XXIII.
Draco elini uzatıp birbirlerine sokulan aşıkların görüntüsünü dağıttı, bir yandan kendine çeki düzen vermeye çalışıyordu. Hermione bir zamanlar yazı masasının bulunduğu yeri yürüyerek aştı. İkisi de ne demeleri gerektiğini bilmediklerinden Draco öksürdü ve açıklayıcı ses tonuyla konuştu.
"Bu yıldızları izlediğimiz akşamdan tam bir ay sonraydı. Bir ay boyunca hiç gelmemiştin ben de Azkaban'ı boylayacağımdan emindim."
"Eylül ayı olmalı. O halde-"
"Evet, son bir ayımız kalmıştı."
Draco yarım bir gülümsemeyle kolunu Hermione'ye attı. Rüzgarla hareket eden ıslak çimenler bileklerini gıdıklarken Hermione ayaklarının dibinden başlayıp renklenen yeni anıda buldu kendini. Hava karanlıktı ve bahçede gölge gibi dikilen bir silüet duruyordu. Karşısında da gecenin göbeğinde açık renk saç ve teniyle dikilen tezat adam vardı. Draco cisimlenişini tamamlamış koyu renkli kadına bakıyordu elleri ceplerinde. Göleğinin kolları dirseklerinin üzerine kadar sıvanmıştı. Hermione kadını tanıyınca nefesini tuttu, Draco'nun sakin gözükmesine anlam veremiyordu. Karşısında duran kadın en gerçekçi haliyle kendisini öldüren kadından bir başkası değildi. Koyu renk teni ve gözbebekleri ile Draco'ya sırıtıyordu. Gülümsemesinde bile ürkütücü bir yön vardı.
"Ava katılacak mısın genç Malfoy?"
Aksanı bile aynıydı. Kadının her detayı atlanmadan işlenmişti Draco'nun hafızasına, bileklerine kadar uzanan etnik elbisesinin rüzgarda salınışına kadar, her şey. Diğer her şeyin yanında o kadar gerçekçi duruyordu ki Hermione bedeni soğuk yemişçesine titredi.
"Hayır Med. Bundan sonra babam da katılmayacak.Ve ben sizin haberciliğinizi yapmayacağım."
Hermione soru sorarcasına yanında dikilen genç adamın ifade yoksunu yüzüne baktı. Kendisini öldüren kadını tanımadığını, hatta daha önce hiç görmediğini idda etmişti ama bu anılarının arasından beliren karanlık zaman dilimine bakılırsa tanıyordu. İsmini bilmekten de öte olduğunu biliyordu Hermione bu tanışıklığın. Draco, Medusa denilen ürpertici kadının karşısında hiçbir tehdit algılamaksızın rahatça dikiliyordu. Hermione Draco'nun sonunu bildiğinden bunun garip olduğunu düşündü, daha da garibi Draco'nun Hermione'ye söylediği yalanı kendi elleriyle açığa çıkarıyor oluşuydu. İstese Hermione'yi bu anıdan mahrum bırakabilirdi ama yapmamıştı. Neden bunu yaptığını gerçekten bilmiyordu.
Kadının koyu gözbebeklerindeki bakış değişirken avına atılmak için hazırlanan bir panter gibi gerildi.Gülümsemesi ince bir çizgi halini almıştı.
"Ayrılmak bir seçenek değil, genç Malfoy. Babanı çağır."
"Gözetmeniyle birlikte, yani hayır. Çağırmayacağım."
Kadının gözlerinden nice duygu geçti, hepsi de karşısındakine korku salacak cinstendi ama Draco aldırmadı, o sırada kadını küçük görmekle meşguldü. Kadının sıkılı elinin etrafında yılan gibi dolanan bir büyü geçtiyse de nefesini burnundan vermesiyle havaya karıştı.
"Beni hafife alıyorsun Draco Malfoy. Baban da öyle. Bunun hesabını vereceksiniz."
"Öyle mi?"
Kadının gülümsemesi yüzüne geri geldi, bir sırtlanın gülüşü gibiydi. Kadın başlı başına asil bir vahşi hayvandı sanki.
"Gözetmenleriniz sizi yumuşatmış. Ölene kadar aramızdan kimse ayrılamaz."
Hermione kadının onların ayrılıkları için gereken prosedürleri uyguladığını biliyordu ama kadının karşısında dikilen dalgın Draco bundan habersizdi. Malfoy'ların en büyük hatası Medusa'yı küçük görmek olmuştu ve Hermione kadına bakarken bunu nasıl yapabildiklerini düşündü. Hintli ya da Brazilyalı gibiydi, belki ikisi birden. Giydiği turuncu, zikzaklı elbisenin geniş v yakası boynunu açıkta bıraktığından Hermione kadının boyundaki Draco'nun önceden bahsettiği rün dövmelerini görebiliyordu. Kadının kabarık saçları yine aslan yelesi gibiydi ve dudaklarıyla gözleri iriydi, göz bebekleri hiçbir ışığı yansıtmıyor, bir çift kara delik gibi gözüküyordu. Her mimiği, her ifadesi güvenilmezdi. Mutlu olduğunu işaret eden mimikleri bile tüylerinizin diken diken olmasına sebep oluyordu.
