XXV.
Love is all around me and so the feeling grows
It's written on the wind, it's everywhere I go
So if you really love me, come on and let it showMalfoy'un kendi kendine gülümseyen bedeni titrek bir duman gibi dağılıp kaybolurken Hermione bir adım gerileyerek kendisine tüm bunları gösteren Draco'nun yanına çekildi. Sonsuz gibi görünen zifiri karanlıktaki cılız bir aydınlatma ile aydınlanan bedenleri yere biçimsiz gölgeler bırakıyordu. Draco yavaşça başını çevirip Hermione'ye baktı, yüzünde herhangi seçici bir ifade yoktu. Hermione kendi iç dünyasının yoğunluğunun etkisiyle dalgınca iç geçirdi.
"Yani arkadaştık." dedi durumu özetleyici bir cümle kurmak adına.
Draco'nun ifadesiz yüzü yerini benzer bir dalgınlığa bırakmıştı.
"Sayılır. Hala malikaneye zorla geliyordun ve ben hala kendimi senin gelmediğin zamanlar daha mutlu olduğum düşüncesiyle kandırıyordum."
Hermione önlerindeki bilinmez sonsuzluğa uzanan karanlığa baktı önceki manzarayı hatırlamak adına. Draco'ya sarılmıştı ama o an düşündüğü bu değildi. Draco'nun itirafı kulaklarında çınlarken gözlerini kapattı. Geçmişteki haliyle benzer duygular beslemekteydi; empati. Draco'dan nefret ettiği için suçluluk hissediyordu, bu derin suçluluğun altında da sabit bir acıma duygusu saklıydı. Draco bundan ne kadar nefret ederse etsin bu duyguyu içinden söküp atamıyordu. Genç adamın fark etmemesi için gözlerini araladı ve konuyu değiştirdi, her ne kadar konu zihni ile sınırlandırılmış olursa olsun.
"Sonra ne oldu?"
"Bu böyle devam etti. Sen geldin, sorular sordun, ben cevapladım. Daha sonra soruları ben sormaya başladım."
Karanlık cılız bir ışıkla yarıldı, Malfoy malikanesinin salonu içinde buldular kendilerini. Burası Hermione'nin Malfoy ile konuşmaya geldiği ilk yer olduğundan Hermione o odadan hiç çıkmamışlar gibi hissetmişti. Objeler yerlerine oturduktan sonra geniş koltuk üzerinde uzanmış, değişen tavan resimlerini izleyen iki beden yerlerini aldı. Hermione gözlerine inanamıyordu resmiyetten uzak ikiliyi izledikçe.
"Altı ay sonrası." dedi Malfoy, geçmişte yaşamış halleri kendisini duyabilecekmişçesine fısıldayarak.
Hermione şaşkınlıkla nefesini tuttu. Sadece altı ay sonrasıydı ve ikili çok eskiden beri arkadaşmışçasına gülüp muhabbet ediyordu. Draco o an gözüne çok farklı görünmüştü, Ron ve Harry'den en ufak bir farkı yoktu. Yüzüne bakıp bulanık olduğunu söyleyen küçük çocuğun karşısında gülümseyerek tavanı izleyen kişi olduğunu söylemek bir filin bir kelebek olduğunu söylemeye benziyordu.
"Bunları uyduruyor olmalısın."
Hermione gözlerini karşısındaki manzaradan ayırmamıştı.
"Görmek istediğim şeyi görmemi sağlıyorsun. Bu sen olamazsın. İmkansız."
Draco görünüş olarak bile farklı görünüyordu. Beyaz gömleği ve koyu renk pantolonu içindeki genç adam özenle yatırıp taradığı saçlarından umudu kesmişçesine dağınık kalmalarına izin vermişti. Yüzündeki ifade fazla hayat doluydu, onun her zaman tepeden bakan kendini beğenmiş ifadesine alışmış olan Hermione genişlemiş ve çehresine yayılmış yamuk gülümsemeye baktıkça bunun Draco'nun hayal ürünü olduğuna daha da emin oluyordu.
"İnanmamak senin tercihin ama olan bu." dedi Draco.
Kendini incelerken gözlerini kıstı ve gülümsedi.
"Gerçekten mutlu görünüyorum değil mi?"
"Evet."
Hermione'nin sesi nefesini verirken belli belirsiz çıkmıştı.
"Öyle de hissediyordum."
Hermione Draco'ya dönüp baktı.
"Altı ayımın haftada bir gününü sana ayırdım ve değişimim beni bile şaşırtıyor."
"Bu nasıl oldu?"
Draco duraklayıp düşündü.
