Sometimes I feel so happy,
Sometimes I feel so sad.
Sometimes I feel just about everything,
Lately I'm just feeling bad.
Linger on your pale blue eyes.
III.
Draco Malfoy tüm beyaz mobilyalar arasında siyah takımıyla odaya oldukça tezat kaçıyordu. Hermione titrek bir nefes aldı, öfkeyle genişlemiş gözbebekleri karşısında duran siyah ceketli sarışın çocuk üzerinde gezindi. Dudaklarının kenarındaki o gülümseme her zamanki gibi karşısındakini küçük gören ifadeyle kıvrılmıştı ve berrak mavi gözleri yabancısı olduğu bir duyguyla parlıyordu. Hermione yüzünün kızarmaya başladığını hissettiğinde Draco'nun yüzündeki gülümseme bozuldu.
"Draco Malfoy, odamda ne aradığını sorabilir miyim?"
Draco'nun yüzündeki gülümseme soldu, dudakları ince bir çizgi halini almıştı.
"Hatırlamıyor musun?"
Hermione sorarcasına başını salladığında Draco yatağına çöktü.
"Hatırlamıyorsun."
Draco'nun sesindeki bıkkınlık Hermione'nin daha da meraklanmasına sebep olmuştu. Kendi sesindeki iğneleyici, üsteleyen tınıyı eksik etmeden "Neyi, Malfoy?" diye sordu ama Draco'nun şakaklarını ovup cevap vermediğini görünce kendini yinelemedi.
O an asıl merak ettiği şey orada ne yapıyor oluşuydu. Ve eve nasıl girdiği. Elini cebine atıp asasını çıkardı ve avucunda döndürüp Draco'ya çevirdi. Draco'nun alaycı gülümsemesi geri gelmişti. Hermione ağırlığını diğer bacağına verdi, tedirginliğini gizleyemiyordu.
"Malfoy, bana hemen evimde ne aradığını söylemezsen seni--"
"Ne yapacaksın Granger, öldürecek misin?"
Malfoy elleri ceplerinde sırıtıyordu. Hermione başını biraz kaldırıp onda korkutucu bir hava uyandırmaya çalıştı.
"Evet, belki, neden olmasın? Evime izinsiz girdin. Buna hakkım var, biliyorsun."
Malfoy yüksek sesle gülerken Hermione'nin asasını eliyle itti ve kenara çekildi. Hermione asasını hala ona doğru tutuyordu ama kendi durumu kendi kendine de gülünç gelmeye başlamıştı. Bir süre sonra asasını indirdi ama cebine geri koymadı. Bakışları asasından çok daha tehditkârdı ve onları kullandığı zaman gülünç düştüğünü hissetmiyordu.
"Okul zamanı da böyleydin Granger. Burnunu biraz havaya diker, lüzumsuz arkadaşlarını korumak için gereksiz cesaret gösterileri yapardın."
Draco pirinç yatak başına yaslanmış Hermione'ı süzüyordu, sanki yaptığı yorumu yüzünde gördüğü bir şeye söylemiş gibi. Hermione de aynı şekilde karşılık verdi ama konuşmadı. Konuşmanın onu konudan saptıracağını biliyordu, sadece dudaklarını birbirine bastırdı ve burnundan derin bir nefes alıp verdi. Sonunda Draco ellerini iki yana kaldırıp başını salladı.
"Tamam tamam itiraf ediyorum, siz kanı bozukların nasıl yaşayabildiğini merak ettim. Bak mesela, bu ne gereksiz bir muggle aleti,"
Komodin üzerinden eline aldığı eski tip radyolu çalar saati inceliyordu.
" Sadık bir ev cini varken kim bu şeyle uyanır ki? Ah, ama sizin ev cininiz de yoktur şimdi. Ne aptallık."
