoğu şeyden korkmadığını söylüyorsun ama bir mikser neredeyse altına etmene sebep olacaktı."

Mikseri kaldırıp yerine koyarken Draco hala dudağını sarkıtarak somurtuyordu.

"Beklemiyordum, hepsi bu."

"Ölmemiş olsan şimdiye ölmüştün, eminim."

Hermione onu arka raflara doğru çekiştirirken Draco kibirle burnunu havaya dikti.

"Ben Voldemort'un sarılmasına bile cesurca tepki verdim, aptal muggle edavatları beni korkutamaz."

Hermione gözlerini devirirken gülüyordu.

"Kendini kandırma Malfoy, Voldemort'un sana sarılmasına izin vermendeki tek sebep başka bir şansın olmaması. Ona gitme sebebin bile korkak olman."

Draco'nun bakışları karardı. Hermione sebebin kendi lafları olduğunu düşündü işin iç yüzünü bilmemesi sebebiyle. Draco açıklama yapmadı, sadece kabullendi.

"Yeterince reçel bakmadın mı?"

"Hayır."

Hermione yeni bir reçel rafı önünde dururken Draco raflara yaklaştı.

"Bunlara bakarak rahatlamana anlam veremiyorum. Hiçbir şey almıyorsun bile."

Elleri belinde başını salladı.

"Olsun."

Hermione yavaşça Draco'nun yanına gelip en yakındaki tozlu kavanoza yaklaştı. Tozu sildi ve gözlerini parlak yeşil renge dikti.

"Etrafta başka hiçbir şey bu renkte değil. Bu kadar," Uygun kelimeyi ararken gözleri kısıldı. "Canlı değil."

Draco kavanozlara bakarken ona hak verdiğini fark etti. Işık alan reçeller büyüleyici bir canlılıkla parlıyordu. Bu renkler kimi büyüler sırasında görülen renklerdi ama yaygın değildi. En azından hiçbir nesne bu kadar az ışık altında böyle güzel görünmüyordu. Sessizlik anında ikisi de sadece renkli camlara baktı. Sessizliği bozan Draco olmuştu.

"Bence birini almalısın."

Hermione bir süre cevap vermedi, Draco düşündüğü için olduğunu biliyordu. Ona zaman tanıdı ama Hermione cevap verecek gibi görünmüyordu. Kendisine baktığını fark ettiği bir anda başıyla reçelleri işaret etti.

"Hadi. Seç birini."

Hermione tereddütle dudaklarını dişledi.

"Yapamam."

Draco kaşlarını çatmıştı. "Saçmalama Granger, alt tarafı reçel."

Hermione'nin koyu kahve gözbebekleri rafları gezindi.

"Hepsi çok güzel."

Draco onunla beraber raflara bakınmaya başladı. Aradığı şeyi bulduğunu düşündüğünde kırmızı kareli kapağı olan kavanozu yerinden çekti.

"Bunu al."

Hermione Draco'nun uzattığı kavanozu elleri arasına alıp baktı. Aşınmış beyaz etiket üzerinde büyük punto bir yazı vardı; Böğürtlen reçeli. Kavanoz azıcık ışık altında inanılmaz bir mavi renkte parlıyordu, adeta cam kavanoza yerleştirilmiş şey böğürtlen değil bir patronus büyüsüydü. Hermione'nin gülümsemesini yakalayan Draco başını eğip gözlerini yakalamaya çalıştı.

"Artık gidebilir miyiz?"

Hermione başını sallayıp Bayan Preffer'ın kasa diye kullandığı tezgaha doğru yürümeye başladı. Kasada kadının görmeyen gözlerle ürünün kodunu girmesini beklerken bacaklarına sürünen kedi dikkatini çekti. Kedi eski kedisine benziyordu ama kömür karası tüyleri vardı ve zümrüt yeşili gözleri kendi kedisinden biraz daha iriceydi. Kedi miyavlayıp olduğu yere oturdu ve Hermione'ye çemkirircesine bir bakış attı. Gözlerinin rengi Ron'u hatırlattığından Hermione kediye pek ısınamamıştı. Kedinin gözleri bu sırada Draco'ya kaydı. Hermione önceleri kedinin direk Draco'ya baktığına emin olamamıştı ama oturan kedi doğrulup Draco'nun bacaklarına süründüğünde şüpheye yer yoktu.

"Seni görebiliyor mu?" Bayan Preffer onu deli sanmasın diye oldukça alçak sesle konuşmuştu. Draco onaylarcasına kafa salladı.

"Kediler görünmeyen varlıkları görebilir."
Hermione bunun doğru olduğunu duymuştu ama durumu sadece hayaletler için geçerli sanıyordu. Kediye duyduğu antipati yerini empatiye bırakmıştı.

"Şanslı yaratık." Diye geçirdi içinden.

"En azından sevdiklerin seni bu özelliğin yüzünden iksirle zehirlemiyor."