Draco başını çevirip Medusa'nın tam gözlerine baktı. Kadının gözlerindeki karanlık Draco'yu tutup içine çekecek gibi koyulaşmıştı. Medusa ağırlığını dengeleyerek Draco'ya yaklaştı, onun yakınlığı Draco'yu tedirgin eden ilk şey olmuştu. Medusa'nın gözleri Draco'nun üzerinde dolaştı.
"Ve sen de, çocuğum, aramıza hiç katılmamış olmana rağmen gözlerindeki aşağılayıcı bakış yüzünden cezalandırılacaksın. Seni gözlerin ele verecek. Pişman olacaksın."
"Bitirdin mi? Malfoy malikanesinin sınırlarından çık. Hemen!"
Draco patavatsızlığından ötürü karşısındaki kadının sinirlerini bozduğunu biliyordu ama babasının kendisine verdiği emir bu yöndeydi. Medusa'yı babasının 'haber baykuşluğunu' yapmasından ötürü bir süredir tanıyordu ve kadının en öfkelendiği konu saygıda kusurdu. Babası Arthur Weasley'i meşgul edecek bir şey bulduğu anda Medusa'yı bahçeden yollamasını ve onların sadist oyunlarına daha fazla katlanmayacaklarını söylemesini emretmişti. Draco da kendisine denileni yapıyordu ama bu uzun zamandır kendisini aşağılayıp duran kadının gözlerindeki hislerden zevk almadığı anlamına gelmiyordu. Draco Malfoy çocukluğundan kalma düşüncesiz kibir ile hayatının hatasını yapmıştı ama gülümseyebiliyordu.
Draco Medusa'nın gölge gibi silinip gitmesini izledikten sonra aksi istikamette yürümeye başladı, onunla beraber bahçe evin holüne dönüştü. Hermione aynı holü ev yıkılmadan önce görmüştü, şatafatlı eşyalar ve duvar kağıtları örümcek ağları ve toz olmadan çok daha etkileyici gözüküyordu.
"Draco."
Draco sevdiği kadının sesinden ismini duyduğunda Medusa ile ilgili endişelerin hepsini zihninden silip süpürdü. Hermione koridordan çıkmış yanına geliyordu yüzünde gülümsemeyle. Draco kesinlikle onun gülümsemesini hayatındaki çoğu şeye tercih edebilirdi. Hermione'ye doğru yürüdü ve elini genç kızın saçlarının arasından ensesine sürüp kızı öptü. Draco'nun anılarını izleyen Hermione'nin de eli ensesine gitti, Draco'nun soğuk parmak uçlarını hatırlamıştı, her seferinde hoş bir ürperti yayardı o soğukluk. Hermione Draco'yu öperken gülüyordu.
"Güzel bir iyi ki doğdun deme yöntemi." diye mırıldandı çekilip.
Draco şaşkınlıkla baktığında Hermione aşığının doğum gününü unuttuğunu fark etti.
"Ben... Üzgünüm Hermione, bir sürü şey oldu, kafam karışık. Unutmuşum."
"Dert etme, anlıyorum."
Hermione kollarını Draco'nun boynuna dolarken gülümsemesini genişletti. Hiçbir zaman önemli günleri büyütecek türden yüzeysel bir kız olmamıştı. Doğum gününü kutlamak isteyen Ron'a Draco'ya gelebilmek için türlü bahaneler uydurmuş olabilirdi ama Draco'nun doğum gününü buğulu ses tonuyla kutlaması bile yeterliydi. Draco Hermione'yi kendisine doğru sertçe çekerken pişkin pişkin sırıttı, Pansy zamanında bu gülümsemeyi attığı anda bir şeylerin peşinde olduğunu bilirdi.
"Sana yalan söylemek çok kolay, Granger. Burada bekle."
Draco geniş basamakları hızla çıkarken Hermione arkasından bakakaldı. Draco'nun çocuksu yanını seviyordu, her nasılsa hem çocuksu hem cezbedici olmayı başarabiliyordu delikanlı. Ron ise çocuksu olduğunda sadece şapşal tanımına uyuyordu. Hermione bir kez daha sevgilisi ile aşığını karşılaşmaktan ötürü vicdan azabı duyuyordu. Draco'yu etkileyici bulmadığını söylerse yalan söylemiş olurdu, Draco zeki, komik, karizmatik ve seksiydi. Bunun yanında Ron sempatik, tatlı, içten ve romantik olarak Draco'nun tam zıttı bir portre çiziyordu. Hermione Ron'u da seviyordu ama ondan Draco'dan etkilendiği kadar etkilenmiyordu. Bunları düşünürken üst katın koridorundan sevdiği adamın genlerine sahip daha yaşlıca bir adam geçerken onun soğuk bakışlarıyla karşılaştı. Lucius Malfoy yılların kibirini üstünden atmamış, dikleştirdiği bedeniyle kasıla kasıla yürüyordu. Hermione'ye onu aşağıda gördüğünü belli eden bir bakış atarak göden kayboldu. Arkasından da etrafa şaşkınca bakan Arthur Weasley geliyordu. Hermione'yi görünce Lucius Malfoy'un aksine durup gülümsedi.
"Hermione tatlım! Burada ne işin var?"
Hermione bu soru ile gerilip kekeledi.
"N-nasıl yani? Anlamadım?"
Arthur Weasley korkuluğa dayanıp aşağı eğildi.
"Bugün doğum günün değil miydi? Ron sana sürpriz parti planlamaktan bahsediyordu. Oh, sanırım sürprizi bozdum."
"Sorun değil Bay Weasley, bana söylemişti."
"Kendi sürprizini mi bozdu? Hah, tam Ron! Neden partide değilsin o halde?"
Hermione tebessüm etti, Arthur Weasley'nin heyecanlı hallerini seviyordu, Bay Weasley hep sevimli bir adam olmuştu, bu yönden Ron'a da çok benziyordu.
"Draco Malfoy'un gözetmeniyim, onunla ilgileniyordum."
"Doğum gününde mi? Senin için kötü olmalı."
Hermione bunun bir zevk olduğunu söylemeyip yavaşça başını salladı. Arthur'un kendisi için gerçekten içten üzüldüğünü biliyordu ama adamı bozamazdı. Arthur bakanlığın acımasız olduğuyla ilgili kendi kendine konuşurken Lucius'un peşinden giderek gözden kaybolduğunda Hermione bir kez daha kendi başına kalmıştı. Kırmızı, kauçuk bir top merdivenlerden aşağı yuvarlanmaya başlayana kadar.
Her basamakta tok bir ses çıkarıp zıplıyordu. Hermione top ayaklarının dibine ulaşana kadar hareketsizce aşağı inen topa baktı, sonra topu alıp üzerinde yazanı okudu:
"Yukarı çık."
"Dejavu." diye mırıldandı anıları izleyen Hermione.
Draco ile beraber geçmişteki kendisinin arkasından merdivenleri tırmandılar. Üst kata çıktıklarında siyah ayak tabanı izleri belirdi parlak yer döşemelerinde. Ayak izleri önce kendi etrafında döndü sonra koridor boyunca yürümeye devam etti. Hermione altın varaklı duvar kağıtlarının sarmaladığı koridorlarda ayak izlerini takip etmeye başlamıştı. Ayak izleri fazla hızlandığında durup burunlarını takipçisine çeviriyor sonra takip etmeleri gereken yolda yürümeye devam ediyordu. Koridorda sola döndüler, ayak izleri hızlanmıştı, Hermione etrafa bakarken onu takip etmekte zorlanıyordu. Kendini Alice Harikalar Diyarı'nın Alice'i gibi hissediyordu, bilmediği bir dünyaya gelmişti ama bu dünya orijinal hikayeye göre biraz... Gotikti. Şamdanlardan oymalı mobilyalara kadar her şey korku filmi temasına göre hazırlanmış gibiydi. Siyah kapıya geldiklerinde ayak izleri kapının altından geçip gözden kayboldu, Hermione de yavaşça boyalı ahşap kapıya adımlayıp elini gümüş kapı koluna attı. Kapı inat etmedi, kayarak açılırken Hermione'ye odayı sundu; Draco Malfoy'un odasını.
Oda yeşil, gümüş ve siyah tonlarındaydı, yeşil, kalın çarşafın örttüğü büyük yatağın dört bir yanından siyah ahşap sütunlar yükseliyordu. Taş duvarlar soğuk bir hava katmıştı ama diğer her şey ile uyumlu görünüyordu. Kısacası odanın Malfoy malikanesinin kalanından pek bir farkı yoktu; şık, asil ama mesafeli. Ve soğuk. Odayı aydınlatan mum alevlerinin sıcak tonlarına rağmen soğuk.
Yerdeki ayak izleri ok biçimini almıştı, Hermione odaya bakmayı kestiğinde onları fark edebildi. Oklar belirip yok oluyordu, Hermione onları takip ettiğinde yatağın yanındaki etejerin üzerinde duran kırmızı kutuya doğru çekildiğini anladı. Kutunun üzerinde el yazısıyla yazılmış ismi aklında hiç şüphe bırakmamıştı. Yatağın üzerine oturup kendisi için hazırlanmış kutunun gümüş renkli kurdelesini çözdü ve içinden çıkanı elleri arasına aldıktan sonra bir süre inceledi. 'Uğultulu Tepeler.' Kalın kapaklı kitabı çıkarıp dizleri üzerine bıraktı. Parmağını yazarın ismi üzerinde gezdirdi, bir muggle kitabıydı kucağındaki. Kitabın içine yerleştirilmiş tüylü kitap aralığının olduğu sayfayı açtığında iki boş sayfa gözüne çarptı, bir de üzerinde görünmez mürekkep yazan bir parşömen parçası. Asasını çıkarıp büyüyü söylediğinde mürekkep koyulaştı ve belirgin hale geldi. Her harf meydana çıkarken Hermione geçmişteki kendisinin yüzündeki şaşkınlığı görüp sırıttı, kendi şaşkınlığının yanında onunki devede tırnak kalırdı.
"Hermione,
Bu bir mugglea göre oldukça iyi yazılmış bir kitap. Belki de kötü bir kitap ama bende yaptığı çağrışımlar onu sevmeme engel olamıyor. İnsanlar senin okumadığın kitap olmadığını düşünse de bunu okumadığına eminim –itiraf ediyorum ağzından laf çaldım okumadığını öğrenebilmek için. Seveceğine eminim. Bence elinden bırakamayacaksın, oldukça sürükleyici...."
Draco yazdığı notu tamamladı Hermione'nin saçlarının arasından.
"Doğum günün kutlu olsun, iyi okumalar."
Hermione arkasından yaklaşan çocuğa dönüp onu dudaklarından yakaladı. Draco şaşırmıştı ama Hermione'nin 'hevesini' ziyan edecek kadar da kötü kalpli değildi. Memnuniyetle mırıldanıp kollarını kızın bedenine sardı. Hermione kitabı korumak için kalın kapaklı kağıt yığınını yatağın ayak ucuna doğru itti bakmaksızın. Gözleri kapalıydı ve kıvrık kirpikleri Draco'nun yüzünü gıdıklıyordu. Draco nefes boşluğu için bir saniyeliğine geriye çekildi, Hermione'yi kendine doğru çekti. Hermione doğum gününü ve hediyeyi unutmuş sadece Draco'nun yakınlığı sebebiyle hissettiği duygulara odaklanmıştı. Draco'nun eli boynuna doğru kayarken nefesi sıklaştı. Draco'nun tişörtünü başından çekip çıkarmak için yeniden ayrılmaları gerekmişti, Draco anında Hermione'ye geri sokuldu. Hermione'nin ince gömleğinin düğmeleri açılırken Draco'nun parmak uçları, ensesine dokunduğunda içini ürperten aynı parmak uçlardı, tenini çaprazladı. Hermione kendini yumuşak yastıklara bıraktığında Draco ile göz göze gelmişti. Draco Hermione'nin yastığı üzerinde dağılmış saçlarına ve aralık gözlerdeki baygın bakışlara bakarken kızarmış dudaklarla aradaki mesafeyi kapattı, Hermione dişlerine çarpan dudaklar sebebiyle iç çekti. Draco hiçbir yönden Ron'a benzemiyordu. Ron'un öpücükleri uysal ve yumuşaktı, Hermione'ye kırılmaya müsait porselen bir bebek gibi davranırdı. Draco ise kendini yaşadığı şehvetin kollarına bırakıyor, Hermione'yi rahatça baştan çıkarabiliyordu. Hermione boynuna küçük öpücükler konduran Draco'nun iri omuzlarına sarıldı ve anı özümsedi Hermione kendi yüz ifadesine bakarken bunu başka kimsenin kendisine bahşedemediğini biliyordu; ne Ron, ne Harry ne de başka biri. Kimse.
XXIV.
"En çok nereni beğeniyorum biliyor musun?"
Draco'nun parmakları Hermione'nin yüzünde geziniyordu okşarcasına. Hermione gözlerini aralayıp Draco'nun kendini saran kolu ile bedeni arasında kıpırdandı. Draco'nun yüzünde gezen başparmağı çene kıvrımını aştı, dudaklarının üzerinde gezindikten sonra boynuna kaydı.
"Neresi? Söyle."
Hermione'nin yumuşak ses tonu Draco'nu gülümsetmişti, başını boynundan aşağı doğru kaydırırken Hermione'nin yüzünü kıvrık bir gülümseme kapladı, beklentisinin aksine Draco'nun eli çarşafın üstünde, boynunun hemen altındaki kemiğin etrafında daire çizdikten sonra durdu.
"Burayı. Adını bilmiyorum, ne diyorlar, gerdan mıydı?"
Hermione kısa bir kahkaha attıktan sonra Draco'nun önceki yıllara göre daha iyi tanıdığı bedenine sokuldu ve kollarını çıplak göğsüne doladı.
"Benim en çok nereni sevdiğimi biliyor musun peki?"
Draco Hermione'ye bakabilmek için başını biraz geriye çekip kızın gözlerinin işaret ettiği yere baktı.
"Şey, onur duydum ama biraz münasebetsiz bir yer seçtiniz genç bayan."
Draco ince dudaklarına yakışan bir gülümsemeyle Hermione'nin tepkilerini incelerken Hermione alt dudağını ısırıp parmağı ile Draco'nun karnını dürttü.
"Orası değil şapşal, ellerinden bahsediyorum."
"Oh, ellerim demek. Tamam anladım sanırım. "
Hermione tüm bu saf ayaklarını altında Draco'nun kendisiyle alay ettiğini ve bundan zevk aldığını biliyordu, Merlin aşkına eğlendiğini gizlemiyordu bile. Hermione gözlerini kısıp gülümsedikten sonra kollarını Draco'nun bedeninden çözdü ve beğendiğini iddia ettiği elleri ellerinin arasına aldı.
"Daha önce fark etme fırsatım olmadı ama çok güzel ellerin var. Uzun, ince parmaklar... Çok güzeller, çok asil."
Ellerinden bahsederken parmağını Draco'nun bahsi geçen parmakları üzerinde gezdiriyordu. Draco Hermione'nin saçlarının kokusunu içine çekti, Hermione'nin saçları Londra yağmuru ve fırından yeni çıkmış kek gibi kokuyordu. Pansy'i hatırladı, Pansy her zaman ama her zaman lavanta gibi kokardı. Yağmur bile yağsa kokusu saçlarına sinmezdi, adeta yağmur saçlarına dokunmadan akıp gidiyormuş gibiydi. Draco Pansy'den sonra uzun zaman lavanta kokusuna tahammül edememişti, hala da edemezdi. Hermione'nin saçlarının kokusunu duyumsadığında Pansy ile beraberken bile onun kokusunu sevmediğinin bilincine vardı. Mürekkep kokan parmakları, kitap tozundan nasibini almış bir ten kokusunu tercih ediyordu, işin merkezinde Hermione olduğunda ölü balık kokusuna bile acı çekerek tahammül edebilirdi, gene de bu Hermione'nin ölü balık gibi kokmasını isteyeceği anlamına gelmiyordu.