Hermione onaylamazca başını sallarken Draco kendini tebrik edercesine güldü ve perdeleri dalgalandıran pencereyi kapamak için ağırlığını verdi zira içeri giren rüzgar odayı hayli soğutmaya başlamıştı. Camı indiremeyince geri çekilip çatık kaşlarının altından kendisiyle inatlaşan pencereye göz attı. Hermione'ın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu, Draco kendisine baktığı anda gülümsemesini eliyle gizledi. Draco derin bir nefes aldıktan sonra kibirle kasıldı ve şansını yeniden denedi. Dışarıdan esen rüzgar biçimli altın rengi saçlarını dağıttı ve gözyaşı kanallarını kuruttu. Yeniden başarısızlıkla geri çekilen Draco sertçe burnunu çektikten sonra hışımla asasına davranınca Hermione yatağı aşıp yanına geldi.
"Safkan olabilirsin Malfoy ama kesinlikle pratik zekadan yoksunsun." Dedi, şakırcasına.
Pencerenin altındaki pencerenin kapanmasına engel olan dili kenara itti ve camı yavaşça kapadı. Kapanırken çıkan 'tok' sesi yüzünde patlamış gibi şaşkınca gözlerini kırpıştıran Draco kısa sürede kendini topladı ve yüzünü kendisine sırıtan Hermione'ye yaklaştırıp küçümsercesine tısladı.
"Bunu yapacak ev cinlerimiz de var."
Gülümsemesi yüzüne yayılmış olmasa oldukça tehditkâr sayılabilirdi. O yanından yürüyüp giderken Hermione sırıtmaya devam ediyordu, Malfoy'u küçük düşürmeyi her zaman eğlenceli bulurdu zaten. Odadan gölge gibi çıkan sarışın adamı izlerken onu son gördüğü zamanı yeniden yaşıyormuş gibi hissetti. Yine oradaydı, bir sürü insan Ron'un evlenme teklifini kabul eden Hermione'yi alkışlıyordu. İnsanların arasından arkasını dönüp giden genç adam. Gözlerinde gördüğü o son duygu –hüzün müydü? Giderken ona gitmemesini söyleyememişti. Sadece korkakça Ron'un kolları arasına gömülmüş ve arkasından bakmıştı. Karanlık onu yutana kadar, bedeni ışıksızlığın içinde kaybolana kadar, sadece bakmıştı.
İçine tarifsiz bir sıkıntı çökerken yüzünde kalan gülümseme emaresi gözlerindeki mutsuzluğa hiç uymuyordu. Artık sadece hafifçe sallanmakta olan perdelerin yanında hareketsizce kapıya bakarken dudakları titreyerek aralandı.
"Draco?"
Sesi fısıltıdan bile güçsüzdü, bu da sadece dudaklarının hareket ettiğini ama onun adını söyleyen sesin içinde kaldığını düşünmesine sebep oldu. Daha hareket ettiğini bile fark edememişti ki kapının eşiğindeydi, terli parmak uçları sertçe kapı eşiğinin beyaz ahşabına tutunmuştu, buna rağmen yer ayaklarının altından kayıyormuş gibi hissediyordu. İçindeki heyecan kapıdan girmekte olan Ron'u görünce kayboldu, yerini şaşkınlığa bıraktı. Ron da benzer bir şaşkınlıkla ona baktıktan sonra en sıcak gülümsemesiyle cevap verdi, bir eli merdiven korkuluklarındaydı, tam karşısında yatak odalarının girişinde duran Hermione'yi izliyordu. Hermione sırtını dikleştirip duruşunu düzeltti, omzunu eşiğe yaslayıp kollarını göğsünde kavuşturdu.
"İyisin ya?"
Hermione dudaklarını kemirip başını salladı, ona Draco'dan bahsedip bahsetmemek konusunda kararsızdı, Ron'un Malfoy'u evine izinsiz girme düşüncesiyle sinirleneceğini biliyordu ve o an öyle tatlı gülümsüyordu ki kocası, söyleyemedi. Omzunun arkasındaki odaya bakıp mırıldandı.
"Ben, şey... Odaya çiçek almayı düşünüyordum. Harry'nin odasında birkaç tane gördüm ve,"
Devasa bir gülümsemeyle kendisine bakan Ron'a dönüp saçını kulağının arkasına atttı.
"Güzel olabilir. Biraz renk katar diyorum. Sen ne dersin?"
Ron büyülenmişçesine Hermione'ye bakmakla meşguldü. Mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu. Konuşması durumunda anın büyüsü bozulacakmış gibi hissettiğinden olsa gerek, Ron hayatının birkaç saniyesini Hermione'nin yüzünü incelemeye harcadı, ardından merdiven korkuluğundaki elini kot pantolonunun cebine sokup
"Bence mükemmel bir fikir." Dedi.
Sesinde bile bariz bir mutluluk vardı.
"Yarın çiçekleri alırım."
Merdiven basamağını çıkmaya davrandığında Hermione huzursuzca kıpırdandı. Ron'un gülümsemesi anında kayboldu. Hermione onu üzdüğünü fark ettiğinde özür dilemeye davrandı ama çok geçti. Ron'un yüzünü huysuz, aksi bir ifade kaplamıştı, bakışlarını kaçırdı.
"Annemle konuştum bugün."
"Öyle mi? Bayan Weasley nasıl?"
"İyi."
Ron'un sert tonlaması Hermione'nin kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Ron göz ucuyla onun yüzüne baktığında iç geçirdi ve basamakları çıkmaya başladı.
"George'u ziyaret etmemizi istedi. Bu haftasonu gidebileceğimizi söyledim."
Ron yanından geçerken Hermione gözleriyle onu takip etti.
"Neden yarın gitmiyoruz?"
Ron Hermione'ye bakmadan açık renk koridorda ilerlerken cevapladı sorusunu.
"Yarın olmaz. Haftasonu."
Kendi odasına girerken Hermione koridorda asılı resimlere bakmaya devam etti. Ron hala konuşuyordu.
"Yarını odanı düzenlemek için harcarsın. Uzun zamandır boyaların yatağın altında, onlarla ilgilen, ne bileyim."
Hermione koridordaki resimlerden birinin önüne gitti. Çıplak ayaklarını özellikle halı kaplama zemine sürtüyordu. Bu duyguyu severdi. Çerçevenin camında kendi yansımasını gördüğünde gülümsediğini fark etti. Ron ve diğerleri etrafındayken yüzüne oturan aynı buruk gülümseme. Ne kadar güzel bir şey olursa olsun gülümsemesinin hep belli bir sınırı varmış gibi hissettiriyordu bu ifadesi. Harry'e düğün günü uzaktan baktığı zamankinin aynısıydı. Draco'nun şapşallığına gülümserkenki halinle yakından uzaktan bir ilgisi yoktu.
Parmağını pürüzlü ahşap çerçeveye sürttü.
"Beni hep kapalı tutamazsınız Bay Weasley."
Ama tutuyordu işte. Hermione okul yıllarında zamanının en zeki cadısı olarak biliniyordu. Herkes onun okul sonunda büyük, önemli bir kişi olmasını beklerken o Ron ile evlenmiş ve yine onun yüzünden eve kapatılmıştı. Elbette Ron bu evin Hermione'ye mezar görevi gördüğünün farkında değildi. Tatlı dille Hermione'yi her seferinde ikna etmeyi bir şekilde başarıyordu nitekim Hermione istediği takdirde dengeleri değiştirebilirdi. Sadece bunu yeterince istemiyordu. Doğrusu hiçbir şey istemiyordu ve bunu en iyi evinde yapabilirdi.
Ron'un bir şeyler mırıldandığını duydu ama o sırada resimle ilgilenmekteydi. Gülümsemeye çalışan uzun boylu çocuk Ron'du. Onun hemen yanında bir kolunu Ron'un beline, öbürünü de Harry'nin boynuna dolamış pembe v yaka kazaklı kendisi vardı, objektiften çok ikiliye bakıyordu. Neville üçünün sağında, güç bela ayakta durabiliyordu, bir koluyla Luna'ya sarılıyordu. Ginny de Harry'nin elini tutuyordu gülümseyerek. Ve diğerleri, mutlu görünmeye çalışan diğerleri. Hermione fotoğrafın çekildiği zamanı gayet net hatırlıyordu. Savaş bitmiş, kahramanlar olarak tabir edilen kendileri halka takdim ediliyordu. Yüzlerine patlayan flaşlar ve kafa karıştıran sorulardan hemen önce Ron, Hermione ve Harry Mürver Asa'yı tartışıyordu.
"Ama Harry, ya biri asayı bulup birleştirmeye çalışırsa?" demişti Ron.
Hermonie gülümsemişti.
"Bunu nasıl yapacaklarını düşünüyorsun Ron, öğrenebilir miyim?"
"Düzeltme büyüsü işe yarayabilir belki?"
"Reparo mu? Şaka ediyor olmalısın! Hiç ders almayacaksın!"
Harry kahkahalarla gülerken Ron'u dirseğiyle dürtmüş ve "Senin kırılan asanla ilgili yaşadıklarımızı hatırlasana." Demişti, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. Ron aklında canlanan imgelerle surat asıp omuzlarını düşürmüştü.
"Teşekkür ederim Harry ama kalsın. Benimkisi sadece bir fikirdi."
Ron'un o haliyle küçük huysuz bir çocuğa benzediğin düşünen Hermione kıkırdayıp Ron'un dudaklarına bir öpücük kondurduktan sonra sıkıca elini sıkmış ve her zamanki bilgiç ses tonuyla Harry ve Ron'a bakmıştı. "Şimdiki de çetin bir mücadele olacak, hazır mısınız?"
Harry dönüp ve Luna'yla konuşan Ginny'e gülümsedikten sonra Hermione'ye Voldemort'un karşısına çıktığı zaman yüzünde gördüğü bakışlardan birini atmıştı.
"Hazırım."
Hermione o zaman mutlu olduğunu hatırlıyordu ama bu anı o zamandan kalan birkaç küçük anıdan başka bir şey değildi. Koridordaki diğer resimlere baktı. Weasley'lerin seyahat fotoğrafları, Harry ve Ron'la düğün günü çektirdiği birkaç fotoğraf, Ron ile gittiği Mısır gezisinden kalma başka bir fotoğraf daha vardı. Daha fazla olması gerektiğini hissediyordu, geçmişinde eksik parçalar varmış gibi hissetmesine sebep oluyordu bu.
"Ron?"
"Efendim?"
"Neden daha çok fotoğrafımız yok?"
Ron başını odanın kapısından çıkarıp Hermione'ye baktı. Kravatını çözmeye çalışıyordu.
"Çünkü ne zaman fotoğraf çektirsek çirkin göründüğünü söyleyip duruyorsun."
Gülümseyip kravatına döndü, parmakları kumaşın üzerinden kayıyordu, buna rağmen beceriksizce düğümü çözmeye çalışıyordu. Hermione kahkaha attığında Ron yerinde sıçradı, büyümüş gözbebekleri Hermione'ye kilitlenmişti. Hermione yıllardır ilk kez kahkaha atıyordu. Farkında olmadan Ron'un yanına yürüyüp tek hareketle kravatı çözerken
"Safkan olabilirsin Ron ama kesinlikle pratik zekadan yoksunsun." Diye mırıldandı.
Kendini tekrar ettiğinde buz kestiyse de Ron Hermione'nin neşelendiği düşüncesiyle o kadar mutlu olmuştu ki bu cümlenin daha önceden bir başkasına söylemiş olabileceği fikrini aklının ucundan bile geçirmemişti. Gülümserken Hermione'yi alnından öptü.
"Tekrar ediyorum Hermione, sen olmasan çoktan ölmüştüm."
Islık çalarak içeri girdiğinde Hermione kendine geldi. Ron'un arkasından bakarken uzaktan duyduğu yabancı sesin bir kapının açılıp kapanma sesi olduğuna yemin edebilirdi.
IV.
"Ron! Hermione!"
Molly Weasley ikisine de sıkıca sarılırken Hermione hafifçe gülümsedi. Molly Weasley asla değişmeyecekti, başına ne gelirse gelsin. Geri çekilip Hermione'nin yüzünü elleri arasına aldı.
"Dur da sana bakayım."
Hermione Ron'un miras aldığı gözler tarafından incelenirken utangaç bir edayla gözlerini kaçırdı. Kadının elleri sıcaktı ve dışarıdaki rüzgar yüzünden buz kesmiş yüzünü tatlı tatlı ısıtıyordu. Molly Weasley geri çekildiğinde kaşları çatıktı. Ron'a dönüp ellerini beline koydu.
"Ronald Weasley, karınla hiç ilgilenmiyor musun sen? İncecik kalmış! Ah ama tabii, kızcağızı eve kapatıyorsun ve iyi olmasını bekliyorsun! Küften içi kuruyacak!"
"Anne!"
Arkalarından duyulan bir kahkaha ilgi odağının merkezini değiştirmişti. Hermione omuzunun arkasına baktığında kapıdan giren turuncu saçlı kızı gördü. Beresini ve kaşkolunu çıkarırken gülüyordu. Hermione'nin yanına geldi ve beresine takılmış kuru yaprağı silkeledi.
"Ne zaman gelsem böyleler. Ronald Weasley, o tabağı bitireceksin! Ronald Weasley, bir daha çatımda sigara içtiğini görürsem çatımın altından atarım seni! Ronald Weasley, sakın içinden küfretme bana,duyuyor musun beni?"
Ginny ustalıkla annesinin taklidini yaparken Ron kıkırdıyordu. Hermione yarım bir gülümsemeyle onu izlerken Molly Weasley surat astı.
"Tamam tamam anladık, kaybolun, gözüm görmesin sizi."
Molly uzaklaşırken Hermione belli belirsiz gülümsediğini gördü. Ron arkasından hala kıkırdamaya devam ediyordu. Son anda uçarak görüşüne giren porselen çay fincanından eğilerek kaçtı.
"Bu da nesi?"
"Temizlik." Dedi Ginny, yol vermesi için bekleyen süpürgenin önünden çekilirken.
"Annem geleceğinizi duyduğundan beri temizlik yapıyor."
Ron kaşlarını çattı. "Ama bu üç gün önceydi."
"Kesinlikle."
Hermione yerde sürünen halının kuyruğuna bastığında halıdan iyi bir fırça yedi. Ron Ginny'nin yanına gelip üst katı işaret etti başıyla.
"O nasıl?"
Ginny'nin bakışları değişti.Sesindeki ton evrenseldi: umutsuzluk.
"Son beş seneki George işte."
Hermione Harry'den bahsedecek gibi olduysa da kelimelerini yuttu. Ne zaman konu Harry'e dönse Ginny şaşırtıcı derecede agresif ve kırılgan oluyordu. Her zaman pozitiflikleriyle bilinen Weasley ailesi son yıllarda epey mutsuzdu, buna rağmen kötü koşulların anlık neşeleri kaçırmasına izin vermezlerdi.
"Biz George'un yanına çıkalım." Dedi Ron, gözüyle Hermione'ye işaret edip. Basamakları çıkarken Ginny arkalarından baktı, ardından aklına bir şey gelmiş gibi uzanıp seslendi.
"Yemeğe gecikmeyin!"
--
Kapı gıcırdayarak açıldı. Koridordan süzülen mum ışığı bile yeterince aydınlatmaya yetmemişti odayı. Hermione aylar önce geldiği odayı ilk kez gözüyormuş gibi yeniden inceledi. Duvarlar yer yer yırtık olan bordo bir duvar kağıdıyla kaplıydı, onun da üzerinde karanlıkta güç bela seçilen kimi posterler vardı. Hermione içlerinden birine yaklaşıp parmağını postere sürttü. "Derslerden çok mu sıkıldınız? Sizi sinir eden biri mi var? Fred'le George'un Şaka Dükkanı'na gelin. Çözüm bizde." Ve üzerinde Fred ile Geroge'un şaklaban hareketler yaptığı bir poster.
Hermione gözleriyle zar zor görebildiği odada George'u aradı. Ron ise küçük üçgen pencereyi kapatan kalın perdelere yaklaşıp hızla kenara çekti. Altından yapılma gibi görünen toz taneleri havada uçuşurken George'un sesini duydular.
"Kapa! Kapa perdeleri! Perdeleri kapa!"
Ron korkudan doğan bir refleks ile perdeleri kapamaya hazırlanırken "Hayır." Dedi Hermione, elini Ron'a doğru kaldırıp. Sesi yumuşaktı.
Ron içerisini hafifçe aydınlatacak şekilde örttü perdeleri, böylece ışık gözlerini almıyordu ama odadaki her şeyin formunu netçe görebiliyorlardı. George bacaklarını kendine doğru çekmiş, sırtını odanın en karanlık köşesindeki duvara yaslamıştı. Ellerinde, kucağında ve döşemelerin üzerinde zarflar ve kağıtlar vardı. Her şey ve her yer tozluydu. Ron parmağını yakınındaki masaya sürtüp yüzünü buruşturdu.
"Annem temizlik yaparken burayı atlamış sanırım."
"Ben istedim. Bu odaya girmemeliler. Mektuplarımı kaybedecekler."
George konuşurken onlara bakmıyordu, Hermione'nin dikkatini ilk çeken şey bu olmuştu. Yere, döşemelere, tavana ve boşluğa bakıyordu. Hermione George'a doğru bir adım attı ama Ron iki adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp Hermione'nin kolunu yakaladı.
"Hermione, dur."
Hermione onun yüzüne hakarete uğramış gibi kaşlarını çatarak baktığında Ron kolunu bıraktı.
"O senin abin Ron! Ve yardıma ihtiyacı var."
Son cümlesinde merhamet ağır basıyordu. Ürkek bir ceylana yaklaşırmışçasına yeniden bir adım attığında George olduğu yere daha da sindi. Hermione yanına gelip diz çöktü ve George ile göz göze gelmeye çalıştı.
"Mektuplar kimin için George?"
Sorunun cevabını biliyordu ama George'u konuşturması gerektiğini düşünmüştü. George bir süre yere baktıktan sonra gözlerini Hermione'ye kaldırdı. Göz altları mürdüm rengindeydi. Bir sır verecekmiş gibi başını ona yaklaştırıp fısıldadı.
"Fred'e."
Hermione zarflardan birini alıp baktı, her birinde Fred'in adının altında "Cennet" yazıyordu.
"Ron. Durum çok kötü."
George gülümsüyordu, sanki Hermione ona kaşlarını çatarak korkuyla bakmıyormuş gibi.
"Bunun bana yardımcı olacağını söylediler. Doktorlar, evet evet. Birini okumamı ister misin? Dur bekle, sana Fred'in en çok sevdiğini okuyacağım."
Ellerini hızla kucağındaki mektup yığınına daldırdı, buruşmuş bir tanesini çıkarıp parçalarcasına açtıktan sonra mırıldanarak hızlı hızlı okumaya başladı.
"Sevgili Fred. Ne var ne yok? Ben de iyiyim. Sen yokken olanlara inanamayacaksın. Dükkanı kapattım! Evet, şaka gibi değil mi? Tüm amaç bu değil miydi? Neyse, bana çok kızmadılar. Annem beni çok seviyor ve Ginny zaten beş para etmez bir yerdi dedi. Gerçi üzülen de çoktu..."
George mektubu okurken Hermione dönüp Ron'a baktı. Ron başını sallayıp omuz silkti.
"Gerçekten yardımcı oldu. İnanmayacaksın ama geçen haftaya kıyasla daha iyi durumda."George devam ediyordu.
"...Sen yokken burası çok sıkıcı Freddy. Hiçbir şeyin eğlencesi yok. Uzun bir süre iyiymişim gibi davrandım ama sonra fark ettiler ve rol yapmaya devam edemedim. Seni çok özlüyorum. Sensiz hiçbir anım yok ve olmayacak gibi. Hah, geçen gün mutlu olmak için bir iksir denemeye kalktım ama iksirleri de seninle yaptığımızı hatırladıkça işe yaramadı. Umarım cennet güzel bir yerdir ve Merlin şakacıdır. Kulağıma iyi bak. Sevgiler, George, öteki yarın."
George kafasını kaldırdığında yüzünde alkışlanmayı bekliyor gibi bir ifade vardı. Ron başını iki yana sallayıp ciğerlerindeki son nefesi de verdi.
"Devam edemeyeceğim Herm, ben gidiyorum."
Ve gitti. Hermione orada ne diyeceğini bilmez bir şekilde George'a bakakalmıştı. Ona aylar önce dediklerini tekrar etmeyi düşündü ama bir işe yaramayacaktı. Molly gerçekleri onun yüzüne çarpmanın şu zamana kadar onu daha iyi yapmadığını hatırlatmak zorunda kalmıştı son geldiğinde. Aslında duvar kağıdındaki yırtıkların bir kısmının sebebi Hermione ve lafları sayılabilirdi. Bu yüzden Hermione başka bir şey denemeye karar verdi.
"Biliyor musun, odama yeni çiçekler almaya karar verdim."
"Çilekler mi?"
"Hayır çiçekler. Mor, kırmızı, turuncu.. Ne olursa."
"Ron ile aynı odada kalmadığınızı duydum, üzüldüm." Eline geçirdiği bir düğmeyi incelemeye başlamıştı.
"Düşünceli yaklaşımın için teşekkür ederim." Hermione karşısına oturdu. Pantolonu tozlandı.
"Senin için değil," dedi George kıkırdayarak. "Ron için. Karısıyla aynı odada bile kalamıyor."
Hermione ohlarken George düğmeyi çevirdi topaç gibi.
"Sahi, neden onun soyadını taşımıyorsun? Weasley güzel değil mi?"
Hermione uzun yıllar boyunca kendine sorduğu bu soruyu sesli olarak işittiğinde duraksadı ve düşündü.
"Bilmiyorum..."
Ve sessizlik. Kendi düşüncelerine dalan iki kişi kısa bir an sadece kendi iç seslerini dinlediler. Gerçi George Fred'i dinliyordu.
Hermione aklına gelen manşet haberiyle doğrulup hafifçe gülümsedi.
"Geçen gün beni kim ziyarete geldi tahmin et."
"Kim?" Fred sırıtarak duran düğmeyi yeniden çevirdi. Hermione de düğmeyi izlemeye başlamıştı.
"Draco Malfoy."
George düğmeyi bırakıp Hermione'nin yüzüne odaklandı. Elini düğmenin üzerine koyup durdurdu, onun dönüşünü kaçırmayı istemiyormuş gibiydi. Hermione ona bakmadan önce konuştu.
"Şaşırtıcı, değil mi? Onu en son Ron bana evlenme teklif ettiğinde görmüştüm. Hiç değ--"
"Hermione."
George'un ani çıkışı Hermione'yi ürkütmüştü. Onun yüzüne baktığında gördüğü ifade karşısında buz kesti. Donuk, ruhsuz, şaşkın. Ve George'da yıllardır görmedi bir ifade vardı; korkmuş. Karşısındaki George'a hiç benzemiyordu. Hayır hayır, o an karşısındaki kişi kesinlikle George değildi.
Ardından söylediği şey George'un yüzüne baktığı anı çok daha basit kılmıştı.
"Hermione, yanılıyor olmalısın. Draco Malfoy dört yıl önce öldü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everybody Hurts (2011)
Fiksi PenggemarVoldemort'un ölümü ve savaşın bitimi üzerinden 5 yıl geçmiştir. Savaş sırasında farkında olmadan manevi zarar görenler yavaş yavaş bunun üstesinden gelememeye başlar. Bu sırada Hermonie unutamadığı bir gençle yeniden yüz yüze gelmek zorunda kalır. (...