Bayan Preffer zafer nidasıyla kavanozu keten torbaya koyduğunda Hermione kediyle olan monoloğunu tamamlamıştı. Kadın torbayı uzattığında kavanozu eve bırakamayacağını hatırladı. Sonra gelip alacağını söylerek dükkandan çıktı.Bayan Preffer'ın sorun etmeyeceğini biliyordu. O gün ilk defa bir şey almıştıbu yüzden kadından reçeli evine götürmesini istese onu bile yapacağına emindi. Dükkandan çıktığında mugglelardan uzak bir yere kadar yürüdü. Malfoy meraktan kuduruyordu.

"Nereye gidiyoruz?"

"Bekle ve gör."

Hermione buharlaşmadan önce şeytanca gülümsemekle yetindi.
--

Islak yapraklar ağaç dallarından aşağı süzülürken iki beden seri ağaç gövdeleri arasında geziniyordu. Sonbaharın etkisiyle yaprak yığını bileklerine kadar geldiğinden ilerlemek zordu. Hermione birkaç dakika öncesine kadar taşlar üzerinden atlayarak ilerliyordu ama yosun tutmuş bir kaya neredeyse düşüp kuyruk sokumunu incitmesine sebep olacağından yeniden aynı şeyi yapmaya yeltenemiyordu.
Draco tutmasa kendini sakatlayacağını biliyordu ama genç adam o zamandan beri deliler gibi gülmüş olduğundan kendini sakatlayıp ve yardım etmediği için erkekliğine laf çarpma fırsatını da kaçırmıştı. Şimdi Draco'nun yüzünde ormanı titreten kahkahasının silik bir izi olan gülümseme vardı ki bu Hermione'nin ona her baktığında öfkeden çıldırmasına yetiyordu.

"Kes şunu." Ağaçlar arasında yürürken Hermione önden gidiyordu.

"Neyi?"

"Gülümsemeyi diyorum, Draco. Kes gülmeyi."

Draco inatlaşırcasına kahkaha attığında Hermione ona yumruk atma seçeneğini yeniden gözden geçirdi.

"Her kızdığında adımı söyleyeceksen, bilemiyorum."

Hermione dişlerini biledi. En azından artık kan durumuyla fazla dalga geçmiyordu, bu yüzden yaprak hışırtılarının eşliğinde sağlam adımlarla varmak istediği alana doğru hızlandı.

"Hala nereye gittiğimizi söylemedin."

"Söylemeyeceğim de! Gelince görürsün!"

"Hey, kızdın mı?" Sesinde bile gülümsemesinin tınısı vardı, Hermione burnundan soludu.

"Evet!"

Draco gizli gizli kıs kıs gülmeye çalıştı ama Hermione fark etmişti. Hermione üzerine doğru gelirken ayaklarını yere sabitledi ve olacakları bekledi. Hermione'nin gelişine bakılırsa yine kendisine vurmayı düşünüyordu. Draco aralarında bir adım kalıncaya kadar bekledi, elleri cebindeydi.

"Bana vurma Hermione."

Sesindeki bir şey, soğukluktu bu ama tam olarak sert bir tını da sayılmazdı,Hermione'nin tereddüt etmesine sebep olmuştu. Bacakları kasıldı, tereddütünü fırsat bilen Draco ellerini Hermione'nin omuzlarına koydu güven verircesine. Ardından söylediklerinin tınısı sıcak ve içtendi, Draco'nun daha önce hiç bu ses tonuyla konuştuğuna tanık olmayan Hermione'nin afallamasına sebep olmuştu.

"Bana vurmak istemendeki asıl sebebin sakarlığına gülmem olmadığını biliyorum. Kızgınlığını aşamayacağını da biliyorum. Ama bana vurma. Aslında bunu istemiyorsun."

Draco elleri arasındaki bedenin gevşediğini hissetti. O an yapmak istediği onlarca şeyi içine atıp ellerini ısırgan otuna dokunmuş gibi geri çekti.

"Şimdi... Sakinleştiysen gidelim."

Draco karambole bir doğrultuda yürürken Hermione dalgınca yeri kaplayan turuncu-sarı yapraklara baktı bir süre. Draco'nun sinir bozucu şeyler yapıp sonra kafasını allak bullak edecek şeyler söylemesinden nefret ediyordu. Tanıdığı, hatırladığı Draco Malfoy böyle değildi. Saçma sapan şeyler yapar, insanlara hakaret eder ve kendini çok önemli biri sanarak kasıla kasıla yürürdü Hogwarts koridorlarında. Son sene yüklendiği sorumluluk yüzünden daha soğukkanlı, dalgın bir genç adam olduğunu biliyordu. Nedense aklında kalan Draco Malfoy imajı çocukluğuna dayanıyordu. Son sene değişmişti. Hala kendini beğenmiş biriydi ama çocukluğuna kıyasla daha iyi biri olma yolunda ilerliyordu. Kısmen daha çekilebilir. Draco ile ilgili son anısını düşündü. Voldemort karşılarındaydı, Harry'i öldü bildiklerinden büyük bir kalp kırıklığı, hüsran ve umutsuzluk içindeydiler. Lucius Draco'yu çağırmıştı ve Draco, o en arkalardaydı. Hermione dönüp sarışın çocuğun yüzüne bakmıştı, tam gözlerinin içine, az önce kendisine güven verici bir ifadeyle bakan mavi gözlerine. Yüzü kirli, siyahlar içerisindeki çocuk aniden başını çevirip babasına baktığından ona baktığını görmemişti. O an herkes ona baktığından bu önemli değildi elbette. Etten bedenlerin oluşturduğu duvar onun geçmesi için açılırken onu son kez göreceğini düşünmüştü. Ama işte, yanındaydı. Kimsenin yanında olmadığı bir zamanda bir tek o vardı.
Hızlı adımlarla arkasından giderken onu göreceğini düşündüğü son an gözlerinin önünden defalarca kez geçiyordu.