"Kötü biri değilsin. Belki tüm aklanma meselesinden sonra insanlar senin iyi yanını görebilir. Kötü biri olarak anılmayabilirsin."
"Hiç sanmıyorum." dedi Draco huzursuzca.
"Ne demek istiyorsun?"
"İleride kimse bunu bilmeyecek. 'Siyah Mezar Taşları' meselesini duydun mu?
Hermione başını iki yana sallayıp bilmediğini gösterdi. Draco Hermione'nin bir tutam saçını parmağına dolarken mırıldanmaya başlamıştı.
"Aklanmış ya da aklanmamış tüm ölüm yiyenlerin şu herkesi gömdükleri mezarlıkta yer almalarına izin verildi- mezar taşlarının siyah olması şartıyla."
"Seni neyin mutsuz ettiğini anlamıyorum, siyahı seversin."
"Olay mezar taşının rengi değil ki," Draco saçlarını geriye tarayıp sıkıntıyla iç geçirdi.
"Etiketleme meselesi. Azkaban'ı ağzına kadar doldurmayacak olabilirler ama konuyu öylece kapatacak da değiller. Hep bir suçlu tutmak istiyorlar, olanların unutulmaması için."
"Gözünde büyütüyorsun, alt tarafı mezar taşı Draco."
"Evet ama insanlar gelecekte ölüm yıldönümünde senin mezarının başında ağlarken benimkine tükürecekler. Boş, çıplak bir mezar taşı istemiyorum."
"Niye abarttın ki? Şimdiden ölümünü mü düşünmeye başladın?" Dedi Hermione Draco'nun sesinin gerildiğini fark ettiğinde.
Draco kendi kendine bir şeyler mırıldanıp Hermione'nin sol şakağının hemen üstüne bir öpücük kondurdu. Hermione ona bakıp bir şey söylemek için hazırlanmıştı lakin kapıdan gelen tıkırtı sesi ikisinin de donup kalmasına, anın tüm sıcaklığının yerini korku dolu bir soğukluğa bırakmasına sebep olmuştu. Hermione ve Draco korkuyla kapıya doğru bakarken kapı yeniden tıkırdadı ve kapı kolu hareket etti. Hermione refleksif olarak kendini yorganın altına attı ve hareketsizce yatarken biçiminin yorgan üzerinden belli olmaması için dua etti. Kız tam zamanında kendini gizlemişti zira siyah kapı aynı saniye açıldı ve içeri uzun siyah pelerini omzundan eksilmeyen Lucius Malfoy girdi. Draco yanındaki yastığı Hermione'nin üzerine koyup dirseğini dayamış, babasına garip bir biçimde gülümsemişti, Draco'nun Lucius'a hiç gülümsemediği düşünüldüğünde bu garip karşılanacak bir durumdu. Lucius bir şey diyecekken son anda durmuş ve kendisine eblek bir ifade ile sırıtan oğluna bakmıştı şüpheyle. Draco anında gülümsemesini silmişti, bu daha uygundu. Lucius neyse ki duruma takılmadı, kafasını meşgul ettiği başka bir durum vardı ki o da hemen arkasından girdi odaya; Arthur Weasley.
Arthur Malfoy'u üstsüz bir şekilde yatağında bulduğunda şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıp gözlerini açtı, adamın ifadesi başka bir zamanda Draco'nun gülümsemesine sebep olabilirdi.
"Müsait değilsen sonra da uğrayabiliriz Draco, çocuğum. Daha sonra da gelebilirim Lucius."
"Hayır." dedi Lucius, sırtı dönük olduğundan omzunun üstünden Arthur'a ardından yatağında yatan Draco'ya baktı yavaşça.
"Bunu şimdi halledeceğiz. Sana ek zaman harcamak istemiyorum,"
Arthur'a yapmacık, hatta itici denebilecek türden bir gülümseme ile döndükten sonra cümlesini tamamladı.
"Yani bu kadar küçük bir mesele için."
Hepsi, hatta Arthur bile, Lucius'un kendisine katlanmak zorunda olduğu için onu aşağılamadığını biliyordu. Arthur'u eğlendiren durum da buydu. Yanaklarını belirginleştiren sempatik bir gülümsemeyle onayladı ve Lucius Draco'nun odasındaki dolapları kurcalarken Draco ile ilgilendi.
"Hermione seninle değil miydi Draco?"
Hermione yorganın altında yutkundu, kanının çekildiğini hissedebiliyordu. orada, gölgesi çarşafın üzerine düşen adam sevgilisinin babasıydı, o vaziyette yakalanması büyük, hatta devasa bir fiyasko olurdu. Doğal olarak Ron durumu öğrenirdi ama korktuğu konu Ron ile ayrılmaları değil insanların gözünde edineceği izlenimdi. Arthur Weasley tarafından yakalanma korkusu neredeyse kalbini durduracak türden bir korkuydu ama nefesini tutup bekledi.
"Imm, evet benimleydi Bay Weasley ama gitti."
"Gitti mi?" Arthur şaşırmış görünüyordu.
"Evet. Doğum günüymüş, görüşmeyi sonraya çekebileceğimizi söyledim."
Draco dirseği üzerindeki baskıyı arttırdığında Hermione tuttuğu nefesin ciğerlerinde patladığını hissetti, neredeyse boğulacaktı. Hareketin belli olmamasına dikkat ederek Draco'nun bacağına vurdu nitekim maalesef elinin ayarını belirleyememişti, Draco yumruğun acısıyla boğulur gibi bir ses çıkardıktan sonra dişleriyle alt dudağına asıldı ve durumu belli etmemeye çalıştı. Arthur Weasley duyduğu şey karşısında o kadar memnun olmuştu ki fark etmedi bile.
"Büyük incelik Draco, büyük incelik! Düşündüğüm kadar acımasız değilmişsin."
"Biz Malfoy'lar hep ince insanlarızdır Arthur." dedi Lucius kulak misafiri olduğu konuşmaya dahil olmak istercesine. Arthur'a doğru en kasıntı adımlarını attıktan sonra kol yeninden rulo kağıdı çıkardı ve kaşlarını kaldırdı.
"Aradığın şeyi buldum. Gidebiliriz."
Arthur'un kaşları alnına doğru kalktı yeniden. Arthur Weasley'nin tepkileri hep garip ve fazla belirgin olurdu, bir tiyatro oyuncusu gibi. Kimse vücut dilini kullanamadığını söyleyemezdi. Lucius kapıdan çıkarken Draco'nun kaygılı bakışları iki adamı izledi.
"İyi geceler Draco."
Babasının göstermediği nezaketi Arthur göstermişti, Draco elini kaldırıp gergince gülümsedi.
"İyi geceler Bay Weasley."
Kapı arkalarından kapanırken Draco tuttuğu nefesi verdi, nabzı kulaklarında patlayacaktı sanki. Tam Hermione'nin üzerinden kolunu çekecekti ki kapı hızla yeniden açıldı. Draco korkuyla yastığı geri atıp dirseğini gömdü altında yatanın Hermione olduğunu unutup. Hermione artık ne olursa olsun dışarı fırlayıp birilerini pataklama niyetindeydi. Lucius tam olarak içeri girmeden başını kapıdan içeri uzattı, fısıldıyordu.
"Mesajı ilettin mi?"
Draco babasının neyden bahsettiğini çok iyi biliyordu, asık suratla başını salladı.
"Evet."
"Nasıl karşıladı?"
"Kesinlikle iyi karşılamadı."
"Güzel, onu korkuttun mu?"
"Med'i korkutmak mı? Denedim ama işe yaradığını sanmıyorum, daha çok o beni korkuttu."
"O herkesi korkutuyor zaten. Garip kadın. Önemli değil. İşimiz bitti, o saçmalığa daha fazla katlanmayacağız."
Draco cevap vermeden başını salladığında Lucius konuşmanın bittiğini anlamıştı.
"İyi geceler Draco."
"Hı hı."
Babası başını çekip kapıyı açılmamak üzere kapattı. Draco kapı dilinin eşiğe oturduğunu duyduğunda yorganı süratle çekip Hermione'nin çıkmasına izin verdi, Hermione biraz korkunun biraz da havasızlığın, ve en çok da Draco'nun dirseğinin, yüzünden nefes nefese kalmıştı.
"Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim."
Hermione kötücül bir bakış attı karşısında mahcubiyetle sırıtan genç adama. Neredeyse yakalanıyorlardı. Binlerce dirsek darbesini yakalanmaya tercih ederdi. Gülümseyip yavaşça Draco'nun omzuna vurdu, şakacı saldırganlığa cevaben Draco kaşlarını kaldırdıktan sonra kızı gıdıklamaya başladı. Hermione yüksek sesle gülmemeye çalışırken Draco'nun dirseğinin altına koyduğu yastığı çocuğun kafasına geçirip küçük çaplı bir yastık savaşı başlattı. İkisi de yeni bir baskına hazır değillerdi ama riske girmişlerdi. Sonuçta eğleniyorlardı.
---
Mahkeme salonunun görüntüsü odayı içine alıp yok ederken mavililer sırayla belirmeye başlamıştı. Hermione bu sefer tanıdığı insanların yüzlerini görürken durdukları yerin başladıkları yer olmadığını fark etti, salonun ortasında dikiliyorlardı. Büyük sandalyenin kolluklarını soluk tenli bir el kavradığında mavililer arasında eksik olan son kişi de belirerek sahneyi tamamladı. Hermione ayakta bir şeyler okumaktaydı, sesi karanlıkta yaklaşan tren ışıkları gibi güçlendi. Cümleleri kontrollü, resmi ve uzundu, kısaca her zamanki gibi. Burnunu havaya dikerek raporunu tamamlarken bakan belli etmemeye çalıştıysa da esnemişti. Salonun yarısı esnememek için kendini tutuyordu zaten.
"Kısacası Sayın Bakan,"
Bakan gevşek oturma pozisyonundan kurtuldu Hermione'nin bitirmek üzere olduğunu anladığında. Salonun kalanını da bir heyecan sarmıştı ama Hermione bunun farkında değildi. Draco ise oturduğu yerden herkesi görebildiği için bu komik duruma karşı sergilediği gülüşünü gizlemek için eliyle yüzünü gizlemişti.
"Draco Malfoy'un suçsuz olduğu kanaatindeyim. "
Bu bölümde Harry'e dönüp baktığında genç adamın katıldığını belli edercesine başını salladığını gördü. Burada 'suçsuz' tanımı altı aya yakın ev hapsi anlamına gelse de Azkaban'dan çok daha güzel bir seçenekti. Zaten Malfoy'un güneş ışığı görmeme saplantısı olduğu düşünülürse bu onun için büyük bir sorun sayılmazdı.
Bakan "Söyleyecekleriniz bu kadar mı?" derken bile sesinden bu kadar olduğunu umduğu belli oluyordu.
Hermione'nin tek söylemesi gereken şey 'evet' idi ama kız tereddüt etti.
"Bir şey daha var."
Hafif inleme sesleri salonu sararken Hermione kaşlarını çatıp inleyenleri saptamak için etrafına bakındı. Başarısız olunca saçlarını geri savurarak her zamanki gururlu imajına geri döndü.
"Malfoy'ların diğer ölümyiyenlerin aksine beyaz mezar taşı sahibi olması taraftarıyım."
Sakince söylenen birkaç kelime salonu yerle bir eden kasırga gibi patlayıvermişti duvarlarda. Kırmızı tarafın yarısı resmiyeti bırakıp ayağa kalkmış, bir ağızdan bağırmaya başlamıştı. Hermione gözlerini kaçırırken bir adamın 'Saçmalık!' diye haykırdığını işitti. Mavi bölümdekiler, tanıdıkları, herhangi bir karmaşa yaratmadıysa da kendi aralarında konuşuyorlardı. Hermione Ron'a baktı, Harry önüne bakıp başını sallayıp Ron'a bir şey söylediğinde kafası karışmış bir biçimde Hermione ile göz göze geldi. Bakan bir süre sakince gürültünün geçmesini bekliyordu ama sonunda o da dayanamayıp bağırarak kendinden geçmiş jürileri susturdu.
"Gerekçeniz nedir?"
Hermione bu soruya hazırlıklıydı.
"Malfoy'lar savaşta herhangi bir ölümyiyenden çok daha etkili oldular. Elbette ölümyiyenler olarak yaptıkları göz ardı edilmemeli ama Draco'nun Malfoy malikanesinde Harry'nin kimliğini ifşa etmemesi ve Narcissa Malfyo'un Harry'nin hayatta olduğunu Voldemort'tan gizlemesi savaşın gidişatını tamamen değiştirdi. Harry'nin ölümyiyenlerin tuttuğu bir yerde ifşa olduğu düşünün. Oradan canlı çıkmamız imkansız olurdu. Ya da Voldemort'un Harry'nin ölmediğini bildiğini. Savaşı galip bitirmemizin mümkün olabileceğine inanıyor musunuz?""
Hermione her kelimesini düzgünce vurgularken gözlerini salonda gezdirdi. Az önce şaha kalkan çoğu kişi kendini mantıklı olmaya teşvik ediyordu. Hermione doğru yerlere parmak bastığının bilincinde devam etti;
"Savaş sırasında bize yardımı dokunan herkesi şereflendiriyoruz. Şimdi, bu durumda, Malfoy'ları şereflendirelim demiyorum,"
Dönüp Draco'ya, tam karşısında gergince oturup her sözünü dinleyen genç çocuğa baktı, şaşkın görünüyordu.
"Ama en azından adlarını lekelememizin alemi yok."
Salona sessizlik çökmüştü. Aklına gelmiş gibi dosyasını karıştırdıktan sonra kalın evrakların birini kaldırıp herkesin görebileceği seviyede tuttu.
"İsterseniz bununla ilgili bir raporum da var."
Salondaki sessizlik anında yok olmuştu. Herkes onaylayan sesler çıkarırken kafa sallıyordu. Bakanı bile gülümsetmişti bu durum. Hermione Draco'ya baktı, Draco dudaklarını sessizce 'teşekkür ederim' dercesine kıpırdattı. Hermione o an gözlerin üzerinde olduğunu bildiğinden belli belirsiz gülümsedi. Bakan duymak istediği şeyleri söylerken parlak bir ışık tüm sahneyi içine çekti. Hermione kendini bembeyaz bir odada bulduğunda kamaşan gözlerini kıstı.
"Devam etmek istediğine emin misin?"
Hermione soru ile geldikleri noktayı anlamıştı. Bununla beraber vereceği cevaptan o kadar da emin değildi.
"Evet... Hayır. Bilmiyorum." dedi başını sallayıp. Sesinin güçlü çıkması için uğraşmıştı ama başarılı olduğun söylenemezdi.
"Devamını sadece bana anlattığın kadarıyla biliyorum."
"Sana anlatmak mı? Nasıl anlatabilirim ki?"
Draco gülümsedi, önceki günlerin aksine rahatladığı belliydi. Karşısındakinin hayatını rezil eden çocuk mu anılarında gördüğü mutlu genç adam mı olduğunu seçemiyordu.
"Bir süre daha ilişkimize devam ettik. Sen Ron ile benim aramda kaldığından iyi zamanlar geçiremiyordun. Üstelik savaş henüz fazla yeni bir olaydı, hemen hemen hepiniz savaşın etkilerini yaşıyordunuz. Harry'nin St. Mungo'ya kaldırılması baş gösterdiğinde benden iyice uzaklaştın. Aslında son gece, baskından önceki akşam bana Ron'u terk edemeyeceğini söylemek için gelmiştin."
"Mümkün." Hermione düşündükçe bunun tam da kendi yapabileceği şey olduğunu anladı. Şimdi bile Ron ile Draco arasında kaldığını düşünüyordu, Draco hayatta değildi üstelik.
"Sen ne yaptın?"
"Yarın benimle buluşmanı söyledim. Ama yarın olduğunda--"
"Anladım." Hermione başını sallayıp aklını meşgul eden rahatsız edici düşüncelerden kurtulmak adına derin bir nefes aldı.
"Sonra?"
"Diğer seherbazlar da oradaydı, Ron da. Sen sinir krizi geçirdiğinde Ron'a haber verdiler. Yavaş yavaş her şey ortaya çıktı ve Ron her şeyi öğrendi."
"Zavallı Ron." Kendinden çok ona üzülüyordu. Draco ile Hermione'nin arasında bir şey olma düşüncesinin en katlanılmaz geleceği kişi o olmuş olmalıydı.
"Zavallı Ron mu?" dedi Draco göz bebekleri ürkütücü bir şekilde parıldamıştı.
"Cenazeme kimsenin katılmaması Ron'un suçu. Cesedimi vebalı bir köylü gibi çukura atıp örttüler Hermione!"
"Ron gerçeği öğrenmesine rağmen benimle kaldı Draco, izin ver acısına üzüleyim."
Draco kendi kendine bir şeyler mırıldandı, Hermione hiçbir kelimeyi seçememişti.
"Ben mezarımda çürürken o seninle kaldı, ne tatlı. Devamında olanları anlatmamı istiyor musun?"
"Evet, lütfen."
"Tılsım sayesinde aynı hafta beni görmeye başladın. Aslında şimdiki başlangıcımıza çok benziyor, birkaç kişiye anlattıysan da sana bunun sevdiğin birinin ölümü sonrası yaşadığın depresyon sebebiyle olduğunu söylediler. Aynı şekilde hayal ürünü olduğumu düşünüyordun. Ama aylar boyunca beni görmeye devam ettiğin için dedikleri bir süre sonra mantıksız gelmeye başladı. Aslında o zaman olanlar şimdikilerden farklı değildi sadece daha... Mutluydun. Bir süre sonra beni gördüğün gerçeğini insanlardan saklayıp uyum sağladın. Hayatında hem ben vardım hem de Ron. Ama Ron ile olan birlikteliğin beni rahatsız etmeye başlamıştı."
Draco duraksayınca Hermione ona devam etmesini teşvik edici bir bakış attı.
"Bir şekilde Ron'un beni gördüğünü öğrenmesine sebep olmuş olabilirim."
"Nasıl?!"
Draco devam etmek istemiyor gibi görünüyordu ama Hermione pes etmeyecekti. Draco kaçamayacağını anladığında can yakan sessizliğe daha fazla tahammül edemedi.
"Bazen tılsım sayesinde senin bazı yaptıklarını ya da söylediklerini kontol edebiliyor olabilirim."
"Ne?! Bunu bana şimdi mi söylüyorsun?!" Hermione'nin yüz ifadesinden kaçmak isteyen Draco gözlerini yukarı dikti. Olanları hızla anlatarak Hermione'nin öfkesinin büyüme şiddetini azaltmaya çalıştı:
"Ron'a beni gördüğünü söylemeni sağladım, Ron aklını kaçıracak gibi oldu, sen de aklını kaçıracak gibiydin, çözüm aramaya başladı, profesörü buldu ve--"
"RON'UN O İKSİRİ VERMESİNİN SEBEBİ OLDUĞUNU MU SÖYLEMEYE ÇALIŞIYORSUN?"
Hermione gürlerken Draco dudaklarını dişledi ve ne cevap vermesi gerektiğini düşünmek adına bir saniyelerini harcadı.
"E-evet. Bir bakıma öyle."
Hermione Draco'dan bir adım uzaklaştı, kafası öncekinden çok daha karışıktı.
"Merlin ben ne yaptım? Ron sadece beni düşünüyordu. Ne olursa olsun yanımda kaldı ve ben... Onu kaybettim, ne olursa olsun yanımda kalan adamı kaybettim. Senin için! Her şeyin sebebi sendin, başıma gelen her şeyin! Normal bir hayatım olabilirdi Draco! Yaptığım en kötü hata sensin."
"Gitmemi söyle. Benden nefret ettiğini, beni sevmediğini ve benden kurtulmak istediğini söyle."
Hermione Draco'ya hayatında duyduğu en aptalca şeyi söylemiş gibi baktı. Çatık kaşları alnını kırıştırmıştı.
"Neden böyle bir şey yapayım ki?"
Draco dalgınca yere baktıktan sonra cümlelerin oluşmasını bekledi. Aklında oluşmuşlardı lakin dışarı çıkmak istemiyorlardı.
"Çünkü," dedi Draco, bütün çekingenliğini geride bırakıp huzursuzca nefes çekerken. Sessizlik giderek artan bir uğultuya dönüşüyordu. Hermione avuçlarında bir ürperme hissetti, adeta bir yerden düşüyor ama hiçbir yere tutunamıyormuşçasına.
"Cep saatini kırmadan önce söylediklerimde içtendim, Hermione. Artık ölmek istiyorum. Beni bırakmazsan bunu yapamam."
Ve Hermione gözlerini açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everybody Hurts (2011)
FanfictionVoldemort'un ölümü ve savaşın bitimi üzerinden 5 yıl geçmiştir. Savaş sırasında farkında olmadan manevi zarar görenler yavaş yavaş bunun üstesinden gelememeye başlar. Bu sırada Hermonie unutamadığı bir gençle yeniden yüz yüze gelmek zorunda kalır. (...