"Sana Harry, Ron ve seninle ilgili düşündüklerimi anlattıktan sonraki hafta bu konuyla ilgili tek bir şeyi bile yüzüme vurmadın. Ertesi hafta yeni şeyler anlattım. Sonraki hafta yeni şeyler. Hiçbirini bir koz olarak bana kullanmayacağına emin olduğumda da aklıma gelen her şeyi. Sonunda düşman olmadığına inandım sanırım."
Hermione Draco'nun bunu yapabileceğini bilmiyordu ama anlayabiliyordu. Muhtemelen en başında sorular sormaya başladığında da istediği sonuç buydu.
"Benim anlatacaklarım azaldıkça sana soruyordum." diye devam etti Draco.
"Senin kadar erdem düşkünü değilim, beni kızdırdığın her an sana Ron ile ilgili sorular yönlendirdim, ki bana yapmandan korktuğum şey de buydu ama sen bunu bana hiç yapmadın. Ron ile ilgili seni kızdırmanın beni mutlu etmediğini fark ettiğimde kestim. Uzun bir süre konusu geçmedi."
"Peki ya evlilik işi?" dedi Hermione.
Draco gülümsedi.
"Ron'a henüz erken olduğunu, düşünmen gerektiğini söyledin."
Hermione Ron'un yaşadığına inandığı hayal kırıklığını düşününce vicdanının sızladığını hissetti. Reddedilmek onurunu zedelemiş olmalıydı muhakkak.
"Seninle dost olduğumu biliyor muydu?"
Draco soruları sorarken Hermione'ye bakmıyordu. Geçmiş onun da hasret düştüğü bir şeydi, bu yüzden gözlerini ayırmadan mutlu olduğu anı izlemekteydi.
"Bana anlattığın kadarıyla birkaç kez söylemeye çalıştın ama her seferinde bana derinden inandığı hakaretler savuşturuyordu. Onun aklında edindiğim izlenimden aklanma gibi bir şansım olmadığını anladığında pes ettin."
Hermione'ye bu yapabileceği bir şey gibi geldiğinde başını salladı.
"Neden bu ana döndük?"
Draco'nun gülümsemesi soluklaşırken gözlerini pencerenin dışındaki bulutsuz gökyüzüne kaydırdı.
"Bu uzun zaman sonra Ron'un lafının geçtiği ilk an. Benim için önemli bir andı."
Devamında Draco sessizliğini koruduğunda Hermione anlayışla izledikleri manzaraya geri döndü.
--
"Quirrell'in okulda trol olduğunu söylediği zamanı hatırlıyorum. O kadar korkmuştum ki Hogwarts'tan buraya koşarak dönebilirdim."
Hermione kıkırdadı, Draco'nun kocaman açılmış gözlerle çığlık atarak eve koştuğu imgesine gülüyordu.
"Harry o trolün burnuna asa soktu."
Draco gülerken yüzünü buruşturdu "İğrenç!"
"Öyle bir anda ne kadar iğrenç olduğunu pek düşünmüyorsun."
Tavandaki samanyolu resmi değişince Draco gülmeyi bırakıp parmağıyla tavanı işaret etti.
"Şuradaki Orion takım yıldızı. Dünyanın her yerinden görebiliyorsun."
Hermione Draco'nun parmağını takip edip gösterdiği küçük ışık noktasına baktı.
"Neden malikanenin içinden yıldızları izliyoruz?"
"Dışarıda izlemeyi mi tercih ederdin?"
Hermione ellerini karnının üstünde kenetleyip başını salladığında Draco alay edercesine nefesini verdi.
"Fazla mugglevari."
"Küçükken geç bir vakitte bahçemizdeki çimenlere yatıp yıldızları izlerdim."
Hermione'nin sesi neredeyse uykulu gibiydi. Gülümsedi.
"Çimenler ıslak olduğundan annem deliye dönerdi ama onu hiç dinlemedim. Sokak lambalarının da yanmadığı zamanlarda gökyüzü çok güzel oluyordu."
Draco yattığı yerde huzursuzca kımıldandı.
"Ben yıldızları hiç dışarıdan izlemedim. Küçükken tavanı astronomi çalışmam için yaptırmışlardı. İhtiyacım olmadı. Rahat bir koltuk varken çimlere yatmayı anlayamıyorum."
Hermione sesini çıkarmadı, sözlerinin altındaki anlamı anlayabilecek denli uzun süredir tanıyordu Draco'yu.
"Bana hikayelerinizin devamı anlat Hermione." dedi Draco.
Eli koltuğun yanında duran şişeye gitti ama içki şişesi boşaldığından tangırdayarak yeri buldu. Draco umursamadı, aynı Hermione gibi ellerini karnının üzerinde kenetledi.