--

Ağaçların seyrekleştiği bir alana geldiklerinde Hermione Draco'yu durdurdu.

"Burası."

Draco bir şey bulmayı beklermiş gibi alanın her santimini gözleriyle taradıktan sonra başını gökyüzüne kaldırdı. Birkaç kuzgun üst dallara tünemişti.

"Burada ne bulmayı bekliyordun?"

Hermione'nin durduğunu düşündüğü alana baktı ama genç kadın çoktan ortalardan kaybolmuştu.

"Herm?"

Rastgele birkaç adım attı. Hermione ses vermiyordu. Heyecanın kendisini ele geçirdiğini hisseden Draco korkuyla etrafa bakındı, etrafta hiç hareket yoktu. Birkaç adım daha attı ama artık korku gırtlağına kadar yükselmişti. Yapraklar arasında gelişigüzel ilerliyordu. Sesi çatallaşmıştı, Hermione'ye seslenmeye çalıştı. Bacakları titrerken iki ağaç gövdesi daha geçmişti.

"Hermione!"

"Arkandayım."

Hermione'nin alçak sesine doğru hızla döndü. Hermione sırtını kalın bir ağaç gövdesine yaslamış dizlerini kendine çekerek kollarını bacaklarına dolamıştı.Draco'ya delirmiş gibi bakıyordu. Az önce çıldırmış gibi davrandığından bu anlaşılabilir bir şeydi.

"Saklambaç oynamıyoruz!!" Draco ciğerlerini zorlarcasına bağırmıştı.

"Sana seslendiğimde bana cevap ver!"

Hermione Draco'nun öfkesini umursamış gibi görünmüyordu.

"Tamam tamam, senin varlığını tehlikeye atacak bir şey yapmayacağım. İyiyim."

Draco derin derin nefes alırken konuşmamak için dilini ısırdı. Hışımla arkasına dönüp asıl hislerinin yüzüne yansımasına izin verdi; korku ve telaş. Kendisine olanlardan sonra böyle tekinsiz bir yerde Hermione'nin güvende olacağını düşünmek kolay değildi. Üstelik bir şey olması durumunda elinden hiçbir şeyin gelmeyeceğini bilmek çok daha ürkütücüydü. Hermione kendisini katledenler gibi ölüme susamış eski ölümyiyenlerle karşılaşırsa acı kaçınılmaz olacaktı. Boynuna saplanan küt bir çakıl taşından çok daha acıtacağından emindi çaresizliğin. Sorun yoktu bu yüzden sakin olması uzun sürmedi. Tekrar Hermione'ye dönüp yanına oturdu ve onun gibi sırtını kalın ağaç gövdesine yasladı. Onun aksine yere değil gökyüzünü kaplayan bulutlara bakıyordu. Bir kuzgun uçarak görüş alanına girdi.

"Harry ile burada saklanmıştık. " Dedi Hermione sonunda. Parmağıyla arkayı işaret etti.

"Onunla burada yaşlanmayı önermiştim. Çadır şuradaydı. Ron geri döndüğünde şurada duruyordu."

"Şurada kafasına çantayı geçirdin."
Hermione ve Draco birbirlerine baktı aynı anda. Draco gülümsedi.

"Öfke terapisine gitmelisin. Bu saldırganlık iyi değil."

"Ah, kapa çeneni."

Hermione de gülümsedi yerinde kımıldanırken. Çenesini kapamasını söylerken hala gülümsüyordu.

Sessizce ikisinin de iyi bildikleri bir anıyı akıllarında tekrar canlandırdılar. Hermione bu sessizlik anını sevmişti, Draco'nun varlığı ona cevap yetiştirmediği zamanlar daha çekilebilir ve huzur dolu oluyordu. İçten içe yaptıkları laf dalaşını sevdiğini biliyordu ve bu yüzden bunu Draco'nun bildiğini de biliyordu. Çekinmeden itiraf etti kendine, Draco'nun ve onun iğneleyici laflarının hayatına girdiği andan beri daha mutlu hissediyordu. Daha çok gülümsüyordu, çoğu alay dolu da olsa. Ve gerçek anlamda, içinden gele gele gülebiliyordu. Ron bunun için çok uğraşmıştı. Ron'un tüm iyi hallerine rağmen elde edemediği bir gülücük Draco'nun birkaç lafına bakıyordu. Ron için yeniden vicdan azabı duydu.
Ağaçtan destek olarak ayağa kalktı.

"İstediğini bulabildin mi?"

Hermione Draco'nun dalga geçip geçmediğini anlayamamıştı bu yüzden geçmediğini farz edip ciddi ciddi cevapladı sorusunu.

"Burada bir şey hatırlamaya çalışmıyorum."

"Niye geziniyoruz öyleyse?" Draco ayağa kalkmış üstünü silkeliyordu.

"Yüzleşmek için." Dedi Hermione kendinden emin ses tonuyla.

"Ve şimdi nereye gitmemiz gerektiğini biliyorum."

XIIX.

"Hayır! Hayır hayır hayır!"

Draco buharlaştıkları anda gördüğü manzara karşısında geri geri ilerlemeye başlamıştı. Hermione onu bileğinden yakaladı.

"Kaçma! Bu ikimiz için de iyi olacak."

Draco bileğini Hermione'nin elinden kurtarıp demir kapıyı işaret etti.

"İyi mi olacak?! Çıldırdın mı?? Orada olanları biliyorsun! Beni oraya sokamazsın!"

Hermione ne yapması gerektiğini düşünürken kapı üzerindeki M harfini inceliyordu. Boynundaki tılsım ve mezar taşları üzerindeki aynı sembol. Korkuyla binaya bakan Draco'ya baktı ve omuz silkti.

"Tamam. Ben gidiyorum o zaman."

"HAYIR!"

Hermione daha arkasını bile dönemeden Draco'nun pençelerini kollarında hissetti. Parmakları batıyordu. Draco Hermione'yi sertçe tutup sarstığında Hermione nefesini tuttu.

"Dinle! Şimdi buradan gidiyoruz! Hemen şimdi!"

"Malfoy..."

Draco duymuyordu, hezeyan içinde hala gitmeleri gerektiğini söylüyordu. Hermione'yi yeniden sarstığında Hermione debelendi.

"Malfoy! Parmakların... Acıtıyor!"

Bunun üzerine genç adamın elleri anında gevşedi. Hermione ister istemez Draco'nun parmaklarını çürüttüğü yerleri ovdu, Draco bunu kaçırmamıştı.Hissettiği pişmanlığı gizlemek için başka yöne baktı.

"Hermione. Bu senin iyiliğin için." Dedi ezberden ama bu lafı Hermione'yi kızdırmıştı.

"Hayır, bu senin iyiliğin için!" Hermione kapıya doğru gerilediğinde Draco üzerine bir adım attı, Hermione bunun üzerine hızlı iki adım attı uzaklaşmak için.

"Sen bir korkaksın Draco Malfoy!"

"Aksini iddia etmiyorum." Dedi Draco Malfoy sakince.

Korktuğu kişinin kendisi olmadığını söylememişti.
Hermione inatla dişlerini sıktı.

"Ben giriyorum. Ya benimle gelirsin ya da..."

"Ne? Ya da ne?" Draco yeni bir tehdit bekledi ama demir kapı açılırken Hermione tehditkar bakmıyordu.

"Ya da evde buluşuruz."

Hermione topukları üzerinde döndü ve taş yolu yürümeye başladı. Malfoy yeniden evine baktı. Sis olmadığında ve etraf aydınlıkken daha güven verici gözüküyordu ama saldırı olduğunda da gece değildi. Ailecek katledildikleri günden sonra ev sadece boş bir bina görevi görüyordu. Hermione'yi içeride yalnız bırakmayacaktı ki genç kadın da zaten buna güveniyordu.

Hermione binaya yaklaştıkça yapıdaki detaylara hayran kalıyordu. Tekinsizliğinden ötürü öğrencilik yıllarında bu bina üzerinde kötü bir etki bırakmıştı, içeride kendisine içkence yapıldıkları düşünülürse bu mantıklıydı da. İlk defa güven içinde binaya yaklaşıyordu ve malikane muazzamdı. Kapıya geldiğinde aralık kapıdan içeri süzüldü. Her şey eskimiş ve örümcek ağıyla kaplanmıştı. Kimse olup olmadığı sormak üzereydi ki sustu. Biri varsa bile bunu sormak çok aptalcaydı. Ağır ağır yürüyüp tozlu antika el dokuması halının üzerinden geçti. Draco odanın eşiğinde duruyordu ve siyah kıyafetleriyle tozlu camlar yüzünden ışık almayan evin bir parçasıymış gibi duruyordu ki öyleydi zaten. Hermione Draco'ya baktı. Huzursuz ve memnuniyetsiz görünüyordu.

"Benimle gel. Nereyi aradığını biliyorum."

