İkinci günün sonunda Kubat hala ölmediği için kendisiyle gurur duyuyordu.
Kış aylarına şöyle böyle giriyorlardı, ki bu da yolculuğunu daha da zorlaştıracaktı. Kubat'ın atabeylik yaptığı Begüm bölgesi deniz kenarında bulunduğundan kışın soğuğundan Alişan kadar etkilenmezdi, on dört- on üç yaşlarından beri Begüm'de yaşayan Kubat için soğuk, kemiklerini donduruyor, kendini ölmek isterken buluyordu. Böylelikle hayatında ilk kez Künker'in gerçek boyutunu görme fırsatı da bulmuştu tabii. Öğrendiği şeylerden biri de Alişan'dan Sınır bölgesinin başkenti Karyer'e kadarki topraklar bomboş ve dayanılmaz derecede sıkıcıydı. Begüm bölgesinin güneşli ve yemyeşil topraklarıyla karşılaştırdıkça Kubat daha da kötü oluyordu. Doğrusu, Kubat hiç bu kadar işe yaramaz ve depresif yerler görmemişti! Künker'in veliahtı olarak memleketinin her yerini avucunun içi gibi bilmesi gerekirdi.
Tam da bu yüzden Kurultay tarafından sevilmiyordu ya zaten! Begüm ve Alişan dışında hiçbir yer görmemişti ki Kubat!
Kendi kendine, çocukluğundan beri savaş yapan bir ülkede yaşadığı için gezemediğini söylerdi hep. Ama kendisi de biliyordu, Kazırlu ile yapılan savaş o kadar uzun sürmüştü ki, artık herkesin hayatının bir parçası haline gelmişti. Bir bakıma bu nedenden dolayı da Kubat, Kazırlu ile barışı çok tuhaf bir şey olarak görüyordu. Kubat daha on yaşında küçük bir çocukken başlamış bu savaş, onun da hayatının tabi bir parçasıydı. Belki de değişikliği sevmediği için bu kadar karşıydı bu barış antlaşmasına...
Geçen günlerde iki dakikacık bile olsun bir uyku uyuyabilmek için yattığı yerler; bir ağaç dalı, samanlık, dikenlik ve en kötüsü, atı Sekin'in gübrelendirdiği bir çalıydı. Üçüncü günün sonunda zorlukla bir köy bulduğunda o şirin erden eser yoktu. Gözlerinin altı mor, gözlerinin kendisiyse kıpkırmızı kesilmişti. Kalpağındaki yünler yarı yırtık, yırtıklardan çıkan saçları saçtan çok hurma ağacını andırıyordu. Kubat'ın 2 günde hiçbir tanrı kuluna rastlamamasını açıklayabilecek tek şey de görüntüsüydü. Öyle de olmuştu ki, onu gören cahil halk gulyabani sanıp hemen saklanmıştı.
Yalnız bu sefer Kubat köyü görür görmez, görünüşünün ve saatin farkında olmadan köy meydanına doğru Sekin'i tüm hızıyla sürdü. Gizemli bir hissiyat veren köy, geleneksel Künker evlerinden farklı gibiydi. Begüm ve Alişan'da daha çok yeşim taşı ve turkuaz gibi süslemeli taşlar kullanılırken bu köyde kerpiç, karaçam ve kavak ağaçlarından tahta ve taş evler vardı. Yapısı da biraz farklıydı, burdaki evler daha küçük ve...Şirindi. Evlerin bitişiğinde -hayvanlar için olsa gerek- küçük kulubeler yapılmıştı. Dahası, her evin kapısına birer lamba koymuşlardı. Kubat'ın şansına, köyün göbeğinde gece karanlığında bile görünebilen bir çaycı vardı.