Hermione yavaşça genzini temizlemişti.
"Taşlaştığım zamanlar olanları Harry'nin anlattığı kadarıyla biliyorum."
"Taşlaşmak nasıl bir şeydi?"
Hermione başını yana yatırıp soruyu düşündü.
"Bilmiyorum ama Basilisk'i görmek korkunçtu. Sadece aynadan gördüğüm halde o gözler-"
Hermione ürperdiğinde Draco elini Hermione'nin eline attı. Bu eylem geçmişteki Hermione'dense oturup hatırlamadığı geçmişi izleyen Hermione'yi ürpertmişti.
"Anlatmak zorunda değilsin. Başka bir şeyi anlat."
Hermione gülmeye başladı. Draco göz ucuyla Hermione'ye baktığında kız hala gülüyordu.
"Bir ara kediye dönüştüğümü biliyor musun?"
"Mcgonagall gibi mi?"
"Pek sayılmaz. Tam olarak kedi değildim daha çok kedi gibiydim. Kulaklarım, tüylü bir suratım ve bir kuyruğum var."
Hermione o halini düşününce yeni bir kahkaha tufanına tutuldu, o gün oldukça utanç verici hissetmişti. Draco da onun halini gözünde canlandırıp sırıttı.
"Nasıl becerdin?"
"Çok özlü iksir. Bir Slytherinliden saç örneği almam gerekiyordu, şey için--"
Draco'nun kaşları çatılmıştı merakla. Hermione konuya dahil olduğunu hatırlayınca sustu.
"Ne için?"
"Hiç, önemli bir şey değildi."
Aralarında huzursuz bir sessizlik yaşandı. Draco sırf Hermione'den cevabı koparmak için sessiz kalmıştı ki planı başarıyla sonuçlandı, Hermione dayanamamıştı.
"Slytherin varisi olduğunu düşünüp Sırlar Odası ile ilgili bilgi alabilmek için yanına yaklaşmamız gerekiyordu."
Bu sefer kahkahalara gömülen Draco olmuştu. Hermione bakakaldı.
"Slytherin varisi mi? Onur duydum. Babam bu dediğini duysaydı keşke!"
Lucius'un bahsinin geçmesi Hermione'nin aklına bir soru getirmişti.
"Baban gelişimden rahatsız olmuyor mu?"
"Hayır. Biliyorsun, annem ve babam da bir senelik gözetmenlik cezasına çarptırıldı. İkisi de gözetmenleriyle uğraşmaktan benimle ilgilenmiyorlar. Onlar için üzülüyorum."
"Gözetmenleri kimler?"
Hermione bakanlıkta olup bu sorunun cevabını bilmediği için utanmıştı ama Draco ile bir sene geçirmesi gerektiğini öğrendikten sonra gözü hiçbir şeyi görmemişti.
"Anneminki Luna Lovegood. Duyduğum kadarıyla dobralığıyla annemi delirtiyormuş."
"Peki baban?"
Draco gülümserken kıs kıs güldü.
"Arthur Weasley."
Hermione'nin çehresinde gülümsemesi genişliyordu. Okula başlamalarından önceki alışveriş günü Arthur ile Lucius'un karşılaşmasına tanık olmuştu. Lucius onlara Ginny'nin kazanına Riddle'ın günlüğünü atmak için yaklaşmış da olsa Weasley'lere, kendisine ve Harry'e laf atmadan gidememişti. Lucius her fırsatta Bay Weasley'e laf atıyordu bu yüzden hayatının onun ellerinde olması layığını bulmak deyiminin tam karşılığıydı. Lucius Arthur vicdanlı biri diye kendini şanslı saymalıydı.
"Babamın o gün dediği şeylerle ilgili--"
"Önemli değil."
Hermione Draco'nun geçmişte yaptığı şeyler için özür dilemesini daha fazla istemiyordu. Draco her özür dilediğinde midesine yumruk yemiş gibi bir ruh haline bürünüyordu çünkü.
Draco "Babam bir konuda haklıydı." dediğinde öfkeyle sarışın çocuğun yüzüne baktı.
Draco sırıtıyordu, konuştu.
"Gerçekten de bütün yaz senden bahsettim."
Hermione'nin kızgın ifadesi yerini yanılgının getirdiği şaşkınlığa bıraktı. Draco bilerek böyle başlamıştı lafına ve bunu biliyordu. Hala zevk için onu kızdırmayı ya da şaşırtmayı bırakamamıştı.
Hermione onun söylediği şeyde bir yan anlam olup olmadığına emin olamıyordu. Draco devam etti.
"Senden iyi bahsedemezdim, ne de olsa anne babası şey olan, neydi şu garip muggle meslekleri? Hah, dişçi. Annesi ve babası muggle dişçiler olan bir kızdan iyi bahsedemezdim ama aklımda yer edinmiştin."
Hermione aklına gelen ihtimalden rahatsız bir halde yattığı yerde Draco'nun yüzüne baktı.
"İyi bahsetmek için sebebin mi vardı?"
Draco cevap vermek için başını çevirip Hermione'nin gözlerine baktı. Hermione bir cevap için Draco'nun dudaklarının oynamasını merakla bekliyordu ama o, yine parmağını tavanın bir ucuna doğru kaldırıp mırıldandı.
"Şuradaki de Avcı Takımyıldızı."
Hermione sebep için kaynak gösteremeyeceği bir öfkeyle yattığı koltuktan doğrulup Draco'dan uzaklaştı. Draco da dirseğinin üzerine ağırlığını verip yan dönmüştü.
"Ne oldu, neyin var?"
Hermione yaylanarak koltuktan kalktı, nereye gideceğini bilmeksizin sırtı Draco'ya dönük dikiliyordu.
"Gidiyorum."
"Daha benimle geçirmen gereken saati doldurmadın."
"Gitmem gerek."
Draco'nun şakacı ifadesi gitti. Hermione onun yüzüne dönüp baktığında mavi gözlerinde kopan fırtınaları görebiliyordu.
"Ron'la mı ilgili?"
Hermione aptalca bir şey söylemiş gibi gözlerini açtı.
"Ron'un ne alakası var?!"
Draco oturur pozisyona gelip ayaklarını yere bastığında Hermione'ye bakmıyordu. Hermione onun yer yer aydınlanan yüzündeki gölgelerin hareketini izledi. Konunun Ron'a dönmesi sinirini bozmuştu.
"Genelde bana kızdığında sebep Ron oluyor." diye cevapladı Draco.
Hermione sıkıntıyla nefesini verdi.
"Sebep Ron değil."
"O zaman ne?"
Draco başını kaldırdı. Hermione ne mimiklerinden ne de sesinden anlayabiliyordu ne düşündüğünü. O an Draco'nun kafasından geçenleri bilmek için birilerini öldürebilirdi.
Hermione konuşmak için tereddüt ediyordu.
"Soracak sorun olmadıkça cevap alamazsın." dedi Draco, yere yuvarlanmış şişeyi ayağa kaldırırken.
Hermione dudaklarını kemirdi ve gözlerini kaçırdı.
"Biz öğrenciyken...Gerçekten benden nefret ediyor muydun Draco? Gerçekten?"
Hermione tam olarak sormak istediği sorunun bu olmadığı bilincinde suçluluk duygularıyla boğuşurken Draco gölgelerin ve camdan süzülen gece ışığının egemenliğinden kurtulup ayağa kalktıktan sonra Hermione'ye baktı. Ne cevap vereceğini bilmediği belliydi. Tereddüdü onu sükuta sürüklediğinde Hermione büyük adımlarla çantasının yanına yürüdü, çantasındaki şişeyi çıkardıktan sonra Draco'nun yanına geri geldi.
"Bunu sorularıma tökezlediğin zaman kullanmak için yanımda taşıyordum. İç şunu."
Draco Hermione'nin eline tutuşturduğu şişeye bakıyordu. Tıpasını açıp kokladıktan sonra Hermione'ye, az önce kendisine 'ogre evladı' gibi bir hakaret etmişçesine baktı. Gözbebeklerinde öylesine çarpıcı bir etki vardı ki Hermione gerilememek için kendine engel oldu.
"Veritaserum içmemi mi istiyorsun?"
Hermione dudaklarını kenetleyip başını olumlu anlamda salladığında Draco şişeyi avucu içinde parçalamak istercesine sıktı. Hermione öfkeden deliye döndüğünü biliyordu ama geri adım atmadı. Draco da kısa sürede sakinleştiğinden olay çıkmamıştı. Draco şişeyi elinde evirip çevirdi, şişeyi ilk defa görüyormuşçasına inceliyordu.
Hermione'nin hiç beklemediği bir anda şişe Draco'nun avuçlarından çıkıp salonun zeminine doğru uçtu ve cam binbir parçaya ayrıldı. Hermione tuz buz olan şişeyi şaşkınlıkla izledikten sonra ifadesinden ödün vermeden Draco'ya döndü.
"Bunu neden yaptın şimdi?!"
"Güvenimi sarstın!" Draco burnundan soluyordu.
Hermione'nin etrafında volta atarken Hermione ona bakabilmek için kendi etrafında döndü.
"Veritaserum... Veritaserum! Çantanda bunca zamandır Veritaserum taşıyordun! Konuşmayı kesince ne yapacaktın, çayıma birkaç damla damlatıp içmemi mi bekleyecektin?"
Hermione Draco'nun kızdığını görebiliyordu. Draco elleriyle saçlarını karıştırıp tam karşısında durduğunda başını kaldırıp nefesini tuttu.
"Sana güvenmekle ne iyi ettim, konuşmasaydım dizini gırtlağıma basıp iksiri boğazımdan aşağı boca edebilirdin. Çok şanslıyım!"
"Draco, sakinleş. Saçmalıyorsun."
Draco hiddetle kalktığı koltuğa geri oturup alnını kenetlediği ellerine bastırdı. Hermione iksiri çıkarmanın yanlış bir hareket olduğunu görebiliyordu. Omuzlarını düşürüp Draco'nun yanına oturdu, açıklama ihtiyacı hissetmişti.
"Benim planım değildi Draco. Bakanlıktan bütün gözetmen seherbazlara verdikleri bir şey. Luna'da ve Bay Weasley'de de var. Prosedür icabı yanımda taşıyordum. Şimdi içmeni istedim çünkü..."
Hermione devam etmedi, şu zamana kadar gerçekten merak ettiği şeyin bu olduğunu söylemek istememişti. Draco'ya neden açıklama ihtiyacı duyduğunu bilmiyordu. Elini Draco'nun omzuna koyduğunda da sebebin ne olduğunu kestirememişti.
"Özür dilerim." Sesi içtendi.
"Saçmaydı ve ben--"
"Hayır."
Hermione bariz bir şekilde gerildi Draco yüzünü örten ellerini çekerken. Dönüp yanı başında oturan genç adamla göz göze geldi.
"Hayır." diye mırıldandı Draco, yeniden.
"Senden nefret etmiyordum. İğrenmiyordum da. Yalan söyledim."
Kelimeler dudaklarından ölüm fermanını imzalarcasına güçlükle çıkmıştı. Hermione içinse zaman durmuş gibiydi. Kendini büyük bir çıkmaza sürüklediğinin farkındaydı ama geri adım atamıyordu. Donup kalmıştı.
"Bir maskeyi ne kadar uzun süre takarsan kendi kişiliğini o kadar çabuk kaybedersin. Babam için bu gerçek anlamdaydı, ölümyiyen maskesini o kadar uzun süre taktı ki olduğu şey dışında hiçbir şey olamadı. Ben..."
Draco burnunu kaşıdı, sesi sohbet havasında bir mırıltıya dönmüştü. Hala zorlandığı belliydi ama artık umursamıyor gibi görünüyordu. Hermione onun omzunda duran eli fazlalık olarak görmeye başlamıştı ama çekemiyordu. Korku ve merakla karışık bir ruh haliyle devam etmesini bekledi, istedi. Draco yutkundu.
"Sana gülümsediğim zamanları fark edemedin çünkü o zamanlar sadece Harry'e attığım kötücül bakışları üzerine alınıyordun. Dediğim gibi, babamın dediğinin aksine sana baktığımda gördüğüm şey iğrenç bir şey değildi. Ron ile Harry'i korumak için öne atıldığın her an öfkelendim. Seninle alay etmedikçe hiçbir muhabbetimiz yoktu ama sesini duymak istiyordum. Bilirsin, çocuklar hoşlandıkları kızlara daha çok bulaşır. Tabi bir de öfkelendiğinde çok şirin oluyordun. "
Son cümlesiyle yüzüne buruk bir gülümseme oturdu. Hermione gülmüyordu.
"Benden mi hoşlanıyordun?"
Draco evetlemek için ağzını açtıysa da omuz silkme hareketiyle geçiştirdi cevabı.
"Senden hoşlandığımı bilmediğini söyleme bana."
Hermione gözlerini kırpıştırdı. Aylar önce Draco'nun aşık olduğu tespitini yapmıştı ve haklı olduğunu biliyordu. Ama hiçbir zaman aşık olduğu kişinin kendisi olduğunu düşünmemişti. Şüpheye yer bırakmamak için tereddütle sordu.
"Hala mı?"
Cevabı merak etmesine karşın bilmek istemiyordu. Ama soru dudaklarından döküldüğünde kalbi hızlanmış, nabzı boynuna tırmanmıştı.
Draco cevabını verebilmek için Hermione'ye döndü. Dudakları aralandı ama hiç ses çıkmadı. Eli Hermione'nin çenesine uzanıp yanağını okşadı, Hermione Draco'nun tenine dokunana sıcak parmak uçlarını hissettiğinde kıpırdayamadı. Geri çekilip kaçmak istiyordu ama genç adamın gözlerinde önce de gördüğü ama Draco'nun itirafına kadar fark edemediği bakışlarının altında hareket etmek için mecal bulamıyordu kendinde. Draco yavaşça gülümsedi, eli Hermione'nin çenesinin altını bulmuştu. Hermione yüzünün Draco'ya doğru çekildiğini hissetti, aklından bin bir türlü düşünce geçiyordu ama hiçbiri hareket etmesini sağlayamamıştı. Mum alevi ikiliyi aydınlatırken Draco'nun sıcak nefesi Hermione'nin yüzüne vurup geç kadını titretti. Draco dudaklarını araladı ama bu sefer sözcüklerin telaffuzu için değil. Hermione aynı şekilde ona çekilirken Draco gözlerini kapadı ve Hermione'nin dudaklarına ulaşabilmek için ileri eğildi.
Genç kadın başını çevirdiğinde Draco göğsünün tam ortasına yumruk yemiş gibi oldu.
Bin bir türlü düşüncenin sadece biri Hermione'yi geri adım atmaya itebilirdi: Ron.
"Yapamam." dedi Hermione, cılız ses tonu aksini söylese de.
Draco'ya bakmaya korkuyordu bu yüzden başını kaldırmaksızın geri çekilip kollarını kendi etrafına doladı. Draco derin bir nefes aldı.
"Ron'u ne zaman aşacaksın?"
"Ron'u aşmak mı?" Hermione şaşkındı.
"Ron'u aşmak gibi bir niyetim yok."
"Ah, yani beni öpüp Ron'a geri koşacaktın! Sonra da hiçbir şey olmamış gibi mi yapacaktık? S-sen tam bir..."
Draco kendini durdurup devam etmemişti ama Hermione yüzüne tokat yemiş gibi geriledi. Neyi ima ettiğinin farkındaydı. Ağlamaklı ifadesini gizleyip kaşlarını çatarken sert sayılmayacak bir yumruk indirdi Draco'nun omzuna.
"Pislik!"
Fişek gibi ayağa kalktığında iki saniye önce aklından geçenin ne olduğunu sorguluyordu. Hızla çantasını bıraktığı yere yürüyüp çantayı kapattı ve omzuna astı.
"Başa döndük. Şimdi benden nefret edeceksin sanıyorum."
Hermione aldırmadı.
"Bir kaç hafta sonra görüşürüz."
"Birkaç hafta mı?"
"Evet. İşlerim var."
"İşler, tabii..."
Draco gözlerini devirip havaya tırnak işareti çizdikten sonra Hermione'nin ifadesiyle karşılaştı. Gözleri nemlenmiş, bunu haricinde öfkeden yanakları kızarmıştı. Draco küçüklüğüne ne kadar benzediğini düşündü o an. Büzülü dudaklar, kısık gözler, meydan okuyan bakışlar.
"Canın cehenneme Malfoy." dedi sıktığı dişlerinin arasından.
Draco kendi kendine güldü, bu Hermione'yi daha da sinirlendirmişti. Ayakkabıları altında zemini ezerek odadan çıktığında Draco iç çekip kendini koltuğa geri attı. Aslanın Gözü takım yıldızı tam üstündeydi.
"Çok yaklaşmıştım." diye mırıldandı yıldızlı tavan altında sızmadan önce.
Gözleri kapandı ve Hermione'nin turuncu mum alevi altındaki arzulu bakışları rüyalarına girmesine izin verdi.
XXVI.
Hermione yaklaşıp uyuyan Malfoy'u bir süre izledi. Uyurken huzurlu gözüküyordu, Hermione bir an karşısındakinin geçmişin bir gölgesi olduğunu unutup alnına dökülmüş saçı geri atmaya yeltenmişti. Yüzüne dokunduğu çocuğun figürü bozulup havaya karışan bir dumana dönüştüğünde ürkerek geri çekildi. Asıl Draco'nun elini omzunda hissettiğinde gevşemişti.
Hermione ne diyeceğini bilemediğinden sessizleşti. Her şey çok ama çok hızlı gelişiyordu. Daha geçen hafta soru işaretleriyle boğuşurken şimdi aklını karıştıran her şey arka arkaya çözülüyordu. Hermione bunun sorularla boğuşmaktan çok daha zor olacağını kestirememişti.
Karanlık bir kez daha aydınlandı Hermione'nin arkasından. Draco elini çekmiş arkasına dönmüştü, Hermione de onu taklit etti. Karanlık odanın Malfoy kütüphanesi olduğunu eşyaların belli belirsiz şekillerinden anlayabiliyordu. Oda masa başındaki tek bir mum alevi hariç karanlık gecenin bir kopyasıydı. Draco'nun olduğundan büyük gözüken gölgesi antika halıya vuruyordu. Draco yeniden masa başındaydı, Hermione onu parşömenlere eğilmiş bulduğunda ilk kez ne yaptığını merak etti. Draco'nun kütüphanede bu kadar zaman geçiriyor olmasını o zamana kadar hiç sorgulamamıştı. Draco'ya dönüp sormayı düşündü ama ortalardan kaybolmuş gibi görünüyordu.
Yavaşça masa başında çalışan Draco'ya doğru adımladı ne yazdığını görebilmek için. Mum ışığının aydınlattığı yerden geçmesine rağmen gölgesi Draco'nun gölgesine karışmamıştı, adeta orada hiç olmamış gibi -ki bu doğruydu. Masanın etrafından dolanıp Draco'nun tarafına geçti, ağır adımları altında döşemeler gıcırdadı, Draco bunu görmemişti. Tüy kalemini mürekkep hokkasına batırıp yazdığına geri döndü. Hermione başını Draco'nun omzunun üzerinden uzatıp parşömene işlenmiş koyu mürekkebi görmeyi umuyordu. Tam gözleri birkaç harfi seçebilmişti ki kapıdaki hareketlilik Draco'nun yazıyı yazmayı bırakmasına ve hızla kapıya dönmesine sebep oldu. Hermione gerilerken sırtını kitaplığa vurdu. O kadar korkmuştu ki kalbinin bir saniyeliğine durduğunu hissetti. Draco önünde ayağa kalktığında kendisine döneceğini düşündü, kalbi daha da hızlanmıştı. Gözlerinin önünde Draco'nun ona doğru dönüp hesap sorduğunu görebiliyordu. Gözünü bile kırpmadan yazı masası önünde duran genç adamı izliyordu.
Draco dönmedi. Doğrusu hareket bile etmiyordu.
Draco'nun gözlerinin kapıya kilitlendiğini anlaması uzun sürmemişti. Ve baktığı yerde de genç ve ıslak bir kadın duruyordu. Kendisi.
Hermione olduğu yere dayanıp izlemeyi seçti.
--
Draco kapıdan giren yağmurda ıslanmış genç kıza bakıyordu. Aklından yüzlerce şey geçiyordu söylemek için, ama gözleri karanlığa gömülmüş Hermione'ye bakarken tek yapmak istediği onu izlemeye devam etmekti. Orada ne yaptığını, niye geldiğini, saatin farkında olup olmadığını, hiçbir şeyi sormak istemiyordu. Hermione de benzer duygularla Draco'ya doğru bir adım attı ama yerinden daha fazla hareket etmedi. Güzel yıllar gibi geçen saniyelerin sonunda Hermione bir adım daha attı. Yüzü yazı masası üzerindeki mum ışığının ulaşacağı mesafeye geldiğinden gölgeler yüz kıvrımlarını buldu ve elmacık kemiğinde gezindi. Saçlarındaki sular yerlere damlamaktaydı. Hermione yaklaştıkça Draco yüzünü ıslatan tek şeyin yağmur olmadığını fark etti.
"Dördüncü sınıfta sana yumruk attığımı hatırlıyor musun?"
Draco gevşekçe gülümseyip parmakları arasındaki tüy kalemi parşömenlerin arasına bıraktı.
"Evet. Hagrid'in kulübesinin dışı."
Hermione dudaklarını kenetleyip onaylamak için başını salladı hızla. Saçlarından atlayan birkaç damla su parşömenlerden birinin üzerine geldiğinde mürekkebi dağıttı ama Draco fark etmemişti bile.
"Ron değmeyeceğini söylemişti."
Draco gözlerini kısarken gülümsemeyi kesmemişti.
"Değmemeyi isterdim, oldukça sağlam bir yumruktu."
Hermione'nin gözleri Draco'nun alay dolu bakışları arasında gidip geldi ciddiyetle.
"Anlamıyor musun? Değiyordun."
Draco duyduklarını sindirmeye çalışırken hislerinin yüzüne yansımasına engel olamadı.
Hermione onun ciddiyetleşmesi için duraksadı ardından nefes alıp devam etti.
"Benimle alay etmenden nefret ediyordum! İlk sene, Ron benim tam bir kabus olduğumu ve arkadaşsız kalacağımı düşündüğü zamanlarda sana karşı biraz..."
Hermione devam etmek için kendini zorladıysa da devam edemedi, gözlerini devirip omzunu silkti ve homurdandı. Ne kadar çocukça davrandığının farkındaydı, bunu Malfoy'un çocuksu gülümsemesinden de görebiliyordu.
"Bunu kısa sürede berbat etmekte üstüne yok!"
Hermione kendi kendine güldüğünde Draco ona eşlik etti. İkisinin de kahkahasında hüzün havası esiyordu.
"Benden neden vazgeçtin Hermione?"
Hermione'nin sesi ansızın hissedilen akşamüstü esintisi kadar yumuşak ve beklenmedikti.
"Çünkü sen Draco Malfoy'dun! Beni her gördüğünde aşağılayan, arkadaşlarıma her fırsatta hakaret eden, kendini her şeyden üstün gören Draco Malfoy'dun! Açıkçası sana layık olduğumu bile düşünmemiştim."
İroniye rağmen Draco pişmanlıkla gözlerini kaçırdı, Hermione'nin haklı olduğunu biliyordu ve bunu değiştirmek için elinden hiçbir şey gelmiyordu.
"Benden hoşlanıyorsan neden beni yumrukladın?"
Hermione parmağını cilalı çalışma masası üzerine vurup Draco'ya bakmadan utangaç bir ifadeyle gülümsedi.
"Duyguların dışavurumu gibiydi."
Draco başını sallayıp dudaklarını büzdü, gülümsemesini gizlemeye çalışıyordu.
"Seni seviyordum. Hep sevdim."
Draco konuşurken alelade atılmış iki geniş adımla masanın arkasından çıktı.
"Neden buradasın Hermione?"
"Bilmiyorum."
Hermione sakince cevapladıktan sonra soruyu ilk defa duymuş gibi düşündü. Draco karanlıkta olmasına rağmen onu seçebiliyordu. Elleri ceplerinde masaya yaslandı. Hermione gözlerini kendisini dalgınca izleyen delikanlının gözlerine kaldırdığında sesi kayboldu.
"Gerçekten, bilmiyorum."
Draco onu izlerken karanlıkta belirsizleşen Hermione'yi aklına kazıyordu. Gözleri loş ışığa alıştığından Hermione'yi görmek daha kolaydı. Saçları normalden de kabarıktı ve çökmüş gözüküyordu ama o an, karşısında aynı siyah elbise ile dikilirken, Draco'nun gözüne daha önce hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu.
"Ben biliyorum."
Draco Hermione ile arasındaki mesafeyi büyük adımlarla aşarken ışık üzerindeki egemenliğinden feragat etmişti. Karanlık bir kez daha onu kolları arasına alırken Draco da Hermione'yi kolları arasına aldı ve kızı saniyeler içinde kendine çekerek dudaklarını onunkilere bastırdı. Hermione Draco'nun ani atılımını beklemediğinden serin dudakların onunkileri bulması karşısında şok olmuştu. Draco'nun kokusu içine dolarken kolları gevşedi ve Draco'yu sardı. Draco'nun eli ensesinden saçları arasına tırmanmıştı, Hermione'nin dudakları da aralanınca genç adam memnuniyetle soludu. Nefessiz öpüşmelerini izlerken kitaplığa sinmiş Hermione de nefesini tutmuştu. Bunu Ron'a yapabildiğine inanamıyordu ama bir yandan tüm bu olayları deşifre etmeden önce Draco'nun ne kadar yakınında durduğunu ve onun baskısından dolayı nasıl baştan çıkarıldığını hatırladıkça karşısındaki gördüğü manzaranın gerçeklik payı olduğunu biliyordu. Draco gerilerken amacının masaya yaklaşmak olduğunu anladığında olduğu konumdan ayrılıp uzaklaştı. Öpüşmeleri iyice kontrolsüzleşmişti, ikisi de yaşadıkları anı yaşamaktan öte bir şeyi düşünmüyordu. Draco masaya çarpınca Hermione'den bir saniyeliğine ayrılmıştı, kızın gözlerinde gördüğü ifade karşısında neredeyse hırıldayarak yeniden kızarmış dudaklarına atıldığında eliyle masadaki tüm parşömenleri savurdu. Hermione uçuşan parşömenlere bakmak için gözlerini devirdi.Sayfalar aşağı süzülürken yere düşen mürekkep hokkasından sızan koyu renk sıvı tarafından yutuluyordu. Hermione başını kaldırdığında birbirlerinden ayrılamayan çiftin arkasındaki karanlıkta parıldayan gözlere baktı.
Draco Malfoy'un bakışlarında daha önce kimsede tanık olmadığı türden bir özlem vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everybody Hurts (2011)
FanfictionVoldemort'un ölümü ve savaşın bitimi üzerinden 5 yıl geçmiştir. Savaş sırasında farkında olmadan manevi zarar görenler yavaş yavaş bunun üstesinden gelememeye başlar. Bu sırada Hermonie unutamadığı bir gençle yeniden yüz yüze gelmek zorunda kalır. (...