Kuşlar uçar, günler koşar, yaz geçer bir şekilde.
Geçen bu yaz berbattı. Ama önümde beni bekleyen kocaman bir okul yılım daha vardı. Bunu değerlendirmek istiyordum. Bu sefer bana yakışır şekilde yapmalıyım diye düşündüm. Buna engel olabilecek içimde hiç bitmeyen bir sıkıntı vardı. Ama bunu atlatmanın bir yolunu bulmalıyım.
-Ya sence mavisini mi alsam, beyazını mı?
...
Hı, n'apsam?
Tamam, en iyisi ikisini birden almak!Işte bu! Düşüncelerimi bölen bu ses bana yardım edecek şeydi.
-Anlamadım, bana mı soruyorsunuz?
dedim gülerek. O sırada hızla başını çevirdi.
-Aslında tam sayılmaz... Arkadaşımın tam olduğun yerde olması gerekiyordu. Kusura bakma gerçekten. Şimdi onu bir bulayım da...
-Bana sorarsan mavi seni açar. Üzerinde güzel durur gibi geldi.
-Diyorsun...
elindeki elbiseyi üzerine tutup gülümsedi.
-Doğru diyorsun, açtı bu beni. Teşekkür ederim.
-Ne demek!
Tabii bu konuşmalardan sonra bana yardım edecek şeyin bu olduğunu bilemezdim. Ama bana gülümsemesi karnımdaki o an oluşan kelebekleri uçurmaya yetmişti.
Mağazadan sırıta sırıta çıkmıştım. Etrafıma boş boş bakıp yürürken ayağım bir şeye takıldı. Elimde poşetle düşüp kaldım. Sonra birden neden mağazaya gittiğimi hatırladım. Olanlar ile beraber saçma bir şekilde yapacağımı unutup çıkmıştım mağazadan. Üstümü silkeleyip kalktım ve tekrar mağazaya doğru yöneldim.
İçeri girdiğimde konuştuğum çocuğun hala sırada, hatta sıranın sonunda bekliyor olduğunu gördüm. Çok fazla aldırış etmeden elimdeki elbisenin bir küçük bedenini aramaya koyuldum. Fakat hiçbir yerde bulamıyordum. Sinirlenip elimdeki elbiseyi bir görevliye verdim ve istediğim bedenini bulmasını rica ettim. Eve onsuz dönersem annem yarınki davetinde elbise niyetine benim saçlarımdan kumaş yaptırıp elbise diktirirdi çünkü, biliyordum. Düştüğüm için ayağım acıyordu, bulduğum ilk sandalyeye oturdum. Sonra o tanıdık ses tekrar duyuldu.
-Bak biliyorum, seni tanımıyorum ama arkadaşımı bulamıyorum hiçbir yerde. Ve gayet kararsız bir insanım. Yarın bir davet var ve acilen giyecek bir şeyler bulmalıyım. Dolayısıyla sana soracağım... Sence bu gömlekle hangi pantolon gider? Bu mu?.. Yoksa bu mu?
-O elbiseyi giyeceğini sanıyordum, yakışmıştı.
Dudağının bir kenarını hafifçe kaldırarak gülümsedi bana bakarak.
Devam ettim.
-Ne daveti bu?
-Melina Tekindor'un bir söyleşisi varmış. Yemek ve muhabbet karışık bir şeyler, bu konsepti ilk defa gördüm ama sevdim. Anneme bir davetiye gelmiş. En sevdiğim yazarlardan olunca kaçırmak istemedim. Sana komik gelebilir ama... Heyecanlıyım bunun için ve şık olmak istedim.
Davet dediğinde anneminki olabileceğini tahmin etmemiştim. Kendimi tutamayıp güldüm.
-Komik gelebilir dedim ama nezaketen gülmez insan yahu!
-Yok, sana gülmedim.
O sırada mağaza görevlisi kadın bana elbiseyi getirdi. Hafif bir tebessümle teşekkür ettim ve yerimden kalktım.
-Melina Tekindor yarınki davetinde ne giyecek, herkesten önce öğrenmek ister misin?
-Nasıl?
Elimdeki elbiseyi gösterdim gözlerimle.
-Tekrarlıyorum: NASIL!? Menajeri falan mısın?
Gözleri açılmış ve heyecanlı bir şekilde soruyordu bunları. Dalga geçmek istedim.
-Hizmetçisi gibi bir şey... Bunları sakın kimseye söyleme! Hiç sevmez elbiselerini görüp başkası giysin falan... Aman diyeyim.
-Benimle dalga mı geçiyorsun?
-Ne haddime.
dedim gülerek, sıraya geçtim. O da hemen arkamda yerini aldı.
-Seni yarın görebilecek miyim?
-Hizmetçilerin söyleşide ne işi olur?
sustu ve gerçekten cevap vermemi bekledi ama tekrar bir şey demedim. Bu sefer sıra bana geldiği zaman o konuştu.
-Gözlerim seni arıyor olacak.
Değişimimi yapıp mağazadan son kez çıktım. Gözleri beni mi arayacakmış? Niye ki? Bu acıyı gözlerine çektirmek istemesi çok saçmaydı.
Daha eve varmadan mis kokular burnuma varmıştı. Annemin meşhur böğürtlenli kekleriydi bunlar! Koşa koşa eve girdim.
-Melina Sultan yine döktürmüşüz!
- Ee, yaptık bir şeyler. Ama öyle bedavaya yok. Nerede benim elbisem?
-Burada burada. Ne badireler atlattım alacağım diye, sorma... Her yerde hayranlarınla karşılaşıyorum yahu. Eh, bu biraz vaktimi aldı. Yani 2 keke karşılık etti, belki 3.
Aldığım kararlar annemle olan ilişkimizi de etkilemişti. Annemin farklı şehirlerde olan imzaları bittikten sonra bir süre için boş vakitleri çoğalmıştı. Bu vakit içerisinde birlikte zaman geçirip aramızı biraz düzeltebilmiştik. Kurduğumuz diyaloglar daha sağlıklıydı. Hatta esprili ve komik oluyorlardı. Bu alışagelmiş bir şey değildi bizim için. Ama her ikimiz de bu yolu daha çok sevmiştik.
Tabağın içine keklerden koyup, iki fincan da çay koydum. Hepsini tepsiye yerleştirip odama çıkardım. "2 dakika içinde benim odamda ol yoksa büyük bir şeyi kaçırmış olacaksın. Başladı, tik tak." diye mesaj attım Furkan'a. 2-3 dakika sonra kapı çaldı. Annem açmış, koşa koşa odama girdi.
-Yaa! Melina teyze keki değil mi? Biliyordum! Daha keki çırparken kokusunu aldım.
-Çırparken mi? Hahahahahah! Delirmişsin.
Oturduk ve bir kekimizden yedik, bir çayımızdan yudumladık. O sırada mağazada olanları düşünüyordum. Yani tatlı çocuktu... Tatlıysa da kendine tatlı değil mi, aman.... Bana neydi? Ama kabul etmek lazımdı şimdi... Unutulmayacak bir yüzü vardı, hepsi bu. Yüz hatları keskin, saçları kısa, giyinimi dikkat çekiciydi.
O sırada Furkan bana döndü.
-Aklında yine neler dönüyor senin? Bir oraya bir buraya gidiyor gözlerin fırfır gibi?
-Ne gibi? Ahahaha...
Bir şey yok. Yarın ne giyeceksin?
-Bilmem bakarım bir şeyler. Sen?
-Ben ne giyeceğimi bilemedim de... Acaba tulumu mu giyeyim, yoksa siyah elbisemi mi?
-Hayırdır sen neden bu kadar heyecanlısın? Gitmek istemiyorum, sıkıcı olacak, diyip duruyordun. Hayret!
-Belki farklı fikirleri dinlemek güzel olur diye düşündüm. Düşündüğüm kadar sıkıcı olmayabilir.
-Şu kısa tulumun uygundur gibi geldi.
-Ya şurası kötü durmuyor mu? Çok dekolteli. Taşıyabilir miyim bunu? Ha şey yapayım... kolye takarım ben buna! Iyi fikir.
Gözlerini devirerek güldü. Ne olacak bu kızın hali, der gibi.
Şimdi mağazadaki çocuğu anlamıştım. Benim heyecanlanmam niyeydi ama? Onu anlamış değildim. Furkan'a baktım ve gülümsedim. Ona anlatsam nedenini bilirdi. Beni benden çok tanıyan arkadaşım... Şanslıyım diye düşündüm. Ve bir sevgi göstergesi olarak elimin altındaki kalpli yastığı kafasına attım.
-Ne yapıyorsun be!? Acıdı!
-Kalp attım işte.
Yüzüne bunu komik olmadığını belli eden yapmacık bir gülümseme takınıp tepsiyi aşağı indirdi.