Köy dışarıdan gayet normal görünse de birkaç metre yaklaşıldığında çok garip olduğu anlaşılabiliyordu. Birincisi, köyü dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruyacak hiçbir şey yoktu. Sanki ölümcül ve terkedilmiş bir bölge değilmiş de Alişan'ın ortasına yapılmış gibi herhangi bir çit veya duvar yapmaktan kaçınılmıştı. İkincisi, bu kadar soğuk bir iklimde tüm hayvanlar ölür ve ne bir kazanç ne de bir menfaat sağlanabilirdi. Göçebeler için yazlık gibi kullanılan bir ev olsa, evlerin yapım malzemelerinin daha hafif olması beklenirdi. Üçüncüsü ise lambaların şeklindeydi. Mantığını kullanan her insan bu bölgenin her mevsim rüzgarlı ve fırtınalı havasında lambaların içindeki ateşin güzelce korunması gerektiğini bilirdi, yalnız bu lambalar sadece mumu tutmak içindi sanki. Tabii, heyecandan gözü kör olmuş Kubat bunların hiçbirini fark edemedi.
Görünürde hiç kimse yoktu ama. Kubat'ın yüzünden hiç eksik olmayan gülümseme biraz sarsılır gibi oldu. Atından dikkatlice indi, erzaklarını ve Sekin beyi de alıp sessizce bir ahıra sığındı.
Artık uykusuzluktan bayılacak kadar yorgun olsa da ahırın içinde çeşit çeşit kuzu ve danaları görünce kalbi yumuşadı, küçük bir dananın hemen yanına Sekin beyi oturtup yanına uzandı.
Birkaç gündür hayvanların yanında uyumaya alışmıştı. Ahırın bilmem-ne kokusundan hiç rahatsız olmadan mışıl mışıl uykuya koyuldu. Sekin bey ile bu günlerde iyice yakınlaştılar demek...biraz az kalırdı, ki Sekin bey hem çok alan hem de çok atan bir attı.
Kubat on beş dakikacık kadar bir süre kestirme fırsatı bulmuşken dışarıdan bazı sesler gelmeye başladı. Her ne olursa olsun "beş dakika daha..." diyecek olan Kubat parmağını bile oynatmadı tabii. Sesler bazı tavukların gıdaklamalarıyla karışık öküz bağırtısıydı, yalnız bağarışmaların arasında bazı ayak sesleri ve homurdanmalar da duyulabiliyordu. En sonunda sesler Kubat'ın saklandığı ahıra kadar gelebildi; Sesleri ilk fark eden Sekin beydi.
Sekin, atlar sınıfında en azından, onurlu bir attı. Kubat'ın hiçbir şey bilmediği konuların başında binicilik geldiği için dedesi ona en uysal atlarından birisini vermişti bu yolculuk adına. Bir at için Sekin bey gayet anlaşılabilirdi, oysa galiba şu aralar herkes gibi o da Kubat'tan usanmış sayılırdı. Kubat'tan ne kadar bıksa da zekiliğini bir kez daha gösterip Kubat'tan daha akıllı olduğunu kanıtlamıştı bile, ki Sekin bey bu köyde çok kötü şeyler olduğunu Kubat'tan yıllar önce fark etmişti.
Sahibini korumak isteyen Sekin, üstüne uzanmış olan Kubat'ı uyandırmak için ayağa kalkıp burnuyla biraz itikledi, ama nafile. Yüzünü yaladı, uyanmadı; hafifçe tekmeledi, yine uyanmadı. Tüm çareler tükenince son bir deneme olarak Kubat'ı verimleyecekken ahırın kapısı açıldı.
Kubat sürükleme, inleme ve hatta kişneme seslerine bile uyanmadı.
Bir muddet sonra Kubat gözlerini ovuşturarak açtı ve gülümseyerek uyandı. Hiçbir şey fark etmemeden biraz olduğu yerde uzandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pâyidar Olmak O Kadar Zor Değilmiş
Исторические романы"Kendini çevreleyen döngülerden kurtulmak için, savaş değil barıştır önemli olan..!" 7 yıl süren bir savaştan sonra birbirine düşman iki boy varisi, barış yolunda kendilerini büyük bir kargaşanın içinde bulurlar. Geçmişten esinlenilmiş bir kurgudur.