Hermione ikiletmeden Draco'yu takip etti. Ezberleyemediği yollarda yürürlerken Draco önü çekiyordu. Sonunda aşınmış duvar kağıtlarının olduğu koridordan çıkıp asıl salona geldiler. İkisi de yüreklerinin ve midelerinin takla attığını hissetti girer girmez. Ağır adımlarla salonun merkezine doğru yürüdüler. Draco'nun kurumuş kanının lekesi hala zeminde duruyordu. Hermione midesinin bulandığını hissetti, büyü sebebiyle kan görmeye alışık değildi.

"Derin nefes al." Dedi Draco garip bir tonlamayla.

Boğulur gibi çıkmıştı sesi, o da çok ağırbaşlı yaklaşamıyordu bu duruma anlaşılan. Hermione kendisine söyleneni yaptı. Rahatladığını hissettiğinde kot ceketin üst cebini yokladı ve küçük cam şişeyi çıkardı.

"O da ne?"

"Anılarını görmene yardımcı olacak bir iksir. Anıkapanı iksirine benziyor, sadece birkaç malzeme farklı."

"Hatırlayamadığın anıları hatırlamada yardımcı olması için niye denemedin?"

"Denedim." Dedi Hermione

"İşe yaramadı, sadece birkaç saat aralıksız uyumamı sağladı. Ben de uyku ilacı olarak kullanıyordum."

Hermione iksiri Draco'ya doğru uzattı.

"Önce sen."

Draco iksiri eliyle itti.

"Lütfen, Granger, bir şeyi görmek istersem onu yaratmak için bir iksire ihtiyacım olmaz."

"Tamam, göster o zaman."

Draco sert bir bakış attı. "Hayır."

"Draco,"

Soyadını değil adını duyan Draco Hermione'ye baktı karmaşık duygularla.

"Görmek istiyorum." Diye fısıldadı adeta Hermione.

"Görmeni istemiyorum."

Draco'nun sesi çığ gibi büyüyen bir üzüntüyle doluydu. Hermione dudaklarının titrediğini gördü. Kendisi için bu kadar korkuyor olmasına üzülüyordu.

"Bana bir şey olmayacak." Dedi güven verircesine. "Söz veriyorum."

Draco'nun gözlerini yüzünde hissetti, bir şey aracasına bir süre yüzüne bakmıştı. Sonra ciğerlerindeki son nefes kırıntılarını koyverdi

"Pekala."

Gözlerini kapattı birkaç saniye sonra oda siyah bir dumanla doldu. Duman kıvrılıp insan bedenleri formuna girdi. Hermione hikayeyi izlemek için salona dönmüştü.

Siyah kadın formundaki duman sarı saçlı ince kadına dönüştü gözlerinin önünde. Etraftaki örümcek ağları geri çekildi, tozlanmış mat eşyalar eski haline döndü. Gözlerinin önünde tarihin izleri kaybolmuştu. Kadının yanında sürüklenircesine koşan genç adam da tanıdık bir simaydı.

"Draco! Yavaşlama!"

Draco tökezleyip dengesini sağladı. Kadın onu kollarıarasına alıp beyaz-sarı saçlarının döküldüğü alnını öptü.

"Kaç tamam mı? Gizli geçitleri kullan."

Draco ağlıyordu.

"Beraber çıkabiliriz." Dediğini seçebildi sadece onca cümle içinden. Kadın hızlı hızlı kafa sallıyordu.

"Lucius gitti. Ben onları oyalarım."

"Nasıl? Asalar işe yaramıyor ki!"

Draco asasını fırlattı odanın bir kenarına. Hermione asayı fırlattığını görünce Draco'ya doğru baktı. Genç adamın dümdüz, ifadesizce kendisini incelediğini fark ettiğinde kalbi tekledi, yeniden yaşananlara döndü.

"Neden işe yaramıyorlar?"

Narcissa kafa sallarken gözyaşını sildi.

"Bilmiyorum. Kadınla ilgili olmalı."

Ayak seslerini duyduklarında iki dumandan yapılma beden de olduğu yerde korkuyla kıvrıldı.

"Git!"

Narcissa Draco'yu aksi yöndeki kapıya ittikten sonra Draco ve Hermione'nin dikildiği yere doğru koştu ve tam Draco'nun içlerinden geçti, bu sırada insan formu bozulmuştu ama Draco yüzüne sadece rüzgar çarpmışçasına göğüsledi dumandan yapılma kadını. Narcissa'nın formu Draco'nun tam arkasında bütünleşip eski haline geri döndü. Hermione o sırada kapıya koşan dumandan Draco'ya bakıyordu ama arkasındaki hareketlilik ilgisinin oraya dönmesine sebep oldu. Narcissa tam oymalı geniş ahşap kapı önünde durmuş, geri geri yürümeye başlamıştı.Duman Draco annesinin hareketliliğini gördü, diğer taraftan gelen ayak sesleri de artmıştı. Açacağı kapının arkasından gelen ayak sesini de fark ettiğinde korkuyla etrafına bakındı. Dolap gözüne çarpmıştı. Düşünmeden dolaba girdi ve kapağı aralık bırakıp karanlığa saklandı. Hermione olacakları biliyordu gene de kalbinin hızlandığını hissetti.

Narcissa'nın önünden çıkan adama dikti gözlerini. İri yapılı esmer bir adamdı. Saçları pis ve uzundu, sakalları da göğsüne kadar iniyordu. Güldüğünde dişlerinin ikisinin eksik olduğunu gördü, yüzünde hep işgüzar bir hava yaratıyordu bu noksanlığı. Gülerken Narcissa'yı iğrenç olarak tasvir edilebilecek bir biçimde süzdü. Narcissa son çare adamı yüzünden tırmalamayı denedi ama adam daha hızlıydı, Narcissa'yı bileğinden tuttuğu gibi çevirdi ve dirsekten kolunu kırdı. Kadının çığlığı Hermione'yi yerinde hoplatmış, gözlerinin yaşarmasına sebep olmuştu. İki büklüm dizleri üzerinde yere düştüğünde iri adam onu saçlarından yakaladı. Hermione arkalarında yaşanan olayı izlememek için sırtını döndü ve gözlerini kaçırdı ama sesler yürek parçalıyordu. Dumandan yapılma Draco'nun saklandığı dolaba kaydı gözleri, bir çift mavi gözün arkalarındaki olaya sabitlendiğini gördü. Draco bütün olayı görmüştü. Yanında dikilen Draco'ya baktı şaşkınlıkla. Gözleri kendi kanının olduğu noktaya sabitlenmişti. Dişlerini sıktığı için çenesi geriliyor, yaşaran gözlerinden kurtulan damlalar çenesine doğru süzülüyordu. İlk defa Draco'nun ağladığına tanık olan Hermione zamanını ona bakmakla harcadı.
Draco'nun çıkmaya çalıştığı kapı ardına kadar açıldığında gözleri o tarafa kaydı. Cılız, uzun boylu, sivri yüz hatlarına sahip bir adam girdi içeri. Yağlı saçları çenesine kadar geçiyordu. Burnu uzun ve kemikliydi, elleri bir pençeden farksızdı.

Arkalarında yeşil ışık patladığında Narcissa'nın cansız bedeninin koyu gri parlak zemine düşüşünü duydular. Draco zorla bir nefes aldı ve dolapta saklanan kendine döndü. Draco'nun önceden bahsettiği yabancı kadın da yürüyerek odaya girmişti. Aynı zihninde canlanan kişiydi, adımları bir dansçıyı andırıyordu.

"Bitirdiniz mi?"

Aksanı mistikti, Hermione'nin daha önce hiç duymadığı türden. Cılız adam kadına yaklaştı, şişman adam da onlara doğru gidiyordu. İçinden geçmemesi için Hermione kenara kaydı.

"Lucius kaçtı." Dedi cılız adam tıslarcasına. "Piç kurusu."

Kadının koyu gözbebekleri Narcissa'ya kaydı.

"Kadını öldürmüşsünüz."

"Evet." Şişman adam kıkırdadı. "Eğlenceliydi."

"Büyü mü kullandın?"

Kadının koyu gözleri şişmana döndüğünde şişman olan anında gülmeyi kesti.

"Evet."

"Aptal domuz."

Kadın salonun ortasına doğru yürürken cılız adam şişmanın ensesine vurdu öfkeyle. Şişman adamın bundan hoşlanmadığı belli oluyordu.

"Ya genç Malfoy?" dedi kadın adamlara bakmadan. Elleri belindeydi.

Hermione gerçek olmamasına rağmen kendilerini görebilecekmiş gibi gerildi. Kadın Draco ile göz göze geldi ama sadece Draco istediğinden. Kadına tarifi kifayetsiz bir nefretle bakıyordu.

"O, o...Kaçtı herhalde."

"Herhalde?"

"Diğerleri onu bulur." Dedi cılız adam durumu toparlamak istercesine.

"Araziden dışarı adımını atamaz, emin ol."

Kadın sırıttı. "Eminim zaten."

Draco'ya bakmayı kesip gözlerini dolaba çevirdi hızla. Mavi gözbebekleri dolabın içindeki karanlıkta kayboldu aynı hızla ama geç kalmıştı. Kadının vahşi gülümsemesi yüzünde büyüyordu.

"O burada."

Neredeyse üç adımda kapadı boşluğu. Dolabın kapaklarını hızla açtı ve Draco'yu boğazından tutup yere fırlattı. Draco ayağa kalkmaya çalıştı sürünerek ama şişman adam eline bastığında acıyla yüzünü buruşturdu. Hafif doğrulmuştu ki cılız olan botuyla kafasına tekme attı. Yuvarlanıp sırt üstü düştüğünde görebildiği tek şey şatafatlı salon avizesiydi. Sonra görüşünü esmer kadın doldurdu. Hermione kadının Draco'nun karnının üzerine oturmasını izlerken dişini sıktı. Fırsatı olsaydı o kadını oracıkta öldürürdü. Draco'nun yutkunduğunu gördü, kurtulmak için debelenişini izledi. Ama kadın bacaklarını beline kilitlemişti ve saçlarına asıldığında Draco gözlerinin yaşarmasına engel olamamıştı.

"Senin için kadın düşkünü diyorlar Draco Malfoy. Yaptığım hoşuna gidiyor mu?"

Saçını daha sert çektiğinde Draco acıyla bağırdı. Hermione ciğerlerinin sıkıştığını hissediyordu ama gözlerini ayırmadı.

"Lütfen beni bırak." Diye fısıldadı kadının altından çaresizce kurtulmaya çalışan Draco.

"Lütfen, yalvarıyorum. Ölmek istemiyorum. Ölmek istemiyorum, beni bırak."

Kadın bir kahkaha attı. Soğuk kış rüzgarlarını andırıyordu sesi, ürpertici ve soğuk.

"Gördünüz mü? Yalvarıyor!" Adamlar da güldü kadınla beraber.

Hermione gözlerini konudan ayırmadan elini yanındaki Draco'nun eline uzattı. Eli soğuktu, bütün kanı çekilmişti çocuğun. Draco parmakları arasında giren sıcak parmakları memnuniyetle kabul etti ve Hermione'nin elini sıktı teşekkür edercesine. İnsan temasından kaçan Hermione de Draco'nun temasını aynı memnuniyetle kabullenmişti.
Kadının

"Sırf yalvardığın için seni şimdi öldüreceğim." Dediğini duydu ikili.

Cebine uzandı ve hafif yontulmuş iri çakıl taşını çıkardı.
Hermione başını Draco'ya doğru kaldırdı.

"Yeter Draco."

Draco kendi alçak sesini duyuyordu, tılsımı yapan. Kadının garip telaffuzlu büyüsüne karışıyordu sesi. Duman dağılırken kadının eli havaya kalktı, Draco'nun bedenini oluşturan duman dağıldığından ifadesini göremediler. Kol tam aşağı indiğinde görüntü tamamen kayboldu. Eşyalar eski bakımsız hallerine geri döndüler, örümcekler hızla ağlarını yeniden ördü. Birkaç saniyede oda buldukları gibiydi.

"Şimdi biliyorsun." Dedi Draco Hermione'ye bakmadan. Elini geri çekti ve kapıya döndü.

"Gidelim."

"Henüz değil."

Hermione'nin sesiyle durdu ve omzunun üzerinden baktı. Hermione salona dönmüştü.
Draco sesinin titremesine aldırmadan konuştu.

"Bunu yapma."

Hermione konuşmadı.

"Yeterince görmedin mi?" Draco bağırmak istemişti ama sesi el vermiyordu.

"Yeter."

Hermione şişenin tıpasını çekip iksiri kafaya dikti. Dudaklarının arasından süzülen parlak lacivert duman etrafında dönüp odaya yükseldi. Draco olduğu yerde dönüp Hermione'ye baktı, Hermione ürkmüş görünmüyordu. Kızın bunu daha önce de denediğini söylediğini hatırladığında rahatladı.
Yine de birazdan gerileceğini biliyordu. Hele duman teyzesi Bellatrix Lestrange şeklini alırken.

Hermione bedeni üzerine kapaklanmış Bellatrix'e ve kendine baktı. Olması gerektiği gibi korkmuş gözüküyordu. Bellatrix'in sesini duyduğunda ölmüş olduğuna şükretti.

"O kılıç Gringotts'taki kasamda olmalıydı, nasıl aldın? Sen ve arkadaşların onu kasamdan mı aldınız?"

Ağlamaklı yüzünü izliyordu. Koluna kazıdığı 'bulanık'yazısında gezdi parmakları, çatlak sesini işitti kulakları.

"Hiçbir şey almadım. Lütfen. Hiçbir şey almadım."

"Sana inanmıyorum!"

Kendi çığlıkları duvarlarda çınlıyordu. Olaya tanık olan Draco figürünün hareketlendiğini gördü. Aynı az önceki haline benzer bir ifadeyle bakıyordu ama açık bir nefretle değil. Hermione kendisine bakmayı kesip dumandan vücut bulmuş Draco'ya bakmaya başladı. Draco'nun arkasından gelen sinirli sesini duyana kadar lacivert dumandan yapılma Malfoy'un mimiklerini izliyordu.

"Berbat anılarla tek başına yüzleş, Hermione."

Yumrukları sıkıldığından parmak boğumları beyaz kesmişti. Hermione'nin çığlığı yeniden duvarda çınladığından nefesini bıraktı.

"Dışarı çıkıyorum. İşin bittiğinde gelirsin."

Hızla dışarı çıkarken Hermione'nin çığlıkları bütün malikanenin temellerini titretiyordu. Hermione gözünü kırpmadan lacivert dumandan doğma Draco'yu izliyordu. Aynı ifade, aynı bakış.

O esnada asıl Draco, yani bütün bunları kaldıramadığı için dışarı çıkacağını söyleyen Draco, çığlıklar evinde değil kendi kafasının içinde yankılanıyormuş gibi hissederken sırtını evinin duvarlarına yaslamış, yalnız olduğunun bilinciyle bütün duygularının açığa çıkmasına izin veriyordu.

--

On dakikadır banliyö yolunda yürüyorlardı. Evden uzaklaştıklarına ikisi de memnun olmuştu ama olanlarla ilgili tek kelime bile etmemişti.

"Hala iyi bir fikir olduğunu mu düşünüyorsun?" Malfoy homurdandı.

"Bilmiyorum." Hermione kafasında tarttı.

"Kendimi hiç iyi hissettirmedi ama öncekine göre daha çok şey öğrendim."

"İyi." Hermione Draco'nun ses tonundan bunun hoşuna gitmediği fikrini çıkardı.

Bir süre boyunca yine konuşmadılar ve bu Hermione'yi sinir etmeye başlamıştı.

"İntikamımı alacağımı bilmeni isterim." Dedi Draco.

Ciddi söylenmiş bir espriden ibaret olduğunu düşünen Hermione hafifçe gülümsedi.

"Zaten bana musallat olarak intikam almıyor musun?"

Yolu döndüler ve uzun bir asfalt yola çıktılar. Draco da gülmeye çalışıyordu. Bozuk moraller ve dalgın kafalar biraz zaman ve sessizlikle geçmeyecek şeyler değillerdi.

"Kaçtığım bir şey ile yüzleşmemi sağladın bugün."

"Eee?" Hermione su birikintisine basmamak için asfalt kaldırıma çıktı, elleri kotunun ceplerindeydi.

"Diyorum ki, Hermione, intikamımı alacağım."

"Öyle olsun."

Draco sola döndüğünde Hermione farkında olmaksızın onu takip etti. Bir evin beyaz basamaklarını çıkıp kapı önünde durdular. Hermione anahtarlarını buldu, kapıya yaklaşana kadar kendi evinin önünde olmadıklarını anlayamadı. Draco onun dalgın anında uzanıp zili çalmıştı çaktırmadan.

"Burası benim evim değil." Dedi Hermione, Draco bunun farkında eğilmiş gibi. Draco sırıtıyordu.

"Biliyorum."

"Buraya neden geldik?"

Draco bacakları üzerinde yaylandı. "Yanlış soru, bir daha dene."

Hermione laf çarpacakken gözlerini aniden kıstı ve Draco'nun pişkin ifadesine baktı.

"Burası neresi?"

"Doğru soru, tam isabet!"

Hermione cevap vermesini bekledi ama o kapının yanını işaret etti gözleriyle cevap maksadıyla. Döndüğünde gördüğü plaka nefesini tıkamıştı Hermione'nin.
Grangerlar.

"Hayır hayır hayır..." Hermione de aynı Draco gibi gerilemeye başlamıştı.
Draco sesini inceltti taklidini yapabilmek için.

"Kaçma! Bu ikimiz için de iyi olacak."

Öksürüp sesini düzeltti ve güldü.

"En azından benim için. Morarıp kızardığını göreceğim, çok keyifli!"

Hermione huysuz bir bakış attı, alt dudağı sarkmış, omuzları çökmüştü. Draco arkasında durarak kaçışını engellemiyor olsa koşarak uzaklaşmış olurdu. Ayak sesleri onu olduğu yere çivilediğinde imkanı olsa da kaçamayacağını anladı. Kapıya bakıyor, annesinin mi babasının mı açacağını düşünüyordu. Heyecanlanmadığını söyleyemezdi, tatlı bir heyecanın kucağındaydı adeta. Bir yandan bunun güzel olacağını düşündü. Ne demesi gerektiğin bilmiyordu ama doğaçlama yapabilirdi. Evet, bunu yapabileceğini düşünüyordu.
Ayak sesleri durdu. Hermione heyecandan tıkanmıştı. Kapı yavaşça aralandığında turuncu ışık yüzüne vurdu. Hermione heyecanla nefesini verdi ve kapıyı açan kişiyi görmeyi bekledi.
Draco da o da kapıyı açan kişiyi görmeyi beklemiyorlardı.

"Kimsiniz?"

İki şok olmuş genç bu soruyu soran kişiye birkaç uzun saniye boyunca baktı. Hermione'nin çenesi gevşemiş, ağzı açık kalmıştı. Yüz tanıdık bir o kadar da yabancıydı. Kendini toparladığında genzini temizleyip Draco'ya bakış attı. Draco bir şeyden haberi olmadığını ima edercesine kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzmüştü. Hermione yeniden kapının eşiğinde kendilerine bakan kahverengi gözlere döndü.

"Bay ve Bayan Granger evdeler mi acaba?"

Kapıyı açan, gözlerini Hermione'den ayırmadan kafa salladıktan sonra omzunun arkasına dönüp seslendi.

"Anne, baba! Birileri sizi istiyor!"

Everybody Hurts (2011)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin