Oh My Heart

302 23 9
                                    


XIX.

I came home to face what we faced.
Mother and father, I stand beside you
This place needs me here to start
This place is the beat of my heart
It's sweet and it's sad and it's true.
How it doesn't look bitter on you.

Draco kimse tarafından görülmediğinin bilincinde, birinden davet beklemeden küçük kızın yanından geçti. Hermione ise kapı eşiğinde durmuş annesinin yüzüne, babasının gözlerine sahip ufaklığı izlemekteydi. Birbirlerine benzediklerini görebiliyordu kızın yüzünün her parçasında. Annesi ile babası etrafı inceleyen Draco'nun yanından geçip kapıya gelene kadar hayranlıkla kıza bakmaya devam etti.

Bayan Granger kapıya geldiğinde Hermione annesinin yüzünde onu tanıdığına dair bir ifade aradı ama kadının koyu renkli gözleri kısılmış, Hermione'yi nereden tanıdığını düşünürcesine dalgınlaşmıştı. Çatık kaşlarına bakılırsa hatırlamıyordu.

"Size nasıl yardımcı olabilirim?"

Hermione annesinin sesindeki huzursuzluğu fark ettiğinde somurttu ve kadının arkasında dikilen Draco'ya kötücül bir bakış attı. Draco bunu görmedi zira ahizeli telefonu kurcalarken muggle gereçlerinin saçmalığıyla ilgili yorumlar yapıyordu kendi kendine. Telefonu kokladığında Hermione ister istemez güldü ve bir yalan uydurmak için hala kendisine garip garip bakan annesine döndü.

"Şey beni hatırlamadın mı teyzeciğim? Benim, Maggie. Yeğenin."

Onlara yalan söylemek zorunda kaldığı için kendini kötü hissediyordu ama annesinin sorgulamayacağından emindi ne de olsa kız kardeşi, yani Hermione'nin teyzesi, Filipinlere yıllar önce taşınmıştı ve kuzeni Maggie'yi son gördüklerinde kızcağız beş yaşındaydı. Yine de annesinin yalanı yutup yutmadığını görmek için yüzüne baktı. Kadının çatık kaşları gevşemiş, yerini utangaç bir gülümsemeye bırakmıştı.

"Maggie, tatlım, elbette hatırladım. İçeri gel hadi." Kadın yeğenini hatırlamamış olmanın mahcubiyetiyle gözlerini kaçırdı ve kapının önünden çekilip Hermione'ye geçmesini işaret etti. Hermione içeri geçerken hiç değişmediğini fark ettiği evine göz attı. Kendini çok daha iyi hissediyordu ve eve adımını attığı andan itibaren bir daha hayatına geri dönmek istemediğini fark etti. Burada, evinde, kendisini yaptığı büyü sebebiyle hatırlamayan ailesi yanında ölene kadar yaşayabilirdi.

"Koca kız olmuşsun." Dedi annesi, tanıyamadığı kızına. "Seni son gördüğümde Hermione kadardın."

Hermione gözleri kocaman açılmış bir vaziyette arkasına dönerken nefesini tuttu. Draco da duyduğu şeyin şaşkınlığıyla telefonu düşürmüştü.

"Hermione mi?"

"Evet, kuzenin." Ellerini küçük kızın cılız omuzlarına koyduğunda bahsettiği kişinin kapıyı açan kız olduğunu anladı. Annesi küçük kızın yanında diz çöküp kızına baktı, kız zaten gözlerini bir an olsun Hermione'den ayırmamıştı.

"Hermione Jane, bu kuzen Maggie. Hadi yanına git ve merhaba de."

Hermione'nin gözünden kendi ikinci ismi olan Jean'in kızın ikinci ismi olan Jane ile benzerliği kaçmamıştı. Küçük kız başını sallayıp küçük adımlarla Hermione'nin önüne geldi. Koca yanakları dişsiz gülümsemesiyle belirginleşmişti.

"Merhaba kuzen Maggie."

Hermione küçüklüğüyle tanışıyordu adeta. Çocukluğundaki haliyle o kadar benziyorlardı ki.
"Merhaba Hermione." Dedi duygularını gizlemeden. Elini uzatıp küçük kızın kendisi gibi küçük elini sıktı yavaşça.

"Sana Hermione denmesinden mi Jane denmesinden mi hoşlanıyorsun?" diye sordu cevabı bildiği halde.

Kız limon sarısı elbisesinin eteklerini çekiştirip "Jane." Diye cevap verdiğinde hafifçe güldü. Küçükken kendisi de ismini yanlış telaffuz ettiklerinden ötürü ikinci isminin kullanılmasını talep ediyordu. Zamanla alışmıştı, küçük kızın da alışacağını biliyordu.

"Pekala." Dedi Hermione llerini beline koyup. "Sana Jane diyeceğim."

Annesi doğrulup gülümsedi iki kız arasındaki ilişkinin sevimliliğine.

"İçeri gel Maggie. Amcan da seni görmek isteyecektir."

Hermione itiraz etmek için ağzını açtı.

"Ben gitsem iyi olacak. Bir uğramıştım."

"Hayır ısrar ediyorum. Yemeğe kal. Burada kalacak yerin var mı bilmiyorum ama burada da kalabilirsin."

Hermione kalmak istediğini biliyordu. Bunu çok istiyordu ama bir gece bile kalırsa bir daha evine dönemeyeceğinden korkuyordu. Ayrıca Maggie yalanını ne kadar uzun süre sürdürürse o kadar pişmanlık hissedecekti.

"Teşekkürler ama bir arkadaşa sözüm var."

"Peki yemek? Fırında soslu patates ve tavuk yaptım."

Hermione yutkundu, çok uzun süredir annesinin özel tarifi olan fırında soslu patatesten yiyememişti. Lafının geçmesiyle bile kokusunu ciğerlerinde hissetmişti ve buna hayır diyemeyeceğini biliyordu bu yüzden başını sallamakla yetindi. Bayan Granger memnuniyetle gülümseyerek karşılık verdi.

"Güzel! Bayılacağına eminim. Patateslerimi son yiyişinin üzerinden yıllar geçti!"

Hermione salona doğru yürüyen kadını takip ederken "Kesinlikle." Diye cevap verdi, patateslerinden son yediği zaman üzerinden kadının tahmin ettiği kadar uzun zaman geçmemiş olmasına rağmen.

Salona geçtiklerinde babasını son gördüğü yerde otururken buldu, unutturma büyüsünü yaptığı yerde. Sırtı aynı o günkü gibi kendisine dönüktü. Hermione o gün hakkında hayatının sonuna kadar pişmanlık duyacak olmasına karşın doğru şeyi yaptığını biliyordu. Yine de bu hissettiği özlemi azaltmaya yetmemişti.

Jane koşarak babasının kucağına oturuncaya kadar adam misafirleri olduğunu fark etmedi. Kızını dizinin üzerine oturttu ve Hermione'nin olduğu tarafa döndü Onun gözlerinde de aynı tanımamışlık ifadesi vardı. Bayan Granger elini Hermione'nin omzuna koydu.
"Maggie'yi hatırladın mı? Kızkardeşimin kızı."

"Magiieee..." Babasının hatırlamadığı çok belliydi ama Hermione onu yıllar sonra yeniden görebilmenin sevinciyle öylesine sarhoş olmuştu ki bunu kişisel olarak algılamadı.

"Koca kız olmuşsun." Dedi adam aynı annesi gibi. Hermione gülümsedi, babasına koşup küçük bir kız gibi boynuna sarılma isteğini bastırdı. İkisine de sarılıp her şeyi anlatmak istiyordu. Ama yapamazdı.

Jane babasını bir şey söylemek için kravatından çektiğinde adamın ilgisi küçük kızına kaymıştı. Draco içeriden gelip Hermione'nin kulağına eğildi, sebebi duyulacağını düşünmesi değil küçük Jane'in coşkulu konuşması yüzünden Hermione'nin kendisini duyamayacağından korkmasıydı.

"Konuşmamız gerek, benimle konuşabileceğin bir yere gel ki sizinkiler delirdiğini düşünmesin."
Hermione belli belirsiz başını sallayıp kızıyla kocasını izleyen annesine döndü.

"Banyo ne tarafta ann-- teyze?"

Sorunun cevabını biliyordu ama kimseye bir şey demeden yolu bulmak garip kaçacağından sormak zorunda kalmıştı. Bayan Granger arkalarındaki kapıya dönüp parmağıyla işaret etti yolu.

"Merdivenleri çıktıktan sonra hemen sağda tatlım."

Hermione nezaketen gülümseyip teşekkür ettikten sonra odadan çıkıp merdivenleri tırmandı. Duvara asılı resimler hariç evindeki her şey bıraktığı gibiydi. Duvardaki resimlerin öznesi değişmişti yalnızca, yoksa tema aynıydı; doğumdan sonraki ilk fotoğraf, yeşil elbiseli küçük Jane, bezli küçük Jane, Jane'in ilk doğum günü, herkesin gülümsediği bir aile fotoğrafı... Dahil olamadığı bu ilişkiyi kıskanıyordu aslında, bu yüzden merdivenleri fişek gibi çıkıp tuvaletin beyaz kapısının pirinç kapı koluna asıldı ve kendini içeri attıktan sonra kapıyı kilitledi.

"Banyo mu? Gerçekten mi?"

Draco kapalı klozet kapağının üzerinde oturuyordu. Hermione sırtını kapıya yasladı, zaten küçük bir tuvalet olduğundan ilerleyecek pek alanı yoktu.

"Mutfak garip kaçar diye düşündüm."

"Her neyse. Musluğu aç."

Hermione sebebini anlayamadığından bir süre Draco'ya baktı.

"Sahi, mutfağa girip kendi kendine konuşman garip kaçabilir ama banyodaysa sorun yok." Dedi Draco alay edercesine. Hermione haklı olduğunu düşünmese yeni bir laf dalaşına girerdi ama bunun yerine denileni yerine getirdi.

"Ne konuşmak istiyorsun?"

"Seni uyarmak istedim." Draco bacak bacak üstüne attı ama duvarlar fazla yakın olduğundan dizi beyaz fayanslara çarpmıştı. Eski konumuna geri dönüp dizini ovuştururken açıklamasına devam ediyordu buruşuk bir suratla.

"Zaten yeterince kötü bir gün geçirdik. Eğitici ama berbat bir gündü."

"Draco, özet geçer misin lütfen?" Hermione yüzünün önüne düşen saç tutamına üfledi.

"Bunu intikam için yaptım, bu konuda anlaşalım." Draco'nun mavi gözleri ciddi bakıyordu. "Ama daha fazla ağlama zırlama istemiyorum."

"Hatırlatırım, malikanede ağlayan ben değildim." Dedi Hermione. Bunu gaddar bir yorum olduğunu kelimelerin telaffuzundan sonra fark edebilmişti ama Draco umursamış gibi görünmüyordu.

"Her neyse." Dedi yeniden. "Bu yüzleşmeyi güzel bitirmek istiyorum. Seni ailene getirdiğim için üzülme. Kızabilirsin, sinirlenmeni eğlendirici buluyorum ama mutsuz olma. Çok uzun süredir mutsuzsun ve--"

"Hah, yani bunu beni mutlu etmek için mi yaptın?" Hermione alaycıydı. "Çok tatlısın Malfoy."

"Hemen şımarma." Homurdandı Draco huysuz bir keçi gibi. "Mutsuz olunca çekilmez oluyorsun ve bu hiç işime gelmiyor."

"Evet tabi, eminim ondan."

Hermione'nin şakacı yanı ortaya çıkmıştı lakin bir anlığına. Sesine yine ciddiyet yerleşti ama tınıda başka bir şey daha vardı, daha optimist bir hava.

"Yine de bu çok iyi oldu. Huzurluyum. Evet, biraz kıskandım küçük bir kız kardeşim olduğu ve o büyürken yanında olamadığım için. Ama yokluğumla boşlukta hissetmelerindense böylesi çok daha iyi."

Hermione ailesi ile beraber yaptığı her şeyi küçük kızın da yaşayacağını düşününce belli belirsiz gülümsedi. Patates baskıyı, reçelleri, elmalı turta yapımını öğretme evrelerini, makarnadan resim yapmayı, her şeyi yeniden yaşayacaklardı. Annesi mutluluğu da yeniden yaşayacaktı, küçük bir kıza sahip olmanın mutluluğunu. Üstelik Jane'in büyücü olmadığı farz ediyordu, yani koca bir yılda sadece tatillerde görebildikleri bir kızları değil bütün hayatını onlarla geçiren bir kızları olacaktı. Jane de doya doya aile hayatını yaşayabilecekti. Annesi ve babasının bir Hermione'si daha olmuştu. Evet, böylesi daha iyiydi. Çok daha iyi.

Akan musluğu kapadıktan sonra "Teşekkür ederim Draco." Diye mırıldandı Hermione.

"Entrikayla da yapmış olsan sen olmasan buraya hayatta gelemezdim."

Draco'nun dingin ifadesini inceledi. Mavinin en güzel tonu olan gözlerini, alnına düşen karışık saçlarını, durgun yüz hatlarını. O dingin ifadede kelimelerin anlatabileceğinden çok daha büyük anlamlar yatıyordu.

Mavi gözlerindeki parıltı, kaynağı olan ışık gittiğinde kayboldu. Aniden alana hükmeden karanlık sessizliği öldürmüştü.

"Bu da nesi?" dedi Draco korku dolu bir ses tonuyla. Hermione sakindi.

"Hiç. Elektrikler gitti o kadar."

Draco'nun yüz ifadesini göremiyordu ama sesinden gergin olduğunu anlamıştı.

"Elektrikler mi gitti? Ne biçim iş bu?"

"Bir muggle evindeyiz Draco, bu çok sık yaşanan bir şey. Hava koşullarından dolayı. Birazdan gelir."

"Saçmalık! İğrenç, beceriksiz mugglelar!" Draco yine muggle hayat koşullarına sövmeye başladığında Hermione görmeyeceğini bildiği halde gözlerini devirdi.

"Olayı dramatikleştirme Draco, alt tarafı bir elektrik kesintisi."

Karanlığın içinde bir hareketlenme oldu. Draco ayağa kalkmıştı ve zaten iki adımlık alanda kapıya ve önünde duran Hermione'ye yaklaştı.

"Hermione, çıkalım şuradan."

Hermione Draco'nun gerginliğinin sebebini anlayamıyordu, merakı kapıyı açıp dışarı çıkmasına engel oldu.

"Neyin var senin?"

Draco elleriyle saçlarını geri taradı. Hayati önem taşımayan nefesleri sıklaşmıştı.

"Karanlık ve dar alan yüzünden. Bana mezarı hatırlatıyor."

Hermione derin bir nefes aldı, Draco'nun kesik nefesler alması sanki onun da nefes alamamasına sebep olmuştu. Draco'nun özel alanını işgal ediyor olmasından dolayı aynı onun gibi dışarı çıkmak istiyordu, bu yüzden arkasındaki kapı kolunu çevirerek açtı ama ev de aynı banyo gibi zifiri karanlıktı.

El yordamıyla Draco'nun yerini bulmak için ellerini Draco'nun olduğunu düşündüğü yere uzattığında parmakları gömleğinin kumaşına değdi.

"Sen dışarı çık." Dedi Hermione fısıldarcasına. Elektrik kesintilerine alışık olmayan Draco geçmişte yaşadığı travma sebebiyle dört dönüyordu.

"Birazdan ışıklar gelecek dedin. Bekliyorum."

Etrafına baktı bir şeyi görebilme umuduyla. Azıcık ışık bile yeterdi, yeter ki ışık olsun.

"Muggleların beceriksiz olmadığını kanıtlamak istiyorsan tam sırası."

"Niye çıkmıyorsun? Dışarıda ay ışığı var ve—"

"Hayır!" Draco kestirip attı Hermione'nin tavsiyesini.

Karanlığa güvenmiyordu ve Hermione'ye onu karanlıkta tek başına bırakmak istemediğini, güvenliği için endişelendiğini de söyleyemezdi, dalga geçeceğini biliyordu. Draco için ürkütücü olan bu şey Hermione için gayet sıradan bir şeydi çünkü.

Elektrik bir iki saniye sonra geldiğinde ikilinin gözleri kamaştı, gene de Draco minnettardı. Hermione'yi kendisine merakla bakarken buldu.

"Karanlıktan mı korkuyorsun?" diye sordu Hermione.

Draco onun sesinde acıma duygusunun izlerini fark ettiğinde otomatikman "Hayır!" diye bağırdı ama sonra yalanının ağırlığı altında ezilmekten belki de, "Evet." Dedi yavaşça. İtirafı beraberinde kendinden tiksinme duygusunu getirmişti ama Draco Malfoy'du o. Kendisinden asla iki saniyeden fazla nefret edemezdi.

"Sadece sıra dışı zamanlarda karanlık olursa. Mesela siz gerizekalı muggleların elektrik kesintileri gibi."

Hermione hakaretin sebebinin korku olduğunu biliyordu.

"Bu çok...Garip." Diye mırıldandı kendi kendine. Merdivenlere yönelirken Draco arkasından geliyordu.

"Garip mi? Senin hiç kafanı ölü bedeninin yanına atıp üzerini toprakla örttüler mi, Granger? İşte o garip."

Draco egosunu yeniden kazanmaya çalışıyordu ama söylediği şey Hermione'nin onun için biraz daha üzülmesine sebep olmuştu. Arkasına dönüp Draco ile yüzleşti.

"Mezarını kapatırlarken canlı mıydın?" Bu gözüne imkansız gibi gelmişti, Draco pek de inandırıcı olmayan kısa bir kahkaha attı.

"Tabii ki canlı değildim! Aptal olma. Ama evet, hatırlıyorum."

Soğuk toprağın yüzüne ve tenine çarptığını hatırlayınca ürperdi. Yağmur kokusunu severdi ama bu kokuyu son kez ıslak ve ağır mezar toprağından almak hoş değildi. Cenazesi olduğu günkü gökyüzünü hatırlıyordu, aynı Hermione ile gittiği ormanın üzerini kaplayan bulutlu gökyüzü gibiydi.

O gün cenazesine gelip onun için ağlayan tek şey bulutlar olmuştu zaten.

"Bana acıma." Diye tısladı Draco Hermione'ye.

Banyodaki bakışı görmek istiyordu Hermione'nin yüzünde, bu derin acıma duygusunu değil.

"Bana acımayı kes Senin merhametine ihtiyacım yok. Kimsenin merhametine ihtiyacım yok!"

Hermione gözlerini o mavi gözlerden ayırmadı. Draco öfkeli baktığını sanıyordu ama o bakışlar aldığı derin manevi yaraları örtmek için sergilenen kötü bir oyunculuktan öte bir şey değildi.

"Herkesin biraz merhamete ihtiyacı vardır, Draco." Dedi Hermione arkasını dönmeden önce Draco'nun duyduğuna emin olup.

" Ama bazıları bunu kabul edemediği için ihtiyaçları olan merhameti bulamazlar."

Aşağı inmeden evvel kendi odasının kapısının aralık olduğunu görüp içeri baktı. Odanın kendi odası ile yakından uzaktan alakası yoktu, duvarlar pembe beyaz duvar kağıdıyla kaplanmış, tüm eşyalar küçük bir kızın odasına uygun şekilde değiştirilmişti.

Hermione basamakları ağır ağır inerken kaybettiği şeyin odası mı hayatı mı olduğuna emin olamadı.

--

"Maggie kusura bakma seslenemedim, mum arıyordum."

"Önemli değil."

Draco Bay Granger'ın mumu yakışını hayretle izliyordu.

"Ne yani, mumlarınızı da mı kendiniz yakıyorsunuz?"

Hermione Draco'ya iğneleyici bir bakış attı cevap vermektense. Böylesi daha yerinde olmuştu.

"Ve yemek hazır. Masaya geçin, ben hemen geliyorum."

Jane büyük masaya doğru koşup sandalyeye tırmandı, gerçek anlamda, önündeki peçeteyi dizlerinin üstüne yerleştirip sırıttı. Hermione onun yanına yerleşirken Draco Bay Granger'ın boşalttığı geniş tekli koltuğa yerleşti. Kısa sürede herkes bir yere yerleşmişti ve soslu patateslerin kokusu iştah açıcıydı. Hermione tabağına doldurulan yemeği büyük bir açlıkla tek lokmada yutma isteğini bastırdı.

"Hermione, tuzu uzatır mısın tatlım?"

İki Hermione de aynı anda döndüğünde Hermione yaptığı yanlışı anladı ve durumu kurtarmak için aniden başka yöne döndü utançla kızarırken. Küçük Jane ise babasına olağan tatlılığıyla tuzu uzattı.

Buna alışması zor olacaktı.

"Eee Maggie anlat bakalım. Annen neler yapıyor?"

Hermione soru üzerine afallamıştı ama belli etmemeye çalıştı. Yamuk bir gülümsemeyle omuzlarını kaldırıp başını yana eğdi.

"İyi, hala Filipinlerde. Hala kendisinden on yaş genç sevgilisiyle beraber... Sanırım."

"Orada ne yapıyor anlamıyorum." Dedi babası, çatalına taktığı koca lokmaya saldırmadan önce.

"Güzel olduğunu duydum." Konuşan annesiydi. "Sıcak ve egzotik. Londra gibi değil."

Jane ellerini çırptı. "Fillipinlere gidelim!"

"Olmaz tatlım." Babası kızına durumu açıklamak için ses tonunu inceltmişti. "Baba ve anne çalışıyor."

Eşine uyarırcasına bir bakış attı küçük kızlarının bakmadığı bir ara, Jane'in önünde bunları konuşmamaları gerektiğine itafen bir bakıştı bu. Annesi anlayıp yemeğine geri döndü ama Hermione'yi rahat bırakacak gibi görünmüyordu.

"Sen neden Londra'ya geldin Maggie?"

Hermione sorularla boğulduğunu hissetti.

"Immm, okul için. Burada okumak istedim."

"Ne güzel!"

Kadın çatalı bıraktı işlemeli tabağın yanına. "Ne okuyorsun?"

Hermione bir ders bulmak için zihnini zorladı ama aklına gelen bütün dersler Hogwarts'ın dersleriydi.

"Bitki bilimleri! Egzotik bitkileri inceliyorum ve, ehem, şey—"

Hermione derin bir nefes almak zorunda kaldı cümleyi bitirebilmek için.

"Onları not tutuyorum gibi bir şey."

"Güzelmiş. Nerede?"

Hermione ne cevap vereceğini bilememişti. Draco'nun kendi halinde güldüğünü gördü, başını başka bir yere çevirip gülüyordu. Adi.

Aklına tek bir üniversite bölümü bile gelmiyordu. Zaten neresi bitki bilimi dersi verebilirdi ki? En ufak bir fikri bile yoktu! Endişeyle bir çözüm ararken çözüm kendiliğinden geldi.

"Kızı rahat bıraak!" Babasının sesinde tatlı bir huysuzluk gizliydi.

"Sorularınla boğuyorsun onu. Kızcağıza bir bak, rengi attı resmen. Sorguya çeker gibi bir halin var."

"Üzgünüm Maggie, tatlım." Dedi annesi elini tutup özür dilercesine gülümserken "Meraktan hepsi. Hızımı alamadım."

Hermione konuyu değiştirmek için çatalıyla patatesleri işaret etti.

"Yemek inanılmaz olmuş."

"Kendi tarifim.Hermione bu yemeğe bayılıyor."

Kesinlikle bayılıyor, diye düşündü Hermione, çatalındaki lokmayı çiğnemeden yutarken. Jane de annesini desteklercesine hızlı hızlı kafa salladı, bu Hermione'yi güldürdü, neredeyse lokması boğazına takılıyordu.

Bütün yemek boyunca muhabbet ettiler. Hermione başka birinin taklidini yapmanın getirdiği suçluluk duygusundan ötürü fırsat bulduğu her an konuyu onlara çekti. Görmedikleri zamandan beri neler yaptıklarını öğrenmek istiyordu. Jane ile ilgili her detayı öğrendi. Mutlu olduklarını yüzlerinden okuyabiliyordu. Ve adeta aile saadetinin mutluluğu bulaşıcıymış gibi, eve gittiğinde başını yastığa koyduğunda onlardan farklı hissetmiyordu.
Eskiden olduğu gibi, mutluydu. Bir kez daha.

XX.

"Günaydın uykucu."

Hermione mutfağa girerken gözlerini ovuşturuyordu.

"Saat kaç?"

"Akşamüstü beş."

"Beş mi?"

"Evet, erkencisin." Draco elindeki dumanı tüten fincandan bir yudum aldı.

Hermione o kadar şaşırmıştı ki Draco'nun nasıl kahve içebildiğini bile sorgulamadı. Gözü pencereye kaydı, hava her zamanki gibi beyazdı. Böyle havalarda insan saati şaşırıyordu.
Eliyle alnını ovuşturdu, aşırı uyumanın getirdiği sızı vardı.

"Uzun zamandır hiç bu kadar uzun uyumamıştım. Şey, en azından hastanelik olmadan ya da iksir almadan." Dedi gevşekçe. Uykusu olmamasına rağmen esnedi.

"Huzur en iyi uyku ilacıdır." Draco aklı başka bir yerdeymiş gibi dalgınca yeniden kahveden yudum aldı. Konuşurken Hermione'ye değil masanın üzerindeki Gelecek Postası'na bakıyordu.

"Sen kaçta uyandın?" Hermione başını kaşıyıp dolaba yöneldi, midesi kazınıyordu. Draco kendi kendine güldü, gözleri gazete yazısı üzerinde dolanıyordu.

"Uyanmak mı? Ben uyanmam. Uyanmak için uyumak gerek. Ölümü sonsuz uyku saymazsak ben uyumam da."

Hermione portakal suyunu dolaptan çıkarıp kapağı ayağıyla kapatırken "Belki de sen bir vampirsin Draco. " Dedi, sırıtıyordu. "Ne de olsa dişlerini hiç kontrol etmedim. Ten rengin de soluk."

Draco tek eliyle gazeteyi masa üzerine yaydı ve sayfayı çevirdi, kafası iki farklı yerdeydi.

"Vampir olsan hiç şansın olmazdı, iliğini kuruturdum senin."

Hermione cam bardağı portakal suyuyla doldururken Draco'nun görmeyeceğini bilmesine rağmen omuz silkti.

"Belki de yalnızlık çeken bir vampirsindir." Dolap kapağı gıcırdayarak açıldı.

"Ama tekrar düşününce, vampir olamazsın. Vampirler karanlıktan korkmaz."

"Ah mesele bu mu?" Draco gazeteyi kapatıp katlarken aniden öfkelenivermişti.

"Haydi, alay et! Yakında annemin nasıl tecavüze uğradığıyla da alay edersin!"

Hermione Draco'nun sesindeki vahşiliği fark ettiğinde kaşlarını kaldırıp onun olduğu tarafa baktı. Sırtı dönük oturduğundan ifadesini göremiyordu ama kızgın olduğuna emindi. Üst raftan tereyağlı kurabiye paketini çekti ve portakal suyunu da alıp yürüyerek Draco'nun karşısına oturdu.

"Neyin var senin, sadece dalga geçiyordum."

"Geçme o zaman." Ah evet, Draco sinirliydi. "Ben senin kafayı sıyırmanla dalga geçmiyorum."

Hermione alınmıştı, Draco'yu sinirlendirmek istemiyordu ama kelimelerin dilinin ucuna kadar geldiğini hissedebiliyordu.

"Kafayı sıyırmadım." Dedi kendini sakin tutmaya çalışarak. Portakal suyunu yudumladı.

"Diğer herkese göre sıyırdın." Dedi Draco. Hermione onun dudaklarındaki gülümsemeden nefret etmişti.

"Kafayı sıyırmadığını düşünen tek kişi deli arkadaşın Luna Lovegood."

"Seni sinirlendiren bir şey var."

Hermione ılımlı yaklaşmaya çalışıyordu ama tepesi atmaya başlıyordu.

"Ne oldu?" diye sordu tekrardan.

Draco gazeteyi katlarken masaya bıraktığı fincanı tekrar eline aldı ve boşta kalan eliyle gazeteyi gösterdi. "Bu oldu, bu şey. Bu haber."

Parmağını gazeteye vurdu. Hermione portakal suyunu yutup gazeteyi eline aldı kaldırıp en üstteki başlığı okudu:"WASP şampiyonluğa ilerliyor." Anlamamıştı.

"İkinci sayfa." Dedi Draco.

Hermione ikinci sayfayı açtı. Siyah, kalın punto yazıya takıldı direk gözü.

"Malfoy Malikanesi'nin Yıkılma Kararı."

Hermione gözlerini kırpıştırıp başlığı yeniden okudu. Daha dün oradaydılar. Draco'nun sesini duydu.

"Devamını oku."

Hermione gazeteyi eğip haberi alçak sesle okudu.

"Malfoy Malikanesi'nin yıkılma kararı... Yeterli oy alımı ile... Uzun zamandır boş olan ev... Yıkım kararının öncüsü..."

Hermione aralarından birkaç kelimeyi sesli okumuştu, gözleri gazetenin üzerinde dolanıyordu.

Gördüğü isim karşısında kanın ellerinden çekildiğini hissetti. Gözleri Draco'ya döndü, her ne kadar sakin görünüyor olsa da genç adamın gözlerinde öfkeden deliye dönmüş bir ifade vardı.

"İsmi sesli oku." Dedi buz gibi bir sesle. Hermione'nin durakladığını fark edince çenesi kasıldı.

Hırlarcasına emretti. 

Everybody Hurts (2011)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin